Atatürk insanlığın ve ulusların yaşamında ekonominin taşıdığı temel önemi özenle gözönünde bulundurmuştu. Ekonomik düzen ve kalkınma alanında sergilediği önderlik savaş meydanlarında ve siyasal toplumsal alanlardaki başarılarından hiç de daha az önemli değildir.

Şimdiye değin dünyaya “Devlet ekonomik etkinliklerden tümüyle uzak durmalıdır.” diye dayatagelen ve sömürgeci müdahelelerini ulaştırabildikleri her ülkede üretken ekonomik kurumları bu bilim- ve demokrasi-dışı gerekçeyle yıkan ABD ve AB’nin kapitalizmin yeniden patlak veren dünya çapındaki bunalımı karşısında hiç sıkılmadan ekonomilerine devletleştirme de dahil en geniş devlet müdahelelerinde bulunmaları Atatürk’ün Uygarlık Projesinin ekonomi alanında da insanlığa ne büyük katkılarda bulunabilecek değerde olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Atatürk’ün bu üstün başarısı yalnız insanlık tarihini çok iyi inceleyerek toplum yaşamını bütünlüğü içinde görebilmesinin değil aynı zamanda demokrasi düzenine doğru anlam vermiş ve dürüstlüklü bağlı kalmış olmasının doğrudan sonucudur.

Bu bilinçledir ki daha Kurtuluş Savaşı sırasında kurulacak bağımsız Türk devletinin ekonomi politikasını hazırlamak üzere toplum-bilimci Ziya Gökalp’in başkanlığında bir bilimsel kurul oluşturmuştu. Çalışmalarını Ankara garındaki bir vagon içinde yürüten bu kurulun toplantılarına kendisi de fırsat buldukça katılmıştı.

Ne kapitalizmin ne de marksizmin kamu yararına dolayısıyla demokrasinin başta gelen niteliklerine uygun bir ekonomik düzen kurmaya yetmediği yeni bir modelin gerekli olduğu gözlemi bu kurulun çalışmaları sırasında dile gelmeğe başlamıştır.

Bu sağlam demokrasi anlayışı ve onunla doğal olarak birlikte giden bilimsel bakışa dayalı ekonomi anlayışı ile Atatürk Cumhuriyeti Türk ulusunu tarihinde ilk olarak tarım sanayi ve hizmetler sektörleriyle tam bir “ulusal ekonomi“ye kavuşturdu.

Atatürk’ün ekonomik düzene ilişkin görüşlerini 1930 yıllardaki demokratik devletçilik uygulamalarına geçmeden önce iki önemli vesileyle ortaya koyduğunu görüyoruz. 17 Şubat 1923′te topladığı İzmir İktisat Kongresi bu iki vesilenin ilkidir.

Ve burada henüz Lozan Andlaşması imzalanmadığı yeni Türkiye uluslararası tanınma aşamasına ulaşmamış olduğu için yalnızca ekonomik düzenin önemini ve kapitülasyon bağlarından tüm olarak kurtulmadıkça gerçek anlamında ulusun bağımsızlığa kavuşmuş olamayacağını vurgulamakla yetinir.

Birçok marksist yazarın savladığının ve kapitalizm yandaşlarının da sevinçle benimsediklerinin tersine olarak Atatürk İzmir İktisat Kongresi’nde devletin ekonomik düzendeki yerine ilişkin görüşlerini ve bu alanda kapitalizm ve marksizme yönelik eleştirilerini henüz ortaya koymaya sıranın gelmediğini görmüş ve buna girişmemiştir.

Ekonomik düzenin bu temel yönlerine ilişkin görüşlerini 1929′dan başlayarak gündeme getirmiş ve önce YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER adlı kitapta açıklamış sonra da devletçilik uygulamalarıyla yaşama geçirmiştir.

Bugün Türkiye’de bırakıldığı kadar özgürlük insan hakları çağdaş eğitim ve bilim kadın hakları … en büyük ölçüde bu demokratik devletçi ekonomik düzen temeli üzerinde gerçekleşebilmiş ve o temel baltalamalardan kurtulabildiği ölçüde ayakta kalabilmiştir.

