Tarih defalarca ağlatsa da küllerinden yeniden doğarak yükselen Varşova grinin güzel olabildiği belki de tek şehir.







Prag’ın Kafka’sı Macaristan’ın Houdini’si vardı... Varşova’nınsa derin ama mağrur bir hüznü var. Her yüzyılında yıkımı savaşı parçalanmayı görmüş bir şehir karşınızdaki. Eskinin üzerine kurulmamış çünkü hiçbir ‘eski’ eski olacak kadar uzun süre var olmamış. Ne kadar korunmayı denenmişse o kadar yıpranmış; ama her seferinde hatırlananlara dayanılarak yeniden oluşturulmuş. Hiç yakınılmadan hiç üşenilmeden. Polonya’da diğer eski Doğu Bloğu ülkelerinin aksine İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımdan yakınan kimseyi bulamayacaksınız. Unutmuş olduklarından ya da üzerinde durmadıklarından değil; biraz aristokrat biraz da kaderci bir tavır vakur bir duruş şehre ve şehirlilere hakim olduğundan. Buna en güzel örneklerden biri İkinci Dünya Savaşı’nda ölen askerler için yapılan anıt mezarlıktır. Şehir merkezi’nden Old Town’a (Eski Şehir) giden yol üzerinde tek bir mezardır bu anıt. Bir arkadaşım bunu “Ölen on binlercesi yerine tek bir kişi ölseydi daha mı az acı olacaktı?” diye açıklamıştı.

Varşova Havalimanı belki de Avrupa’nın en az gelişmiş havalimanı; bu az gelişmişliği nedeniyle belki de en kolay yer-yön bulunabileni. Ne kaybolmak mümkün ne de gecikmek. Her şey modernist bir işlevsellik düzeneği içerisinde yerleştirilmiş. Uzun mesafeler yürümek ya da bir sorununuz olduğunda havalimanının bir ucundan diğerine koşturmak zorunda değilsiniz.

YÜRÜYEREK KEŞFEDİN

Şehir içinde ulaşım ucuz ve kolay. Tramvaylar ya da otobüsler ve hatta taksiler sizi istediğiniz yere uygun fiyata götürürler. Ancak benim önerim rahat bir ayakkabı giyerek bu güzel ve genelinde düz şehri yürüyerek dolaşmanız olacaktır.

Bu sayede şehir içine serpilmiş parkların arasından da geçme imkânı bulursunuz. Bir başkentte bu kadar park görülmesi ender bir durum; Avrupa için bile. Bir baştan diğerine uzanan iyi bakılmış güvenli ve insana sayfiye havası veren yerlerdir genelde.

Parklar için bir şehre gidilir mi demeyin şehrin hareketliliğinden bir adımda uzaklaşmak ve sanki başka bir dünyaya gitmek tatilde bile insanı rahatlatır. Üstelik yürüyüş yolları bu kadar iyi düzenlenmiş kuşların ve ufak hayvanların içinde yaşamayı sürdürdüğü bu alanlar aynı Varşova gibi sizin de nefes almanızı sağlayacaktır.






ALTIN KENT

Dünyanın en zarif ve nazik insanları olarak tanınan Polonyalılar “sonbahar kenti” derler Varşova’ya ve eklerler ardından “Bütün mevsimleri eksiksiz yaşayacağınız bir kenttir ama her sonbahar şairin deyimiyle SoMbahara dönüşür”. Lazienski Parkı’ndan dökülüp adeta bütün kenti kaplayan yapraklar gerçekten de Varşova’ya ‘Altın kent’ unvanını hak ettirir bir görüntü kazandırır. Ördeklerini besleyip kuğularını seyredip sincapları ile ağaç kapmaca oynayabilirsiniz; yorulunca o koskocaman Chopin heykelinin gölgesinde soluklanırken kulaklarınıza mutlaka onun piyanosundan birkaç nota düşecektir.

