Foruminci.net

Teşekkür Teşekkür:  0
Beğeni Beğeni:  0
Beğenmedim Beğenmedim:  0
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 2 ve 2

Konu: Fecr-i Ati Edebiyatı

  1. #1
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart Fecr-i Ati Edebiyatı

    Servet-i Fünun dergisi 1901 yılında kapatılınca bu dergi etrafında toplanan şair ve yazarlar artık bir araya gelme imkanına sahip olamamışlardı. Hatta basına uygulanan sansür yüzünden sanatçılar şiirlerini bile rahatça yayınlayamamışlardı.
    1908 yılına kadar süren edebiyatın bu fetret devri bu tarihte meşrutiyetin ilan edilmesiyle sona ermiştir. Edebiyat aşığı gençler bir araya gelip edebi bir toplantı gerçekleştirmişlerdir. Bu gençler arasında Ahmet Haşim Yakup Kadri Refik Halit Fuat Köprülü Hamdullah Suphi vardı.
    Fecr-i Ati gerçekte bir edebi akım ya da edebi topluluk değildir. Bu hareket yukarıda adı geçen edebiyata hevesli gençlerin yaptığı birkaç toplantıyla sınırlı kalmıştır. Ancak gençlerin yetenekli olması edebiyat dünyasının böyle bir toplantıdan haberdar olmasını sağlamıştır.
    Fecr-i Ati edebiyatımızda beyanname yayınlayan ilk topluluktur. Bu beyannamede gençlerin o günün edebiyat dünyasına bakışını edebi alanda yapmak istediklerini görüyoruz. Bunlara göre kendilerinden öncekiler yeterince Batılı değillerdi. Öncekiler için edebiyat boş vakitleri değerlendiren güzel bir arkadaştı.

    Fecr-i Aticiler yapmak istediklerini de şöyle maddeleştirdiler:
    1. Batıyı günü gününe takip etmek edebi çalışmalarına Batıdaki gelişmeler ışığında yön vermek.
    2. Genç sanatçıların yetişmelerini sağlamak için zengin bir kütüphane kurmak.
    3. Batıdaki birçok eseri Türkçeye kazandırmak için dil komisyonu oluşturmak.
    4. Edebiyat ve fikir konularında konferanslar vererek halkı eğitmek.
    Yüksek ideallerle biraraya gelen gençler Fecr-i Ati’yi 1909'da kurdu. Ancak daha ilk ayda 31 Mart olayı yüzünden dağıldı ve bir daha bir araya gelemedi.
    Fecr-i Aticiler kendilerinin ne kadar Servet-i Fünun’dan farklı olduğunu iddia etseler de onların devamı olmaktan kurtulamamışlardır. Ortaya koydukları ürünlerin Servet-i Fünun’dan hiç farkı yoktur. Grubun dağılmasından sonra Fecr-i Ati’nin anlayışını sadece Ahmet Haşim sürdürmüştür. Belki Haşim de olmasa bu grubun adı pek duyulmazdı. Yakup Kadri Refik Halit Hamdullah Suphi daha sonra Milli Edebiyata geçmişlerdir.

