Türkiye Cumhuriyeti





Türkiye resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti Kuzey yarımkürede Avrupa ve Asya kıtalarının kesişme noktasında bulunan bir ülkedir. Ülke topraklarının büyük bir bölümü Anadolu yarımadasında kalanı ise Balkan Yarımadası'nın uzantısı olan Trakya'da bulunur. Ülkenin üç yanı Akdeniz Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Boğazlar ile Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Komşuları Yunanistan Bulgaristan Gürcistan Ermenistan Azerbaycan (Nahçıvan Özerk Bölgesi ile) İran Irak ve Suriye'dir.

Çağdaş Türkiye Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı sonunda yıkılmasından sonra imparatorluğun Türk nüfus çoğunluğuna sahip toprakları üzerinde kurulmuştur. 1923 yılında cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk çağdaş Türk devletinin kurucusu olarak kabul edilir.

Birleşmiş Milletler NATO Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütü Türkiye'nin üye olduğu uluslararası örgütlerdendir. 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren Avrupa Birliği'ne tam üyelik için müzakerelere başlanmıştır. 2007 yılı itibariyle Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir 10.000 Amerikan Doları'na yaklaşmıştır.

Kökenbilim
Bilim adamları ve araştırmacılar Türkiye sözcüğünün İtalyanca'dan geldiğini kabul ederler. Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların12. yüzyılda Türkiye'yi Turchia ve Turmenia olarak tanımladıklarını belirtir. Ayrıca Türkiye adı ilk defa 1190'da bir yazılı kaynakta Haçlı Seferi vak'ayinamesinde geçmektedir. Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der "Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga Nehri'nden Orta Avrupa'ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si Arpad Hanedanı'nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13-14. yüzyıllarda Mısır Memlukları de Türkiye adını kullanmışlardı: ed-devlet üt Türkiya (1250-1387). Batılılar Turchia halkına hiçbir zaman Türkiyeli demeyip Türk (Turc) demişlerdir.

Osmanlı devletinde 19. yüzyıla kadar Türkiye adı kullanılmadı; Devlet-i Âliyye Devlet-i Osmaniye Memalik-i Şahane Diyar-ı Rum adları kullanıldı. Daha sonra Genç Osmanlılar arasında Osmaniye yerine Türkistan Türkeli Türkili gibi adlar önerildiyse de Orta Asya'da Türkistan adlı bir devlet olduğundan bu benimsenmedi. Anayasada (1921) "Türkiye" adı yazıldı ve 1923'de Türkiye adı resmi olarak kabul edildi.

Türkler ve Anadolu

Anadolu Asya kıtasının güneybatı ucunda yer alan bir yarımadadır. Anadolu'nun diğer isimleri Ön Asya Küçük Asya ve Asya Minör'dür. Küçük Asya tabiri aynı anlama gelen Latince Asia Minor ve Yunanca Μικρά Ασία/Mikra Asia'dan türemiştir. Anadolu kelimesi Rumca'da yer alan doğu ve gün doğumu anlamlarına gelen Anatolia kelimesinden gelmektedir ve tarihi belgelerde bölge adı olarak kullanılmamıştır.

Bölge için Türkiye adının ilk olarak Roma-Cermen İmparatoru Frederick Barbarossa (1123-1190) tarafından verildiği belirtilmektedir. Resmî kayıtlarda ise 19. yüzyıl Büyük Britanya yazışmalarında geçer.


Anadolu'da Türk devletlerinden önce Bizans İmparatorluğu vardı. Türkler Anadolu'ya geldiklerinde Anadolu'da Peçenek-Kıpçak-Oğuz gibi Türk boylarına mensup yoğun bir Türk kitlesi bulunuyordu. Bu Türkler Bizans tarafından Anadolu'ya doğudan gelen akınlardan korunmak için yerleştirilmişti. Bunun dışında Anadolu'da salgın hastalıklar ve savaşlar yüzünden nüfusu gittikçe azalan Bizans ve Anadolu halkı bulunmaktaydı. İlber Ortaylı'ya göre; Bizans halkı ile karışım başta din olmak üzere çeşitli sebeplerle hiç olmamış ya da en az seviyede olmuştur.