Chopin’in o kocaman yüreği Varşova’ya 35 kilometre uzaktaki St. Cross Kilisesi’nde saklanır ve her hafta sonu tüm Avrupa’dan meraklıları özel turlarla burada verilen konserleri dinlemeye gelirler. Ancak bu ünlü müzisyeni dinlemeye gitmeden önce parkın içinde yer alan birisi yazlık diğeri kışlık iki ayrı tiyatroda klasik ya da modern oyunları seyretmeden de geçemezsiniz. Aynı parkta 1683’teki Viyana kuşatmasında Kara Mustafa’nın ordusunu hezimete uğratan Leh Kralı Jan Sobieski’nin heykeline de uzun uzun bakarak tarihte dolaşabilirsiniz. Bu parka açılan Nowy Swiat ise en ünlü caddedir ve insanın neredeyse tüm zamanını alır. Zira bütün binalar aslına uygun olarak yeniden yapılmışlardır ve gerçekten çok görkemlidirler. Burada birazcık tarihe dönmeniz gerekebilir. Zira III. Zygmount Waza 1596’da malikânesini Krakow’dan buraya kökleri 11. ve 12. yüzyıla dayanan Stare Brodno adlı küçük ticaret merkezine taşıdığından beri başkent olarak kullanılan Varşova kenti tarihin en acılı gözyaşları ile ıslanmıştır. Tarih defalarca ağlatmıştır bu kenti. Ama gene de cesaretini elinden alamaz. Varşova Eski Kent (Stare Miasto) ve Yeni Kent (Nowe Miasto) olarak ikiye ayrılır.

Planlamacılar Eski Kent’i hep bir çekirdek olarak tutarak etrafında 18. yüzyıldan itibaren Yeni Kent’i oluştururlar. İşte Almanlar 1939’da Varşova’nın kalbi sayılan Eski Kent’e girdiklerinde buraya hiç dokunmazlar; ama 1944’teki Varşova ayaklanması sonunda eski-yeni bırakmadan tüm kenti yerle bir ederler. Eski Kent’in pazar yerinde satılan kartpostallardan alarak o yıkımı ve şimdiki halini karşılaştırmak mümkün... Bu kent her defasında taş taş üstünde bırakılmadan (örneğin Hitler çekilirken binalar iyi yıkılsın diye tuğlaların arasına bile patlayıcılar yerleştirtir) yıkılır ve her seferinde yeniden eskisine uygun inşa edilir. Eski fotoğraflar örnek alınarak...






ESKİ KENT’TE İKİNDİ VAKTİ...

Küçük bir alanı kaplayan Eski Kent; kafeleri sokak ressamları seyyar satıcıları kehribar işlemecileri ortaçağdan kalma kiliseleri ve 15. yüzyıla uzanan evleri ile tadına doyulmaz saatler geçirtecektir size. Kenti tam ortasından ikiye bölen Vistül ırmağının sağ ve sol yakalarında sıralanan ‘Karşı Reform’ döneminden kalma Cizvit kiliseleri ile Barok üsluplu kiliseler de kentin tarihinde önemli bir yer kaplar.

Parkın içinde kurulu çok sayıda saraydan biri olan Belveder Sarayı artık Cumhurbaşkanlığı konutu olarak kullanılmaktadır. Varşova’nın ününe ün katan yapıları arasında ortaçağdan kalma tuğla tahkimatı ile Barok kiliselere tek başına meydan okuyan gotik St. Jan Katedrali ile Zamkowy Meydanı’ndaki Kraliyet Şatosu bütün barbar saldırılara karşı kendilerini adeta yeniden üretir ve bizlerden esirgemezler. Varşova’nın tüm dünyadaki birkaç kültür kentinden biri olması da rastlantı değildir. Uzun yıllar ülkenin sembolü olarak ‘Bilim ve Kültür Sarayı’ binası kullanılır. En görkemlisinden bir heykelini diktikleri Copernicus’un Madam Curie’nin torunları olarak ince bir zariflikle övünmelerinden daha doğal ne olabilir? Öte yandan 1939-1945 yılları arasında ölen Varşovalı sayısının 800 bini bulduğunu öğrenince nasıl direngen ve yıkılmaz bir tarihin içinden süzülüp geldiklerini de anlayabilirsiniz.






AH O YEMEKLER YOK MU...

Varşova’da yemekler çok lezzetli her mutfaktan her çeşit yemeği bulmak mümkün fiyatlar çok uygun ve yemekler dev tabaklar dolusu servis ediliyor. Buna karşın Polonya’nın özgün yemeklerinden bahsetmek biraz zor olacak. Gulaş burada da diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yaygın. Ulusal yemekleri ise Türk mutfağına yabancı değil. Hangi ülkenin yemeği olursa olsun özgün değil çoğunlukla Leh usulü ve kendilerine has soslarıyla sunuluyor. Batının doğusundaki bu uzun zamandır unutulmuş ve içine kapanmış şehir size klasik Avrupa görüntüsünden farklı bir tat sunuyor. Öteki Avrupa’yı görmek isteyenler için hem ekonomik açıdan onları zorlamayacak hem de doyasıya zevk alabilecekleri bir şehir grinin güzel olabildiği belki de tek şehir; Varşova...