Zaman gelmiş zaman geçmiş. Günler gelmiş aylar geçmiş. Aylar gelmiş yıllar geçmiş.

Keloğlan elli iki yaşına girmiş nereden duyduysa adını duymuş kafasında iyice yer edinmiş mücevher ağacını bulmak üzere yola çıkmış.

Keloğlan gele geçe pınardan soğuk su içe yolu bir ormana düşmüş. Ormanın adını sorarsanız Keloğlan bilmez bana sorarsanız ben hiç bilmem ağaçlarla dolu bir yermiş.

Keloğlan sağına bakmış ağaç soluna bakmış ağaç gitmiş gitmiş hep ağaç. Bu durum kafasında şöyle bir çağrışım uyandırmış. Bu ağaçlar topraktan çıktığına göre ağaçları toprağın saçları sayarsak bu orman saçlı bir adamın başına benzer. Saçları olmayan kel birinin başı ağaçsız bir toprağa benzediğine göre bu ormana Keloğlan Ormanı demek doğru olmaz.

Keloğlan ormanda yolunu kaybetmemiş ve ağlamayan 18 yaşında genç bir kızla karşılaşmış. Keloğlan sormuş:

“ Güzel kız ormanda kayboldun mu? Anan baban nerde? Hangi köydensin? Söyle de seni köyüne gö türeyim. “

Bunun üzerine genç kız şöyle demiş:

“ Bu ne soru kalabalığı böyle? Ortada sincap yok kuyruğu yok sincabın ağırlığını tahmin etmeye çalışıyorsun. Sincap iki kilo gelse sana ne dört kilo gelse bana ne? Gelelim çimenin faydalarına: Bu ormanda kaybolmadım. Anam babam evdedir. Yapraklı Köyü’ndenim. Ormanın ne tarafında kalır bilir misin? “

“ Yapraklı mı? Adını hiç duymadım. Ormanın ne tarafında kalır ne bileyim? “

“ Hani az önce seni köyüne gö türeyim falan diyordun da. “

“ Ha doğru ya öyle dediydim. Seni bu koca ormanda yalnız görünce öyle şaşırdım ki ne dediğimi bilemedim. Deyiverdim işte. Hem kız adın ne senin söyleyiver de bileyim. Konuşma tarzın güzel de bir acayibime gitti. “

“ Bravo konuşma tarzım bir kulağından girip ötekinden çıkmamış. O zaman söylediklerim iki kulağına küpe olsun. Benim adım Fatma ama erkek Fatma diye bilirler beni. Anadolu’da Fatma çoktur ama erkek Fatma deyince bir ben hafızalara düşerim. “

“ Fatma. Hem erkek hem Fatma. Ne iş? “

“ İnce iş. “

Daha sonra Keloğlan başından takkesini çıkararak şöyle demiş:

“ Fatma söyle bakalım ben kimim? “

Bunun üzerine Fatma sağ kaşını yukarı kaldırarak bir süre Keloğlan’ı süzmüş:

“ Dur bakalım! Yoksa sen şu Keloğlan mısın? “

“ Peh nasıl da bildin. Ama adım ne diye sormasam dikkatini toplayamazdın. “

Fatma Keloğlan’ı bir kucaklamış ki Keloğlan ayaklarının yerden kesildiğini hissetmiş.

“ Dur kız! Fatma! Bir gören olacak. Sonra ne derler? Bırak beni. “

Fatma Keloğlan’ı bırakmış.

“ Bu ormanda bizi gören olmaz. Hem görseler bana ne? Dünyanın en ünlü macera kahramanına sarılmışım kime ne? Vay be! Hal ve gidiş pekiyi. Durum vaziyetleri çok iyi. Çocukluğundan beri yaşadığın olayları bizim köyde hikâye diye anlatıyorlar. Bir zamanlar padişah falan da olmuşsun. Ellili yaşlardasın sanırım. Kaç yaşındasın? “

“ Elli iki yaşındayım. “

“ Elli iki mi? Yok canım inanmadım. Şuna kırk diyelim ne dersin? “

“ Tamam olur. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun. Hem benim de işime gelir kırk yaşında olmak. Dur bakalım sen kaç yaşında olabilirsin? On sekiz yaşında varsın. “

