Özbekistan 447 bin kilometrekare yüzölçümü ve 25 milyonluk nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1991 yılında Özbekistan Cumhuriyeti’nin yeni özgür ama zorlu serüveni de başlamış. Tarıma özellikle de pamuğa dayalı ekonomisi zengin tarihi kültürel yapısı ve sağlam devlet yapısıyla geleceğe umutla bakmayı başaran bir ülke doğmuş.





TAŞKENT’İN CIVILTISI: SAYILGAH CADDESİ

Başkent Taşkent geniş caddeleri ormanı andıran parkları ile kocaman ve yemyeşil bir kent.
1966 yılında tüm çehresini değiştiren depremin ardından çağdaş şehircilik anlayışı ile yeniden yapılanmayı başarmış. Kentin ve genç Cumhuriyet’in sevinç dolu bahar havasını en çok Sayılgah Caddesi’nde hissediyorsunuz. Bu ünlü yürüyüş güzergâhı ele avuca sığmaz canlılığıyla sizi içine çekiveriyor. Sıra sıra kafeleri nefis Özbek pilavını tadabileceğiniz restoranları on dakikada harika bir portrenizi veya tipik karikatürünüzü yapmaya hazır çizer ve ressamları keşfedilmeyi bekleyen karaoke mekânları güler yüzlü ve içten insanlarıyla sürekli bir şölen havasında. Cadde değişim rüzgârlarının derin izlerine de tanıklık ediyor. Bir köşede saksafonunu satmaya çalışan yorgun müzisyeni diğer tarafta altın takılarıyla lüks arabasından inen genç ve hızlı işadamını görebilirsiniz. Yaşam bu caddede bir film şeridine dönüşüveriyor.Sayılgah Caddesi’ndeki Anadolulu Türklerin işlettiği market ve restoranlarda Türkiye’den gelen her türlü ürünün yanı sıra Türk mutfağının doyumsuz lezzetlerini de bulabiliyorsunuz.

METROSU SANKİ BİR MÜZE

Şehrin orman yavrusu parklarından birinde Çağatay Türkçesi’nin büyük şairi Ali Şir Nevaî’nin dev anıtı yer alıyor. Anıt ve parktaki gölet nikah dairesine giden genç çiftlerle dolu. Burada günün her saatinde biraz asık suratlı damatları ürkek gelinleri ve onları yönlendiren video kameramanları görebilirsiniz. Sonradan öğrendiğimize göre damatların asık suratlı olmasının nedeni gelecek faturalarmış. Taşkent’ten ayrılmadan önce metroyu mutlaka ziyaret etmeli. Evet metro tavanlarından sarkan gotik avizeleri yarı sürrealist yarı fütürist tablolarıyla müze gibi gezilecek bir yer. Üstelik metro ağının genişliği kentin trafik sorununu da çözmüş gözüküyor. Taşkent’in pazarları da Semerkant’ta da tanık olabileceğiniz gibi bir renk ve lezzet cümbüşü içinde. Asya’nın her yanından gelen envai çeşit kuruyemişlerin yanı sıra Orta Asya’nın en verimli vadisi Fergana’nın meyve ve sebzelerini de bulabiliyorsunuz. Bu pazarlar yöresel giysilerini kuşanmış satıcıları ile sizi aynı anda farklı diyarlara götürüveriyor.

Bir Koreli’den hazır yemek bir Türkmen’den halı bir Kırgız’dan şapka alabilirsiniz.

SEMERKANT’TA ZAMAN YOLCULUĞU

Bir Özbek atasözüne göre “Evrende iki büyük yol vardır. Gökyüzünde Samanyolu yeryüzünde İpek Yolu...” Bu çağdaş ve güzel kentten ayrılıp İpek Yolu’nun en önemli durakları Semerkant ve Buhara yoluna çıktığınızda zamanın eteklerinden kayıp düşmeye hazır olun. 2500 yıllık bir geçmişi sırtlayan dünya kültür mirasının hazinelerine dalacaksınız. Zaman duygunuzun sendelediğini tutunacak bir yerler aradığını hissedeceksiniz.
Semerkant Siab Pazarı’ndan Registan denen eski şehir meydanına rasathanesi ve medreselerine kadar başka zamanlara ait efsanevi bir kent. 1220’de Cengiz Han istilasında yıkılmış ama Maveraünnehir hükümdarı Timur’un 1370’de başkent yapmasıyla dirilmiş. Timur 35 yıllık iktidarı süresince masallara yaraşır bir şehir yaratmış. Tarih şiir matematik müzik ve özellikle astronomiye büyük ilgi duyan torunu Uluğ Bey dedesinin izinden devam etmiş.