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

Lozan Barış görüşmeleri sömürgeci Batılı devletlerin Osmanlı Devletini yıkıma götürmüş olan ekonomik ayrıcalıklardan (kapitülasyonlardan) vazgeçmek istememeleri yüzünden 4 Şubat 1923 günü kesilince Mustafa Kemal on üç gün sonra 17 Şubat 1923 günü İzmir’de İktisat Kongresi düzenledi.

Türk ulusunun tarihinde ilk olan bu iktisat kongresinde Atatürk’ün yaptığı konuşma O’nun ekonomiye bakışının ve daha sonra önderlik edeceği ekonomik düzen ve kalkınma uygulamalarının temel ögelerini içermektedir.

Batılı ülkelerin dayattığı Yeni Dünya Düzeni Küreselleşme Büyük Ortadoğu Ilımlı İslam Tasarımları gibi artık tümünün yaldızı dökülen aldatıcı terimlerle simgelenen ve bugün insanlığın 4/5′inin işsizlik verimsizlik iç ve dış savaşlar çağ-dışı düşünüş biçimleri alan sömürgecilik altında ezilmesine yol açan günümüz uluslararası ekonomi ortamında Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’ndeki uyarı ve önerilerinin kalıcı değeri daha da parlak bir biçimde görülmektedir.

“Bir ulusun yaşamıyla yükselişiyle çöküşüyle doğrudan doğruya ilgili olan (şey) o ulusun ekonomisidir. Tarihin de yaşanan deneylerin de ortaya koyduğu bu gerçek bizim ulusal yaşamımızda ve ulusal tarihimizde de tam olarak ortaya çıkmıştır.”

“Gerçekten de Türk tarihi incelenecek olursa bütün yükseliş ve çöküşlerin nedenlerinin bir ekonomi konusundan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Efendiler tarihimizi dolduran bunca başarılar zaferler ya da yenilgiler batışlar ve yıkımlar bunların tümü ortaya çıktıkları dönemlerdeki ekonomik koşullarımızla ilgilidirler.”

“Yeni Türkiyemizi kendisine yaraşır düzeye çıkarabilmek için ne yapıp edip ekonomimize birinci sırada önem vermek zorunluğundayız. Çünkü çağımız bütünüyle bir ekonomi çağından başka bir şey değildir..”

“Bir ulusun yaşamının gönenç ve mutluluğunun dayanakları olan ekonomiyle ilgilenememiş olması ilginç bir durumdur. İtiraf etmeliyiz ki biz ekonomimize gerektiği ölçüde önem vermemiş bulunuyoruz. (Bu durumun gerçek nedenlerini) incelediğimizde itiraf etmek zorundayız ki biz şimdiye değin gerçek bilimsel olumlu anlamıyla ulusal bir dönem yaşayamadık. Bundan dolayı ulusal bir tarihimiz olmadı. .. Osmanlı tarihinde bütün çabalar bütün çalışma ulusun isteği emelleri ve gerçek gereksinimleri açısından değil belki şunun bunun özel emellerini tutkularını doyurmak açısından yapılmıştır… (Devletin) iç örgütlenişi iç siyaseti tutkular ürünü olan bu dış siyasete göre düzenlenmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Oysa dış siyaset iç örgütlenişe ve iç siyasete dayandırılmak gerekir; yani iç örgütlenişin kaldıramayacağı bir genişlikte olmamalıdır. Yoksa düşsel dış politikalar ardında koşanlar dayanak noktalarını kendiliğinden yitirirler.”

“İşte Osmanlı hakanları bu temel noktayı unuttular. İç örgütlenişi dış siyasetlerine uydurmak zorunda kalınca ele geçirdikleri bütün ülkelerdeki bütün ögeleri yani dilleri dinleri gelenekleri her şeyi başka başka olan ve birçok uluslardan kurulu olan ögeleri olduğu gibi korumaya kalkıştılar ve onlara (bu amaçla) istisnalar ayrıcalıklar bağışladılar. Buna karşılık asıl öge uzun savaşlar yapmakla fetih meydanlarında ölmekle ele geçirilen ülkeleri ve halkını beslemekle ve onlara bekçilik etmekle kendi kendini yıkıyordu.”