“ Hey be! İşte size iyi bir tahminci. Keloğlan olsun da benim yaşımı bilemesin? Keloğlan olsun da atıp tutturamasın? Doğru bildin on sekiz yaşındayım. Sana Keloğlan Keloğlan diyorum ama yaşın benden ilerde. Acaba adınla hitap etmeme izin çıkar mı? “

“ Sen bilirsin be Fatma. Benim adım Keloğlan. Tabi ki adımla hitap edebilirsin. Senden küçük beş on yaşında çocuklar bana Keloğlan derler. Aslında adım İbrahim ama anam bile bana Keloğlan der. “

Daha sonra Keloğlan üstünde altınlar elmaslar zümrütler dolu olan mücevher ağacını bulmak ve onları toplayıp fakirlere dağıtmak istediğini söylemiş.

Bunun üzerine Fatma:

“ O topladıklarının bir kısmını kendine ayıracaksın değil mi? “ diye sormuş.

Keloğlan:

“ Yok öyle şey yok. Bir tekini bile kendime ayırsam elime yapışır. “

“ Ben de seninle gelsem kendime bir kese altın elmas zümrüt alabilir miyim? “

“ İstersen al sana karışmam ama benimle gelmene anan baban izin verir mi? “

“ Bunun kolayı var. Bizim köye gideriz izin isteriz. Hem köydekiler meşhur Keloğlan’ı görürler. “

Köyde Keloğlan coşkulu bir şekilde karşılanmış. Eğlenceler düzenlenmiş ziyafetler verilmiş. Fatma’nın Keloğlan’la gitmesi için izin çıkmış. Keloğlan dönüşte bu köye uğrayacağına dair köylülere söz vermiş.

Köyden ayrıldıktan sonra Fatma’nın elinde çuval olması Keloğlan’ın dikkatini çekmiş. Keloğlan sormuş:

“ Fatma o çuval nedir? Neden onu gö türüyorsun? “

“ Mücevher Ağacı’ndan kendime ayıracaklarımı buna dolduracaktım. “

“ Ne buna mı? Ama bu dünyanın mücevherini alır taşıması sorun olur. Bu dolunca belki geriye bir avuç mücevher kalır. “

“ Tamam işte. Sen de o bir avuç mücevheri bizim köyde dağıtırsın. Hem dünyada benden fakir insan bulamazsın. Tek dikili fidanım bile yok. On sekiz yaşındayım çeyiz bohçamda bir parça kumaş yok. Bohça bomboş. Çuval mücevher dolu olunca bana tüy gibi hafif gelir. “

Keloğlan Fatma’nın uyanıklığına ve sirke gibi keskin zekâsına hayran kalmış. Keloğlan ile Fatma dağ-taş yürümüşler kasabalardan köylerden geçmişler soğuk sulardan içmişler ve sonunda içinde mücevher ağacının bulunduğu kutsal toprakların yakınındaki bir köye gelmişler.

Keloğlan köydekilere durumu anlatmış. Köydekiler buna çok sevinmişler. Keloğlan ve Fatma’nın yanına yol gösterici olarak Hasan’ı verip hemen yola çıkmasını öğütlemişler. Keloğlan dönüş yolunda nasılsa bu köyden geçecekmiş. Keloğlan’ın bu köyde dağıtacağı mücevherler şimdiden göz kamaştırmış.

Mücevher Ağacı bu köye çok yakınmış ama bu köyden birinin mücevherleri dalından koparması yasakmış çünkü o zaman Mücevher Ağacı’nın kuruyacağına inanıyorlarmış. Köydekiler her gittikleri yerde Mücevher Ağacı’nı anlatırlar yerini tarif ederlermiş. Mücevherler toplandıkça yenisi çıkarmış.

Keloğlan oradaki köyden Hasan’ı aldıktan sonra Fatma ile birlikte yola çıkmışlar. Üçü birlikte ileri doğru yürümüşler. Daha sonra bir dereye varmışlar.