    Ahmet HAŞİM
    Fecr-i Ati’nin daha doğrusu Servet-i Fünun’un anlayışına yakın şiir anlayışını döneminde Milli Edebiyatın çok revaçta olmasına rağmen hiç değiştirmemiştir. Ne şiir ne dil anlayışında bir sapma vardır. Ancak dilde sadeleşme fikrini nesirlerinde kullandığı sade dilde görürüz. Hatta bu dil bazen Milli Edebiyatçıların dilinden bile sadedir.
    Haşim şiir görüşlerini şu şekilde açıklar: “Şair ne bir hakikat habercisi ne bir belagatlı insan ne de bir kanun koyucudur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil duyulmak için vücuda getirilmiş musıki ile söz arasında sözden ziyade musıkiye yakın bir dildir. ... Şiir nesre çevrilemeyen nazımdır. Şiir hikaye değil sessiz bir şarkıdır.”
    Görüldüğü gibi Haşim şiirde anlamın değil söyleyişin önemli olduğunu söylemiş ve şiirlerini bir ses güzelliği oluşturmak için yazmıştır.
    Şiirde serbest müstezatı kullanmış aruzu ahengin kaynağı görmüş heceyi hiç kullanmamıştır. Konu olarak ise daha çok sembolist sanatçıların şiirlerinde görülen konuları işlemiştir.
    Haşim’in şiirleri tam bir sembolist şiir sayılmazsa da söyleyiş olarak anlatım olarak onu çağrıştırır. En azından Haşim’in şiirinde sembol kullanımı yoktur. Fakat gerçekten kaçış hayale akşam vakitlerine yalnızlığa bezginliğe sığınış onu Sembolizm’e yaklaştırır.
    O her şeyi “hayal havuzunun sularında seyretmiş ve onları renkli bir akis olarak” görmüştür. Şiirde musıkiye değer vermesi de onu Sembolizm’e yaklaştırır. Kelimelerde musıki araması sanatçıyı sözcük seçiminde titizliğe götürür. Beğendiği sözcüklerin yabancı olup olmamasını düşünmeden onları şiirlerde kullandı.
    Haşim’in nesneleri değil nesnelerin kendinde bıraktığı izlenimleri anlatması renklere değer vermesi onu biraz da Empresyonistlere yaklaştırır.
    Dilinin yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü olması Haşim’in o güzel şiirlerinin günümüzde anlaşılamamasına neden olmuştur.
    Haşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri’dir. Diğer kitap ise Piyale adını taşır.
    Nesir alanında Haşim gerçekten anlaşılmak için yazar. Dili sade söyleyişi konuşma havasındadır. Edebiyatımızdaki en güzel seyahatnamelerden birini Frankfurt Seyahatnamesi’ni ortaya koyan şairin ayrıca değişik deneme sohbet ve diğer nesirlerini bir araya getirdiği Gurabahane-i Laklakan Bize Göre adlı eserleri vardır.

    BU DÖNEMDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR
    Servet-i Fünuncularla aynı çağda yaşamak ve eser vermekle beraber herhangi bir edebi topluluğa girmeyen kendi düşünceleri doğrultusunda eser veren sanatçılar da vardır. Şimdi bunları inceleyelim.