“Bu nedenle ulus asıl öge kendi evinde kendi yurdunda kendi gerçek yaşam kaynaklarını üretmek için çalışmaktan tam anlamıyla yoksun bir durumda bulunuyordu. Bu tac sahipleri (buna ek olarak) ele geçirdikleri ülkelerin halklarını ve daha sonra yabancıları memnun etmek için doğrudan doğruya asıl ögenin haklarından yaşam ve ekonomi kaynaklarından bir çok şeyleri bağış olarak armağan olarak onlara veriyorlardı. Örneğin Fatih zamanında Cenevizlilere ve Patrike verilen ayrıcalıklar ile açılan yol kendisinden sonra sürekli olarak genişlemiş ve güçlendirilmişti. ..”

“..Yabancılar yalnız bu hakları korumakla da yetinmediler .. onları hergün biraz daha arttırmak için yollar aradılar ve buldular. İçerdeki azınlık ögeler koruyabildikleri iç örgütlerine dayanarak dışarının sürekli özendirme heveslendirme ve yardımlarına sığınarak devletin ve (ulusun) ana ögesinin yok edilmesi ile siyasal bir varlık elde etmek için çalışmaktan geri durmadılar. ..”

“Bu sürekli kovalama altında zaten yoksul düşmüş olan ana yurtta ana öge devlete verebilecek parayı güç sağlıyordu. Oysa sultanlar saraylar bâbıâliler göz kamaştırıcı gösterişe kesinlikle sahip olabilmek onu sürdürebilmek zevk ve tutkularını giderebilmek için her neye mal olursa olsun bu parayı sağlamanın yolunu aramaya düşmüşlerdir. O yol da borçlanma oldu. Öyle çok borçlanıyorlar öylesine kötü koşullar altında borç alıyorlardı ki bunların faizlerini de ödemeye olanak kalmadı. En sonunda bir gün Osmanlı Devleti’nin iflasına karar verildi. Maliye işleri hemen denetim altına alınmış ve başımıza Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) yıkımı çökmüş bulunuyordu.”

“.. Artık Osmanlı Devleti gerçekte ve uygulamada bağımsızlıktan yoksun bir duruma getirilmişti. Gerçekten de bir devlet ki kendi uyruğuna yüklediği bir vergiyi yabancılara yükleyemez; gümrük işlemlerini vergilerini ülkenin ve ulusun gereksinimlerine göre düzenlemekten yasaklanmıştır; bir devlet ki buna ek olarak yargılama hakkını yabancılara uygulamaktan engellenmiştir; böyle bir devlete doğal olarak bağımsız denilemez.

Devletin ve ulusun yaşamına yapılan karışmalar bu kadar değil daha çoktu. Doğrudan doğruya ulusun yaşamsal gereksinimlerinden olan örneğin demiryolu yapmak için örneğin fabrika yapmak için hiçbir şey yapmak için devlet özgür değildi. Kesinlikle karışılıyordu. Öyleyse yaşamını sağlamaktan engellenen bir devlet bağımsız olabilir mi? Belirttiğim gibi gerçekte devlet bağımsızlığını çoktan yitirmişti ve Osmanlı ülkesi yabancıların açık bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı içindeki Türk ulusu da tümden tutsak bir duruma getirilmişti.”

“Osmanlı devleti tümden çökmüştü. Ama düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devletini kuran Türk ulusunun da bu ana ögenin bu ülkenin gerçek halkının da çöküp darmadağın olduğunu sandılar. İşte bunda çok aldandılar. Osmanlı Devleti gibi çok devletler kurmuş olan Türk ulusu yok olmamıştır. Tersine yaşamına indirilen bu vuruşlardan dış ve iç düşmanların bu acı ve tiksindirici vuruşlarından birdenbire bütün dikkatini bütün uyanıklığını takındı ve yaşamını onur ve namusunu kurtarmak için tam bir kararlılıkla başını kaldırdı; birlik ve dayanışma içinde ortaya atıldı.”

“Ulusumuz elde ettiğimiz büyük zaferlerden daha önemli bir görevin ardındadır. O zaferin kazanılması ulusumuzun ekonomi alanındaki başarılarıyla olacaktır. Hiçbir uygar devlet yoktur ki ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş olmasın.”

