Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna Boşnak Sırp ve Hırvatların bir arada yaşadığı çok kültürlü bir Avrupa şehri...






Dağların arasına kurulmuş yemyeşil Saraybosna rengârenk çiçekleriyle yalnız kendini değil dünyayı süsleyen bir kent. Karlar arasında dahi ağaçların büyüleyiciliğine kapılmaktan alıkoyamıyor kendini insan... Beyaz da yakışıyor bu şehre; yeşilin tonları da. Her ne kadar çevredeki binaların duvarlarına dikkatlice bakıldığında görülen kurşun delikleri garip bir hüzün katıyorsa da Saraybosna’ya... Saraybosna 15. yüzyılda bugün anladığımız manada kent halini alan büyümesi ve gelişmesi ise 17. yüzyıla rastlayan Müslüman bir Doğu Avrupa şehri. Tarih bilginizi biraz zorlarsanız bu küçük kentin uzun bir dönem Osmanlı egemenliğinde kaldığını kısa bir süre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kontrolüne girdiğini ve I. Dünya Savaşı’nın başladığı yer olduğunu hatırlayabilirsiniz. Bu nedenle Saraybosna’da Osmanlı mimarisinin yanı sıra klasik Alman mimarisi de sık sık karşınıza çıkacak. Neo-rönesans ve neo-barok yapılar bir kısmı restorasyon halinde bile olsa sizi büyüleyecek.






NE BATILI NE DOĞULU

Raylı sistemin bir hayli geliştiği Saraybosna tramvay duraklarıyla dolu... Tavsiyem herhangi bir tramvaya binmeniz ve kentte bir yerleri aramaya çalışmadan ‘rasgele’ bir tur yapmanız. Gözünüze kestirdiğiniz bir yerde de inip yine rasgele girdiğiniz bir kahvede Boşnakların meşhur kahvesinin tadına bakmalısınız... Saraybosna’daki binalar incelendiğinde yapıların melez bir dokuya sahip olduğu hemen göze çarpıyor. Yapılar ne Batılı ne de Doğulu... Camiler kiliseler sayıları az da olsa sinagoglar iç içe geçmiş. Bu da Saraybosna’nın kendisiyle ne kadar barışık bir kent olduğunun bir göstergesi... Çek mimar Jan Kotera modern mimari örneklerinin de yer aldığı bu şehre Prag tarzı bir restorasyonun ve şehir planlamasının çok yakışacağını söyler bir kitabında. Belki haklıdır da; iki kentin de küçük ama kozmopolit yapıları düşünüldüğünde. Ne var ki Saraybosna’nın aynı zamanda bir endüstri şehri olması kent dokusunu çok elverişli kılmamaktadır bu tür bir yenilemeye.
Çünkü kendi kurgusunu çoktan yaratmıştır Saraybosna...

TARİHİ SAKLIYOR...

Evliya Çelebi’ye göre Belgrad’dan sonra Balkanların en mamur kenti ‘Bosna-Sarayı’dır. Boşnakların atası sayılan Bogummillere ait kalıntılar ortaçağdan kalma mezartaşları Stecak’lar Romalılara ait köprüler ve sonradan Osmanlıların onardığı Roma Kalesi ile tarihin derinliklerinden gelen bir kent burası. Öte yandan Ortodoks Kilisesi Katolik Kilisesi eski sinagog Gazi Hüsrev Bey (Begova) Camii ile birlikte aynı zamanda gerçek bir hoşgörü merkezi. Ülkede Osmanlı’dan beri kurulagelmiş olan yüzü aşkın cami bulunuyor. 4.5 milyon insanın yaşadığı Bosna Hersek’in başkenti 380 bin kişiyi barındırıyor bünyesinde ve bunların büyük çoğunluğu Boşnak. Geriye kalan nüfusu Hırvat ve Sırplar oluşturuyor.