    Hüseyin Rahmi GÜRPINAR
    Ahmet Mithat geleneğini sürdürerek halkta okuma sevgisini uyandırmak için eser vermiştir. Servet-i Fünuncularla çağdaş olmakla birlikte ne onlarla ne de bir başka toplulukla ilgisi olmamış kendine özgü bir anlayış sürdürmüştür. Roman ve hikayeci olarak tanınan yazarın hemen bütün romanlarında konu İstanbul’da geçer.
    Türk toplumunun bütün katmanlarını çoğu zaman gülünç yanlarıyla hatta abartılı bir şekilde anlatmıştır. Toplumun pek mantıklı olmayan adet ve geleneklerini romanlarına yansıtmış bunlara kimi zaman alaylı kimi zaman ibretli kimi zaman da küçük düşürücü açılardan bakmıştır.
    Romanları teknik yönden çağdaşlarından özellikle Halit Ziya’dan oldukça geridir. Romanlarının çoğunu çalakalem yazmış yazdıkları üzerinde pek düşünmemiştir. Aslında romanlarının çoğunda asıl olay da yoktur. Daha çok karşılıklı konuşmalarla ve özellikle İstanbul’un kenar mahallelerinden seçtiği cahil insanların mahalle ağzı konuşmalarıyla güldürü unsuru sağlamaya çalışmıştır.
    Romanda olayların akışını kesip kendine göre bilgiler vermesi açıklamalarda bulunması roman tekniğine uymaz. Yazar bazen önemli edebi tartışmaları ya da felsefi konuları eserde geçen cahil insanlara tartıştırır. Bunu halkı bilgilendirmek için yaptığını söylese de bu romanın inandırıcılığını zedeler.
    Romanlarında günlük hayattan oldukça faydalanan yazar tam bir gözlemcidir. Çevresini sokağını insanları ayrıntılı bir gözle incelemiş bunu eserinde de göstermiştir.
    İlk romanlarında daha çok Romantizm’in etkisi görülen yazarın asıl temsil ettiği akım Realist-Naturalist akımlardır. Kendisi de makalelerinde bu akımları savunmuştur. Zaten en önemli romanları bu akımların ışığı altında yazılanlardır.
    Kahramanların konuşmalarında oldukça sade bir dil kullanan yazar bilgi verdiği yani kendinin konuştuğu yerlerde biraz ağır bir dil kullanmıştır. Eserlerini yazmadan önce mutlaka gözlemlerinden oluşan notlar tuttuğunu söyleyen yazarın Meddah Ortaoyunu Karagöz gibi Halk tiyatrosu ürünlerinden yararlandığını söyleyebiliriz.
    Türk edebiyatının en çok roman veren yazarlarından biri olan sanatçının ilk romanı Şık’tır.
    Romanda Şatırzade Şöhret Bey adında saf alafrangalığa özenen birinin hayatı anlatılır. Yolsuz bir kadının ardına düşen bu adam bütün malını mülkünü satar. Perişan bir duruma düşer.
    Mürebbiye romanında ise yazar o günlerde moda olan Fransız mürebbiyelerinin eleştirisini yapar. Dehri Bey adlı kahraman Anjel isimli bir mürebbiyeyi çocuklarını eğitmesi için eve alır.
    Yolsuz biri olan mürebbiye evde dört kişiyi birden yoldan çıkarır ve sonunda Dehri Bey’le yakalanır.
    Yazar Mürebbiye romanındaki konuyu Metres romanında da işlemiştir.
    Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç adlı romanda ise o günlerde sözü edilen Halley kuyruklu yıldızının dünyaya çarpabileceği fikri işlenir. Bu haberin İstanbul’un kenar mahallelerinde nasıl yankı uyandırdığı anlatılır.
    Bunların dışında Gulyabani Cadı Şıpsevdi Hakka Sığındık İffet Kesik Baş Tesadüf gibi romanları da vardır.
    Yazarın çoğu günlük hayattan seçilmiş birçok hikayesi vardır. Bunların çoğu Kadınlar Vaizi adıyla bir araya toplanmıştır.
    Hüseyin Rahmi ayrıca tiyatro alanında da eser vermiştir. Bunlar başarılı eserler değildir.