Köylü Hasan:

“ İşte geldik. Bu derenin adı Hırçın Dere. Dereyi geçtik miydi kutsal topraklar başlıyor. “

Fatma:

“ Hırçın Dere dedin de bu derenin neresi hırçın? Sakin sakin akıp gidiyor.”

Köylü Hasan:

“ Fatma sen onun adına aldanma. Adı hırçındır ama akışı hırçın değildir. Sessizce akıp gider. Kendimi bildim bileli adı hep Hırçın Dere’dir. Eskiler adına öyle demişler. Dereye girmeden paçaları sıvayalım. Korkmayın bu derenin en derin yeri diz boyunu geçmez. “

Derenin karşı kıyısına ulaştıklarında köylü Hasan:

“ Buradan ilersi göz alabildiğince kutsal topraklardır. Mücevher Ağacı Uzun Dede türbesinden ilerdedir.

Fatma:

“ Neden adına Uzun Dede demişler. Boyu iki metre var mıymış?

Köylü Hasan:

“ Uzun Dede çok eskiden yaşamış. Boyu iki yaşındayken iki metreymiş. Yirmi yaşına gelince yirmi metre olmuş artık uzamamış. Altı yüz yaşını aşkın ölmüş. Yedi yüz sekiz yüz hatta bin yaşında ölmüş diyenler var. “

Fatma:

“ Gerçekleri araştırsaydın. Bilgi belge bulsaydın. Bakalım bunlar doğru mu? “

Köylü Hasan:

“ Herhalde doğrudur. Öyle gelmiş böyle gidiyor. Bazı şeyleri değiştirmeye çalışıp kendimi zorlayacağıma öyle olduğuna inanıvermek kolayıma gitti. Ne anlattılarsa ne duyduysam peki dedim. Temsilde tek başıma bir orduyla savaşacağıma ordunun saflarına katılıverdim oldubitti. “

Fatma:

“ Sence bir kişi bir orduyu yenemez mi? “

Köylü Hasan:

“ Belki karşı durabilir ama ne zamana kadar? Koskoca bir ordu bir kişiye yenilmez. Bundan ötesine benim aklım ermez. Her neyse artık kutsal topraklar üzerindeyiz. Bu kutsal topraklar da tüm yorgunluğumu aldı. “

Fatma:

“ Bu toprağın derenin ötesinde kalan topraktan ne farkı var? İkisinin de üstü çayır çimen üzerinde ağaçlar var. Böcek karınca bunda da var onda da var. Ya ikisine kutsal de ya da ikisine deme. Toprak işte kutsallık bunun neresinde? “

Köylü Hasan:

“ Toprağın ikisi de toprak fark yok ama bu kutsal topraklarda Uzun Dede doğmuş büyümüş. Toprağın her zerresinde onun ayak izleri varmış. Buralarda basmadık yer bırakmamış. Onun için buralara kutsal topraklar denmiş. Kutsal adamın bastığı yerler kutsal sayılır. “

Fatma:

“ Uzun Dede de mi kutsalmış? “

Köylü Hasan:

“ Tabi kutsalmış. “

Fatma:

“ Buna inanayım mı? “

Köylü Hasan:

“ İnanırsın inanmazsın. Bu sana kalmış. Hem seni zorlayan yok. Paşa gönlün bilir.”

Fatma:

“ İnanmazsam cezalandırılır mıyım? “

Köylü Hasan:

“ Cezalandırılmazsın. Kimse sana ceza kesemez. Kutsallık sadece fikirde düşüncede vardır. Böyle konularda zorlama olmaz. Şudur şöyledir başka fikir öne süremezsin değişik düşünemezsindiyerek kimse kimseyi kandıramaz. “

Fatma:

“ Hasan Ağa Uzun Dede vaktinde yaşamak ister miydin? Her gün görüşürdünüz konuşurdunuz. Kim bilir sana neler anlatırdı? Hizmetinde bulunurdun ve sevgisini kazanırdın. “

Köylü Hasan:

