‘A
10 yıl önceydi” sözüyle başladı hatırasını ve o hatıra üzerine inşa ettiği değerlendirmesini anlatmaya. “Oğlumu Türkiye çapında yapılan imtihan için büyük şehirlerimizden birine götürmüştüm. Ramazan’dı. Bir devlet okulunda imtihana girdi. O içerideyken ben de oraya yakın parkta bekleyeyim dedim. Etrafıma bir baktım; hiç kimse oruçlu değildi sanki.

Bu yaşıma kadar yaşadığım o tatlı muhafazakâr kasabamda hiç görmediğim ve görmeyi de hayal dahi edemeyeceğim bir manzaraydı bu. Gözyaşlarıma hakim olamadım. Ağladım ağladımağladım.”

Bu gözyaşları dinî hissiyatın ete kemiğe bürünmesinin adıdır aslında. Müslüman bir beldede yaşanan dinden kopukluğun ve dinî mükellefiyetlerini yerine getirenlere karşı gösterilen saygısızlığa isyanın ifadesidir. Eğer gözyaşlarının dili olsaydı onların söyleyeceği her bir kelime avcının okundan çıkıp şikarına giden bir ok gibi bağrımıza saplanır ve ciğerlerimizi delerdi.

“İmtihan sonrası bir yurda gittik. Memleketten gelip-gitmek hem zor hem de masraflı bir iş. Eğer imtihanı kazanırsa kalacağı yeri de şimdiden ayarlayalım düşüncesiydi bizi oraya götüren. Bahçe kapısından içeri girdiğimizde biraz önce parkta oruç tutmayan gençler yaşında onlarca genç ile karşılaştık. Ezan vaktiydi. Herkeste bir telaş bir koşturmaca. Pantolonlarının paçalarını sıvamışlar abdest almaya koşuyorlar. Mescide intikal ettik. Ağzına kadar dolu sırım gibi delikanlılar. Sünnet namazlarını kılıyorlardı. ‘Ey kudreti yüce Mevlam’ dedim. ‘Biraz önceki manzara nebu gördüğüm ne?’ ve başladım ağlamaya. Ağladım ağladım ağladım.”

Pekala bu gözyaşları nedir diyecek olursanız; öncekine hüzün diyeceksek buna da sevinç gözyaşları hatta ondan öte iman ve irfan hamd ve şükran gözyaşları demek lazım. Her iki gözyaşının gözyaşı pınarlarından terk-i mevki etmesinin nedeni farklı olsa da birleştikleri bir nokta var; vicdan. Enginlere sığmayan geniş bir vicdan. O vicdana ev sahipliği yapan bir kalb. O kalbe otağını kurmuş oturan bir iman. Öyle bir iman ki bencillik yok onun bünyesinde. Olmadığı için “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” demiyor. “Aman canım sen de!” sözüyle anlatılan nemelazımcılığa prim vermiyor. “Gemisini kurtaran kaptan!” deyip ötekilerini ötekileştirmiyor. Hüzünde ve sevinçte hemcinslerinin yanında oluyor. Sevinçlinin sevincini hüzünlü olması gerekenin de hüznünü onlardan öte vicdanında duyuyor ve yaşıyor. Yoksa gözyaşlarına başka nasıl mana vereceksiniz ki?

‘Gönlüm gül gülistan olur’

Sözün geldiği bu aşamada Bediüzzaman Hazretleri’ni hatırlamamak mümkün mü? Ne diyor Hazret: “Milletimin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” Her babayiğidin harcı değil bunu söylemek. Vicdanında bunu duymayan bir insan söyleyemez bunları. Varsın birileri bu cümlelerin altında yatan ve insanlığın tamamını kapsama altına alan derin ruhu anlamasın. Varsın; İslam’ın zahiri kriterlerine uygun mu diye sorsun ve sorgulasın. Onun diliyle cevap vereyim; “Dar görüşler dar düşünceler!”


Şimdiye kadar defalarca dedik; sahih bilgi diye. Zira bilgi sahih bir temel üzerine oturmazsa insanı dalalete sürükleyebilir. Sahih bilgiye bu yazımda bir başkasını ilave etmek istiyorum; ahlaki bilgi diyorum. İnsanı empati yapmaya sürükleyen “Sizden birisi kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari İman 7) hadisi ile çerçeve altına alınan diğerkâmlığa sürükleyen ve nihayet imanın gerekleri diyebileceğimiz şeyleri mücerret niyetten alıp amel/eylem safhasına çıkmasını sağlayacak bilgiye denir ahlaki bilgi.

Öyle değil mi; bilgi ve niyet bizi amelle buluşturmadıktan sonra ne işe yarar ki? Kur’an’ın kitap yüklü eşek teşbihiyle anlattığı yerde kendimizi bulmaz mıyız eğer iman/amel bütünlüğünü sağlamazsak? İnsanın kendini yeniden üretmesi tasavvufi tabirle “insan-ı kâmil” olması buna bağlıdır. Derinlemesine düşünecek olduğumuzda insanın kendisini bulması demektir bu. Potansiyel insanın hakiki insan haline gelmesi; insanın gerçekten insan olması buna bağlıdır. Alvar İmamı’nın “Allah bizi insan eyleye” sözünün manası işte burada ayrı bir derinlik kazanıyor.

Bugünlere kolay gelmedik

Ben şahsen çok etkilendim; o şahsın 10 yıl öncesine ait hatırasından. Necip Fazıl merhumun “Her şey akar su tarih yıldız insan ve fikir; oluklar çift; birinden nur akar; diğerinden kir” diyerek tavsif ettiği her iki manzara karşısında oturup ağlamasından. Zaten anlatırken de ağlıyordu; dinleyenleri de ağlatmıştı. Sözlerini de “Bugünlere kolay gelmedik.” diye bağladı zaten. Gözlerinden akan gözyaşları da adeta bu şiirin kafiyesi gibiydi.

Gelin kadir-kıymet bilelim. Sonradan görme mirasyediler misali har vurup harman savurmayalım elimizde bulduğumuz bu devasa mirası. Dar kapsamlı düşüncelerden uzaklaşıp sinelerimizi bütün insanlığı içine alacak ölçüde derinleştirelim. Hocaefendi’nin dediği gibi “Gönlümüze giren hiç kimsenin ayakta kalacağım endişesi olmasın.” Bu teminatı verelim çevremize. Sözle değil gözyaşlarımızla verelim. Yine Necip Fazıl’ın dizeleri içinde kendine yer bulan teşbihle ifade edecek olursak; içinde bizim de yer aldığımız geminin kurtulması suyun yükselmesine bağlı. Öyleyse “Ağlayın su yükselsin; belki kurtulur gemi. Anne seccaden gelsin bize dua et e mi?”