    Mehmet Akif ERSOY
    Dönemindeki sanatçılar arasında İslâmı anlatmayı gaye edinen halkın İslamdan uzaklaştıkça ne kötü durumlara geldiğini manzum hikayelerle ortaya koyan realist bir şairdir. Yaşadığı dönemde üç fikir vardı: Osmanlıcılık İslâmcılık Milliyetçilik.
    Osmanlıcılık fikrini daha çok Namık Kemal savunmuştur. Ancak Hristiyan azınlığın yavaş yavaş devletten ayrılmaları bu fikrin yaşayamayacağını göstermişti.
    İslamcılık fikri ise aynı dini paylaşan Türk Arap Fars Kürt bütün milletleri birbirine bağlayacak sağlam bir bağdı. Ancak İslam yıllardan beri yozlaştırılmıştı. Eğer üzerindeki küller üfürülürse altından kıpkırmızı kor ortaya çıkacaktı. İşte Akif bu külleri üflemek istemiştir.
    Bir şair olarak Akif Türk şiir sanatına ilerlemeler kaydetmiştir. Çağdaşı Fikret’le düşünceleri tamamen karşıt olmasına rağmen biçimsel yönden aralarında müthiş bir benzerlik vardır. Akif’in şiirlerinde de dize bütünlüğü kırılmış nazım nesre yaklaştırılmış ve şiir birkaç dizeden oluşan cümleler halinde yazılmıştır. Hatta bazen bir dizede karşılıklı konuşma şeklinde birkaç cümle bile kullanılmıştır. Ancak bu şiirdeki ölçüyü yani aruzu hiç etkilememiş Akif aruzu Türkçeye mükemmel bir biçimde uygulamıştır.
    Akif aslında Türk edebiyatında manzum hikaye türüne çığır açtıran bir şairdir. Realist bir biçimde anlattığı olaylar karşımıza getirdiği canlı tablolar gerçekte yaşanan acı gerçeklerdir.
    Şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanan sanatçı hatta bazen halkın kullandığı argo sözcüklere bile yer vermekten çekinmemiştir.
    Şiirlerinin çoğu bir sosyal çevreyi aktarır: Örneğin Küfe şiirinde okumayı çok isteyen ancak babası ölünce ailesine bakmak zorunda kalan bir çocuğun dramı anlatılır.
    Mahalle Kahvesi’nde zamanını kahve köşelerinde pinekleyerek geçiren kişiler eleştirilir.
    İstibdat şiirinde haksız yere hapse götürülen bir adamın karısının fakirlikten düştüğü durumlar anlatılır.
    Köse İmam’da şeriatın emrini yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen zalim ve cahil bir erkeği anlatır.
    Seyfi Baba’da eski ve ışıksız İstanbul sokaklarından geçip hasta ve fakir bir ihtiyarın evine giden şairin gözlemleri anlatılır.
    Bunlar dışında Akif’in İslâm’ın şeref tablolarını hak ve hukuka verdiği değeri gösteren şiirleri de vardır.
    Akif şiirlerinde görmek istediği ideal genci Asım’ın kişiliğinde canlandırmış ve ona nasihat etmiştir. Bu bir bakıma Fikret’in Haluk’unun karşısına çıkarılmış bir genç olarak düşünülebilir.
    Akif’in şiirinde görülen bir diğer özellik sanatı sanat için değil halk için yapmasıdır. Bu yönüyle o realist olmaktan çok Naturalistlere yaklaşır. Çünkü gerçeği olduğu gibi çirkinliğiyle iğrençliğiyle aktarır. “Önce siz derdi bulun sonra kolaydır derman.” diyerek naturalistlerin romanda yaptığını Akif şiirde yapmıştır.
    Onun şiiri her şeyiyle yerlidir. Batıyı taklit etmek onlara benzer eser ortaya koymak gibi bir amacı olmamıştır.
    Şiirlerini Safahat adlı kitapta toplamış ancak bu kitaba milletine hediye ettiği İstiklal Marşı’nı almamıştır.
    Mehmet Akif nesir türünde de eser vermiştir. Hatıralar adlı eserinde Berlin’de ve Mısır’da geçirdiği günlerle ilgili notları vardır.

    Yahya Kemal BEYATLI
    Yahya Kemal modern şiir dilinin yolunu açanların başında gelir. Şiirimize Batılı anlayışla ilk çekidüzen veren odur. Günlük yaşantının dışına çıkar tarihimizin kahramanlıklarına duygunun sonsuzluklarına uzanır. Divan şiirimizle yeni şiir arasındaki köprüyü tek başına kurar. Tanzimattan beri yıkılmaya hatta unutturulmaya çalışılan Divan şiiri onunla yeniden keşfedilir. Gazel Rübai Şarkı onunla yeniden canlanır. Türk aruzuna son ve en güzel şeklini veren Yahya Kemal’dir.
    Şiirde söyleyişe büyük değer veren ve asıl olanın anlam değil anlatım olduğunu savunan Yahya Kemal şiiri sessiz bir musıkiye benzetir. Şiirde biçim mükemmelliğine büyük değer verir. Kelimeler üzerinde titizlikle durur. Söylemek istediğini anlatacak sözcüğü buluncaya kadar uğraşır; yakın anlamlarıyla yetinmez.
    Tanzimatçıları nutukçu olmakla Servet-i Fünuncuları ise bireysel bir taklitçilikle suçlayan Yahya Kemal şiirde iki unsurun önemli olduğunu vurgulamıştır. Bunlardan biri İstanbul Türkçesinin kullanılması diğeri ise şiirde ritm sağlanmasıdır.
    Yahya Kemal Batı’yı olduğu gibi taklit etmeye karşı çıkmış Batı’nın bilinmesi gerektiğini ancak öğrenilenleri milletimizin dilimizin özelliklerini göz önüne alarak uygulamak gerektiğini savunmuştur.
    Yahya Kemal İstanbul’u dünyanın en güzel şehri Boğaz’ı İstanbul’un en güzel yeri sayar. Bu güzelliği vücuda getiren birinci unsur şaire göre güneş diğeri deniz dir. Üçüncü neden de Yahya Kemal’in musıkimize olan bağlılığı ve derin hayranlığıdır. O musıkimizi Türk mimarisi ile birlikte milletimizin meydana getirmiş olduğu en övünülecek şeylerden biri sayar.
    Yahya Kemal Parnasizm akımının şiirde biçim kusursuzluğuna verdiği değerden etkilenmiştir. Ancak onu parnasyen saymak kendinin de kabul etmediği bir özelliktir. Belki etkilenmiş demekle yetinilmelidir.
    Şiirlerinde Divan Edebiyatı’nın gül bülbül aşk şarap mazmunlarını kullanmış ancak şiiri günümüz Türkçesiyle yazmıştır. Nedim’den sonra ikinci İstanbul aşığı ve şarkı ustası sayılmıştır. Sağlığında herhangi bir şiir kitabı yayınlamamış şiirleri dilden dile yayılmıştır.
    **ümünden sonra kurulan Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü dördü şiir kitabı olmak üzere 13 eserini yayınlamıştır. Bunlar Kendi Gök Kubbemiz Rübailer Eski Şiirin Rüzgarıyla Bitmemiş Şiirler...
    En az şiirleri kadar önemli nesir yazıları da vardır. Bunların büyük kısmı fikir yazıları sohbetler anılardır. Bunlardan en önemlileri Aziz İstanbul Eğil Dağlar Siyasi ve Edebi Hatıralar’dır.