“Siyasal askeri başarılar ne denli büyük olurlarsa olsunlar ekonomik başarılarla taçlandırılmazlarsa sürekli olamaz az zamanda sönerler. Bu nedenle en güçlü ve parlak zaferimizin de sağladığı ve daha sağlayabileceği yararlı sonuçları alabilmemiz için ekonomik egemenliğimizin sağlanması güçlendirilip genişletilmesi gerekir.”

“Efendiler içine girdiğimiz halk döneminin ulusal dönemin tarihini yazabilmek için de kullanacağımız kalem saban olacaktır. Bence halk çağı ekonomi çağı kavramı ile anlatılır.”

“Öyle bir ekonomi dönemi ki onda ülkemiz bayındır olsun ulusumuz gönensin ve zengin olsun. ‘Kanaat tükenmez hazinedir’ diyen yani azla yetinmeyi tükenmez hazine sayan felsefeye ekonomi dönemi son versin…Efendiler bu felsefeyi yanlış yorumlamak yüzünden bu ulusa bu ülkeye çok büyük kötülük edilmiştir. Biliriz ki Tanrı dünya üzerinde yarattığı bunca yararlı varlıkları bunca güzellikleri insanlar yararlansın .. diye yaratmıştır.. Eğer yurt denilen şey kupkuru dağlardan ovalardan kent ve köylerden kurulu olsaydı onun zindandan hiçbir farkı kalmazdı. Gerçekten de (yukardaki) felsefenin sahipleri bu değerli yurdumuzu böyle zindan ve cehennem yapmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Oysa bu yurt çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir yurttur.

İşte ülkemizi böyle bayındır cennet durumuna getirecek olan etkenler ekonomik etkenler ve çalışmalardır. Demek ki öyle bir ekonomi dönemi gereklidir ki artık ulusumuz insanca yaşamasını bilsin bunun neye bağlı olduğunu öğrensin ve onları yapmaya girişsin. Ülkenin bireyleri ellerindeki örnekleriyle tarımın ticaretin sanatın emeğin yaşamın birer temsilcisi olsunlar. Artık ülke böyle yoksul ve ulus böyle düşük düzeyde olmasın; ülkemize zenginler ülkesi bu yeni Türkiye’nin adına da çalışanlar ülkesi denilsin.”

“Tam bağımsızlığı sağlayabilmek için tek gerçek güç en güçlü temel kesinlikle ekonomidir.” “Ekonomi savaşı sürüyor. Uzun sürecektir. Ama bunu da kesinlikle kazanacağız.”

“Ekonomi demek her şey demektir. Yaşamak için mutlu olmak için insanca var olmak için ne gerekliyse onların tümü demektir.”

“Sanayimizi de arttırıp genişletmek zorundayız. Eğer sanayi konusunda yine savsaklayıcı olursak o zaman sanayi ürünlerinde yine dışarıya haraç verme durumunda kalırız. ..”

“Ticaretimizin yabancıların elinde kalması ülkemizin zenginliklerinden gerektiği ölçüde yararlanamamaya neden olur.”

“Bizim halkımız çıkarları biribirinkinden ayrılır sınıflar durumunda değil tersine varlıkları ve çalışmalarının ürünleri biribirine gerekli olan sınıflardan kuruludur. .. Bütün bu sınıflar aynı zamanda zengin olmalı ve yaşamın gerççek tadını alabilmelidir ki çalışmak için yetenek ve güç bulabilsin.”

“Efendiler görülüyor ki bunca kesin ve yüksek bir askeri zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan alıkoyan neden doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir; ekonomik düşüncelerdir. Çünkü bu devlet bu ulus ekonomik egemenliğini elde ederse öylesine güçlü bir temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeğe başlamış olacaktır ki artık bunu yerinden kımıldatmak olanağı kalmayacaktır. İşte düşmanlarımızın gerçek düşmanlarımızın uygun bulmadıkları bir türlü olur demedikleri şey budur.”


(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri C. II s. 99 – 112′den Prof. Dr. Özer Ozankaya tarafından alınarak özleştirilmiş ve özetlenmiştir.

Atatürk’ün Ekonomi modeli konusunda daha geniş inceleme için bknz.: Özer Ozankaya CUMHURİYET ÇINARI Cem Yay. IV. Bsm. 2003).
Prof. Dr. Özer OZANKAYA
İLK KURŞUN