“Nerede bende o şans? Keşke eski zamanlarda yaşasaydım ve Uzun Dede’ye can yoldaşlığı yapsaydım. Artık bu mümkün değil. Ölen dirilmeyeceğine Uzun Dede geri gelmeyeceğine göreimkânsız konulardan bahsetmeyelim. Fatma istersen imkânlı konulardan bahsedelim. Bilir misin Uzun Dede pek çok keramet göstermiş. Bir keresinde buralarda kuraklık olmuş. Halk toplanıp Uzun Dede’ye gitmiş ve yağmur yağdırmasını rica etmiş. Uzun Dede es demiş rüzgâr esmiş yağ demiş yağmur yağmış. Bir keresinde parmağını toprağa sokmuş su fışkırmış. Yirmi metrelik Uzun Dede’nin parmağı bir metreymiş. Sonradan oraya çeşme yapmışlar. Yolumuzun üstünde aradan kaç yüzyıl geçmiş hala akıyor. Birer tas su için bakın Uzun Dede Pınarı’nın suyu kendinden tatlıdır. Ne oldu Fatma bakıyorum sesin kısıldı. Buna da yalan desene. “

Keloğlan Fatma ve köylü Hasan Uzun Dede Pınarı’nın suyundan bolca içmişler. Su şerbet gibi tatlıymış. Daha sonra köylü Hasan ayağa kalkmış ve şöyle demiş.

“ Arkadaşlar sizinle sohbetin tadına doyum olmuyor ama buraya kadarmış. Bundan sonra yola bensiz devam edeceksiniz. Patika yol sizi Mücevher Ağacı’na gö türür. Dönüş yolunda başka yol aramayın. Bu zaman kaybı olur. İlla ki bizim köyden geçeceksiniz. Ee beni de bolca görürsünüz. Her attığım adımın hakkını isterim. Size boşuna kılavuzluk yapmadım değil mi? “

Bunun üzerine Keloğlan:

“ Tamam Hasan Ağa. Sana bolca sizin köydekilere azarca dağıtacağız. Sonrasında geriye bana ne kalacak da fakirlere dağıtacağım. “

Köylü Hasan:

“ İyi dedin Keloğlan. Yalnız benden duymuş olma ben ve bizimkiler senin elinde ne varsa sahipleniriz ama toplayıcının yanındakine karışmayız. Ondan hak iddia etmeyiz. Fatma’nın elindekiler firesiz geçer. Bilmem durumu anladın mı? “

Fatma’nın elindeki çuvalı Keloğlan’a gösterip gülümsediğini gören köylü Hasan:

“ Bak Keloğlan Fatma işin gerçeğini anlamış sor da sana anlatsın. Yolunuz açık çuvallarınız dolu olsun. Hemen düşün yola erken dönesiniz sizin için yoruldum beni de göresiniz. “

Köylü Hasan’dan ayrıldıktan sonra Keloğlan Fatma’ya dönerek:

“ Fatma gördün mü? Adamlar işlerini menfaat üstüne kurmuş. Gidene ağam gelene paşam diyorlar ama ceplerinin dolduğuna bakıyorlar. Bunların dümen suyuna girersen senden iyisi yok. Altı patlar üstü çatlar bu fikirler beni dörde katlar. “


Fatma:

“ Kusura bakma Keloğlan ama senin düşüncelerin eski zamanda kalmış. Keserle tahtayı kerterken yongayı kendi tarafına toplayacaksın. Benim bu çuval ne seni ne beni aç bırakmaz. “

Fatma’nın söylediklerini ağzı açık dinleyen Keloğlan daha sonra Fatma’nın dile getirdiği teklifi kabul edip Fatma ile evlenmiş. Nikâhı Keloğlan kıymış. Geceler geceleri gündüzler heceleri kovalamış. Sonunda Keloğlan ile Fatma Mücevher Ağacı’na varmışlar. Mücevher Ağacı’nın dalları zümrüt elmas ve yakutla doluymuş.