Hükümdarlığı sırasında bir rasathane ve medrese kurup matematik ve astronomi eğitimi vermiş. Şehir kültür ve bilim merkezine dönüşmüş.
Bugün de kentin en etkileyici yeri eski bir kültür merkezi olan Registan (Kum Meydanı). Uluğ Bey Şir Dar ve Tel Kari medreselerinin çevrelediği meydan canlılığını koruyor. Sırasıyla 1420 1636 1660 yıllarına tarihlenen bu yapılar dünya kültür mirasındaki yerlerini almışlar.
Semerkant’taki en önemli eserlerden biri Özbeklerin ‘Gur Emir’ olarak adlandırdıkları Timur’un henüz hayattayken yaptırdığı türbesi. Timur’un yanı sıra en sevgili torunu Uluğ Bey ve piri Seyyid Berk’in de yattığı türbe turkuvaz çinileriyle göz alıcı bir ihtişama sahip. Çinli eşi Bibi Hanım Cami ve Medresesi ise kentin diğer tarafında.
Bir başka anıt mezar da Şahı Zinde Türbesi. Araplar İslamiyet’i yaymak için Semerkant’a geldiklerindeHz. Muhammed’in kuzeni Kusem İbn-Abbas burada şehit olup defnedilmiş.

İnanca göre İslam uğruna şehit olanlar hiçbir zaman ölmeyeceği için Kusem İbn-Abbas’a “Şahı Zinde” yani yaşayan Şah adı verilmiş. Bugün de çevreleyen türbe ve mescitlerle kutsal ziyaret yerlerinden biri durumunda.





BUHARA’NIN TURKUVAZ DÜŞLERİ

Semerkant gibi Buhara da tarihi mimarisi özellikle eski Şehristanıyla fantastik bir öykünün düşsel mekânlarına benziyor. 1127’de yapılmış 47 metre yüksekliğindeki Kalan Minare’ye -Tacikçe “büyük” demek- çıktığınızda Ömer Hayyam’ın Firdevsi’nin İbn-i Sina’nın Timur’un Uluğ Bey’in Bîrûnî’nin mekânlarında soluk aldığınızı hissediyorsunuz. Hemen doğudaki Mir-i Arab Medresesi kubbelerindeki çinilerin coşkulu renkleriyle öne çıkıyor. Abdul Aziz Han ve Uluğ Bey medreseleri onun arkasında. Güneylerinde Nadir Divan Bey Medresesi ile Lebi Havuz. Uzaklarda Samani hükümdarı İsmail bin Ahmed’in mütevazı ve zarif türbesi...

Kalan Minaresi’nden indiğinizde kent sokaklarında başka zamanlara dalıyorsunuz. Kalem ve çini işçiliğindeki renkler ve desenlerin coşkusuyla büyüleniyorsunuz. Eski giysilerdeki ince örgüler ve estetik motifler şaşırtıcı. Detaylardakibu zenginlikte köklerini doğadan alan ve tüm zamanların imbiğinden süzülen Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanmış görkemli bir kültürün izleri var.

1620’de yapılan Lebi Havuz halkın suyla ve yeşille buluştuğu bir yer olmuş. Dut ağaçlarının gölgesinde yeşil çay içip satranç oynayan ihtiyar delikanlıların suskunluğuna havuzu kulaçlayan çocukların neşesi karışıyor. Kahvaltıda tanıştığımız Çek fotoğrafçılara bisikletle Pekin’e pedal basan Alman çift katılıyor. Farklı kültürleri yaşamayı yeğleyen gezginler düşünce ve deneyimlerini paylaşıyor. Yeni rotaların düşleri filizleniyor. Buralar gezginler için bir okula dönüşmüş.

Bu diyarları belgesellerle fotoğraflarla anlatmak mümkün değil. Gidip yaşamaktan başka çare yok. Dünya Kültür Mirası’nı incileriyle taçlandıran Özbekistan’a gidecekleri Özbekçe uğurlayalım. “Yolunuz ak bolsin.”