    Ahmet RASİM
    Türk basınının en sürekli yazan gazetecilerindendir. Yazılarındaki güç her sınıf halkın yaşayışını inançlarını gelenek ve göreneklerini çok iyi bilip tasvir ettiği kişileri şiveleri argoları kılık kıyafet ve tüm incelikleriyle yansıtmasındandır. İstanbul folklörüne ait bilgisi çok geniş dış gözlemi çok güçlüdür. İstanbul’u anlatır İstanbul’u yaşar.
    Onun yazılarında tüm İstanbul mesireleri kahveleri çarşıları semtleri patlıcan kızartırken ahşap evini tutuşturup koca bir yangına sebep olan kocakarıdan tutun da Yahudiye seyyar satıcıya kadar binlerce İstanbullu olanca canlılığı ile yaşar.
    Ahmet Mithat Efendi ile başlayıp Hüseyin Rahmi ile yürüyen halkçı edebiyat anlayışına Ahmet Rasim bir gazeteci bir halk yazarı olarak katılır. En çok makale fıkra gezi anı türünde eserler vermiştir. Bunun yanında hikaye ve roman türünde eserleri de vardır.
    İlk Sevgi Mektep Arkadaşım Askeroğlu Hamamcı Ülfet gibi hikaye ve romanlarından başka Falaka isimli çocukluk hatıraları kitabı Osmanlı Tarihi adlı ders kitabı Gülüp Ağladıklarım Muharrir Bu Ya Şehir Mektupları adlı değişik türde eserleri vardır.

    Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI
    Türk edebiyatında genç nesillerin Doğu edebiyatı Batı edebiyatı taraftarı olarak ikiye bölündüğü bir sırada yetişmiştir. Daha çok Batı edebiyatına sempati duyarak Servet-i Fünuncularla çok yakın dostluklar kurmasına rağmen hiçbir tarafa katılmamış yalnız kendi zevk ve karakterinin yolundan yürümüştür. Gelibolu’da oturduğu için İstanbul’daki edebi hareketlerden tamamen habersiz bulunuyordu. Bunun için onun şiirdeki ilk rehberleri bu taşra şehrinde sık sık karşılaştığı saz ve tekke şairleri oldu.
    Saz ve Tekke şairlerinin etkileri o İstanbul’a geldikten sonra bile devam etti. Bu etki daha çok nazım şekli vezin ve üsluba ait olarak göze çarpar. Bu anlayıştaki şairin tartışmalarda elbette heceyi ve halk dilini savunması doğaldır.
    Şiirlerinin konusu daha çok aşk tabiat nostalji çocukluk hatıralarıdır. Bu şiirlerdeki başarıyı sağlayan en önemli nokta duyguların ifadesindeki samimiyettir. Buna konuşma dil ve üslubuna gösterdiği özeni de eklemek gerekir. Yunusvari söyleyiş şiirlerinin dilde kolay kalmasını sağlamıştır.Çok geniş bir ansiklopedik bilgiye sahip olduğundan “Feylesof” ünvanını alan şairin Serab-ı Ömrüm adlı şiir kitabı vardır.
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  2. #2
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    MİLLİ EDEBİYAT