Keloğlan’ın takkesini çıkararak Mücevher Ağacı’nın karşısına oturmasına aldırmayan Fatma yanında getirdiği çuvalı açarak alt dallardaki mücevherleri toplamaya başlamış. Dikkatle Fatma’yı izleyen Keloğlan Fatma’nın ne kadar hızlı hareket ettiğini görünce şaşırıp kalmış. " Ey sen hırslı insan! Şu Fatma’nın hızını görsen dilini yutardın. Be kardeşim insan bu kadar mı hırslı olur? Bin sene değil on bin yüz bin sene yaşasan topladıkların sülalene yeter. Bu kadar hırs niye? “

Aradan zaman geçmiş Fatma çuvalı doldurmuş çuvalın ağzını bağlamış çuvalın ipini beline dolamış. Keloğlan ağaca çıkmış üst dallarda kalmış mücevherleri kesesine ve ceplerine doldurmuş.

Dönüş yolunda Keloğlan ile Fatma Hasan’ın köyüne uğramış. Keloğlan’ın bir karışlık kesesi bir dakikada boşalmış. Fatma ise Hasan’dan eşeğini bir avuç elmasa satın almış. Mücevher dolu çuvalı eşeğe yüklemiş. Keloğlan ile Fatma günler sonra Fatma’nın köyüne varmış. Bir çuval mücevheri gören köylülerin ağzı kulaklarına kadar açılmış. Yüzlerce köylü Fatma ile eşeğin etrafına toplanmış. Oynayanlar zıplayanlar takla atanlar pek çokmuş. Keloğlan kenarda kıyıda tek başına kalmış. Buraya ilk geldiğinde iltifat edenler ortada yokmuş.

Keloğlan sol eliyle takkesini çıkarıp sağ eliyle başını kaşımış sonra iki elini beline dayayıp etrafına bakınmış. Demek bu köyde benim hiç değerim yokmuş diye düşünmüş. Cebinden çıkardığı iki elması yakınındaki iki köylüye vermiş. Keloğlan elmas dağıtıyor diye köylüler bağırmış. Bütün köy halkı Keloğlan’ın peşine düşmüş. Keloğlan kaçmış köylüler kovalamış. Keloğlan ormanda izini kaybettirip köylülerden kurtulmuş.

Ertesi gün Fatma’nın yanına gelen Keloğlan birkaç günlüğüne köyüne gideceğini ve oradaki fakirlere mücevher dağıtacağını söylemiş. Eğer yolda fakir görürsem onları da boş geçmem demiş.

Fatma:

“ İyi git de Keloğlan ceplerindeki bir avuç mücevherden başka neyin var? O kadarı kime yeter. “ demiş.

Keloğlan:

“ Var canım olmaz olur mu? Sen çuvalı doldurur gelirsin de Keloğlan o kadarcık mücevhere kanar mı? Bak mintanımın altı mücevher dolu demiş ve mintanının üstünü çıkarmış. Yola çıkmadan önce anama iki fanilamı alttan diktirmiş ve içine cepler yaptırmıştım. Ben bu yolculuğa fakirler için çıktım ve onlara destek olacağım. İtiraf et Fatma sen bile bu ince düşüncemi anlamadın değil mi? “

Fatma:

“ Doğru ben bile anlamadım. Sana boşuna Keloğlan dememişler. Karlar altındaki bir köye gider buz satarsın. Güle güle git Keloğlan fakirlere mücevherleri dağıt onları sevindir. Ben de bu çuvalın bir kısmını vereyim fakirlere dağıt bir kısmını da bu köyde dağıtacağım. Kalan yarım çuval mücevher ikimize yeter. “

“ Aslan Fatma o bir çuval mücevheri kendine saklayacaksın diye ödüm kopuyordu. Şimdi gözümde öyle bir büyüdün ki sorma. “

Keloğlan bir gitmiş pir gitmiş. Mücevherleri fakirlere dağıtıp Fatma’nın köyüne dönmüş. Daha sonraki günlerde Keloğlan ile Fatma bir konak yaptırmış ve bu konakta yaşamaya başlamış. Köye gelişleri bir yılını doldurmuş ki bir oğulları olmuş. Adını Ali koymuşlar. Birlikte uzun yıllar mutlu yaşamışlar.