KÜLTÜR KENTİ

“Artık hiçbir haritaya bakamıyorum. Kentlerin adları yanık kokuyor” der Canetti ‘İnsan Taşrası’ kitabında. Sanki Saraybosna için söylenmiş bu söz. Ne yazık ki insanlık dışı dramları yoğun olarak yaşamak adeta kentin kaderinde yazılı. Evlerinin önü balkonları çiçeklerle donanmışgöllerinde kuğular yüzdüren bu insanların başından birçok trajedi geçmiş... O nedenle örtülemez bir biçimde hüzünlü tüm neşesinin altında. Nice yıkıma rağmen Saraybosna şimdi tam bir kültür kenti. Nobel ödüllü yazar İvo Andriç ünlü müzisyen Goran Bregoviç usta yönetmen Emir Kusturica gibi değerleri; dünya şairlerinin buluştuğu Şiir Günleri ile dünyanın en ışıltılı kentlerinden biri.

Arkeolojik anlamda da bir hayli zengin Saraybosna. Kentte ve çevresinde yapılan kazılarda gün ışığına çıkan eserler Saraybosna Ulusal Müzesi’nde sergileniyor. Burada tarih öncesi döneme ortaçağa ait bin bir çeşit güzellikte eseri bir arada görmeniz mümkün. Gelmişken çevreyi dolaşmalıyım açık havada vakit geçirmeliyim diyorsanız önerim Old Town’dan (eski şehir merkezi) Başçarşı’dan (Bascarsija) başlamanız olacaktır. Doğu’daki çarşıları andıran düzenlemesi envai çeşit eşyanın satıldığı dükkânlarıyla Başçarşı size hoş anlar yaşatacak ve sevdiklerinize eli boş dönmemenizi sağlayacak...
Kesinlikle görülmeli dediğim bir diğer yapı da Güzel Sanatlar Akademisi binası.

Aslında 19. yüzyılda bir kilise olarak inşa edilen yapı bugün üniversiteye bağlı. Her ne kadar hasar görmüş olsa da içindeki küçük kafede bir şeyler içmeden bu şehri gezmeyi tamamlamış sayılmazsınız.






‘TÜRKLERİN HEDİYESİ’: MOSTAR

Uzun zamandır ilk kez sebze ve meyveler bu kadar lezzetli geldi bana. Sonradan öğrendim ki Bosna Hersek’te tarımın büyük kısmı organik olarak yapılıyormuş. Bu nedenle sebze yemeklerini kesinlikle denemelisiniz. Boşnakların kullandığı yağa alışmak biraz zaman alsa da ızgara ve kızartmaların tadına doyum olmuyor. Cevapcici ya da Burek gibi yemeklerse öğlen yemeği için ideal. Eğer favori bir yemekten bahsetmem gerekirse mutlaka ‘köfte’sini deneyin derim. Sunumu diğer ülkelerden farklı. Genelde pide içinde ve soğanla servis ediliyor. O kadar lezzetli ki; özellikle de ızgarada yapılanları... Böyle bir yazıda Saraybosna kadar ünlü Mostar kentinden söz etmemek olmaz. ‘Merkez’ istasyonundan sabah trenine binip günübirlik ziyaret edebileceğiniz Neretva Irmağı üzerinde yer alan Mostar adını ‘köprü’ anlamına gelen ‘most’ kelimesinden almış.

Keza Mostar Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin’in yaptığı köprüsü ile özdeşleşmişti 1993’e kadar. Bosna Savaşı’nda Hırvat topçuların ateşiyle yıkılan köprü Türkiye’nin başını çektiği uluslararası bir konsorsiyumun katkısıyla ERBU adlı bir Türk firması tarafından 28 ayda aslına uygun olarak inşa edilip hizmete girmiş durumda. Bugün barışın sembolü olarak gösteriliyor ve ülke halkı tarafından da ‘Türklerin Bosna’ya hediyesi’ olarak anılıyor Mostar Köprüsü. Yine eski ışıltısı görkemi ile orkestraları ağırlıyor konserlere eşlik ediyor aşıkları saklıyor... Eğer Saraybosna’da bir hafta veya daha uzun kalmayı düşünüyorsanız ciddiyetle gözden geçirmeniz gereken bir alternatif Mostar... Adını artık savaşlarla değil; kültür sanat ve hoşgörüyle bahsettiren Saraybosna’ya gittiğinizde emin olun ‘o’ bunu size ispatlayacak...