    Türk edebiyatında Türk milliyetçiliği düşüncesi Tanzimat döneminde başlamıştır. Bu dönemde özellikle Şemseddin Sami şiirin sadeleşmesiyle ilgili yazılar yazıyor Orhun Abideleri’ni Kutadgu Bilig’i Türkiye Türkçesine çevirerek ilgiyi Ortaasya’ya çekiyordu.
    Ayrıca Ahmet Vefik Paşa makaleleriyle Türklük düşüncesini yaymaya çalışıyordu. Ancak bu kişisel çabalar aydınlar arasında tam bir birlik sağlamaktan uzaktı. Özellikle kalemi güçlü şairlerin Fikret’in Cenap’ın Abdülhak Hamit’in sanat için sanat görüşüne takılmaları bu çalışmaların yeterince güçlenememesine neden oluyordu. Oysa 1908'li yıllara gelindiğinde ortada artık bu güçlü sanatçıların adı duyulmuyurdu. Özellikle o yıllarda Balkan Savaşları’nın ya da azınlık isyanlarının çok olması halkta büyük tepki uyandırmış Arapların isyanıyla İslamcılık görüşü de geçersizleşmiş ve milliyetçilik akımı büyük bir güç kazanmıştır. Böyle bir ortamda sanatçıların kişisel düşünceyle yaptıkları sanat da elbette pek rağbet görmemiştir. Hatta sanat değeri olmayan kuru şiirler sırf milletin hissiyatına seslendiğinden büyük rağbet görmüştür.
    İşte böyle bir ortamda Fecr-i Aticilerin kişisel sanat anlayışları yeterince güçlenememiş ve topluluk dağılmıştır. Bu sırada İstanbul’dan uzakta Selanik’te yayın yapan Genç Kalemler Dergisi Yeni Lisan adlı makaleler dizisiyle dilin nasıl sadeleşeceği konusunda yollar ortaya koyuyor bu görüşün savunucuları sade dille güzel eserler yazıyorlardı. Yeni Lisan makalelerinde ileri sürülen görüşleri şu şekilde maddeleştirebiliriz:
    1. Arapça Farsça tamlamalar ve gramer kuralları asla kullanılmayacak bunların yerleşmiş olanları kalabilecekti.
    2. Halk dilinde yerleşmiş bulunan Arapça Farsça sözcükler kullanılacak bu dillerden yeni sözcükler alınmayacaktır.
    3. Arapça Farsça sözcükler halkın telaffuz şekline göre yazılacak asılları dikkate alınmayacaktır.
    4. Yazı dilinde milli söz dizimi hakim olacaktır.
    5. Konuşma ve yazı dili Türkçenin en olgun en güzel şekli olan İstanbul Türkçesi olacaktır.
    İlk defa Ömer Seyfettin ile Ali Canip’in birlikte çıkardıkları Genç Kalemler dergisine daha sonra Ziya Gökalp de katılmış her geçen gün artan savunucusuyla yeni ve güçlü bir Milli Edebiyat ekolü oluşmuştur. Fecr-i Aticiler bir ara dilde sadeleşmeye karşı çıktılarsa da özellikle Fuat Köprülü Hamdullah Suphi Yakup Kadri gibi güçlü kalemlerin Milli Edebiyat saflarına geçmeleri Fecr-i Ati’yi bitirmiş geride sadece Haşim kalmıştır.
    Milli edebiyat özellikle dil konusu üzerinde durmuştur. Yoksa sanatçıların kişisel görüşleri birbirinden oldukça farklıdır. Kimi sade bir dille kişisel konular üzerinde şiirler söylerken (Beş Hececiler) kimi vatan millet Anadolu kavramları üzerinde durmuştur. Belki de bu serbestlik Milli Edebiyat’ın sürekliliğinin en büyük sebebidir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

  • Şikayet, Telif hakları ve Yasal bildirimler için tıklayın.
  • .

    İletişim: [email protected]