Anadolu medeniyetleri;


Hititler
Asurlular
Frigler
Lidyalılar
Urartular
İyonyalılar
Likyalılar

Bizans medeniyeti

Selçuklular

Osmanlı İmparatorluğu

Osmanlı Devleti Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye (ya da Osmanlı İmparatorluğu) 1299 senesinde şimdiki Türkiye Cumhuriyeti'nin Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Osman Bey tarafından Osmanlı Beyliği olarak kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk ve silah arkadaşları tarafından İstiklal Savaşı'nın kazanılması ile 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış ve savaşı kazanan devletlerce paylaşılmış Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu ve Trakya'da kalan toprakları üzerine kurulmuştur. İstiklal Harbi Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak milli egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak için tüm milletçe girişilen çok cepheli bir savaştır.

Kurtuluş Savaşı'nda düşmana karşı koyan ülkenin direniş örgütlenmeleri ve güçleri olan milli güçler Osmanlı'nın son ordusu ile Kurtuluş Savaşı milis ve gönüllülerinden oluşan Kuvayı Milliye'dir.

Kuvayı Milliye ülkenin dört bir yanının Yunan İngiliz Fransız İtalyan birliklerince ele geçirildiği Mondros Mütarekesi ile ülkeye ağır koşulların dayatıldığı Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı her şeyin bitti sanıldığı günlerde milletin tepkisi olarak doğan bir halk direnişidir.

12 Haziran 1919'da Havza'dan Amasya'ya gelen Mustafa Kemal Paşa buradan yayımladığı bildiri ile ülkenin içine düştüğü durumu açıklıkla saptıyor çözümün bütün güçlerin birleşmesinden geçtiğini vurguluyordu. Mustafa Kemal Amasya'da Anadolu ve Rumeli'de kurulan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri'ni birleştirme kongreler yaparak tüm milletin kesin kararına dayalı yeni bir yönetim kurma amacıyla Amasya Tamimi'ni hazırlamıştır.

Bu tamim milli egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Milletin teşkilatlandırma ve mücadele yöntemleri belirginleşmiştir. Milli Egemenlik ve milli bağımsızlık fikri ilk kez ortaya atılmıştır.

8 Temmuz'da İstanbul'a görevinden ve askerlikten ayrıldığını bildirerek Osmanlı Hükümeti ile tüm ilişkilerini sona erdiren Mustafa Kemal ertesi gün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi'nin başkanlığına seçildi. 23 Temmuz 1919'da Mustafa Kemal'in başkanlığında toplanan Erzurum Kongresi'nde alınan karar;

“ Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür bölünemez ”

Milli direnişi oluşturmada ikinci büyük adım olan ve 411 Eylül 1919 tarihinde yapılan Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin başkanı olarak seçilerek Milli Kurtuluş Savaşı'nın yetkili lideri haline gelmiştir.

27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Ankara'yı Anadolu'daki direniş hareketinin merkezi olarak seçmiştir.

İstanbul'un işgalinden üç gün sonra Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımlayarak olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclisin Ankara'da toplanacağını bildirerek Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temellerinin Ankara'da atılmasını sağladı.

Atatürk 21 Nisan'da yayımladığı ikinci bir bildiri ile Meclis'in 23 Nisan günü toplanacağını ve açılış töreninin nasıl yapılacağını duyurdu.

TBMM 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal'i (Atatürk) başkanlığa seçti. Mustafa Kemal kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü.

Politik hayat

9 Eylül 1923'te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk siyasi partisidir. Merkez kanatta yer alır.

Başlangıçta adı "Halk Fırkası" olan parti 1924 yılındaki kurultayda adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirdi. 1927 yılında Atatürk tarafından belirlenen "Cumhuriyetçilik""Halkçılık" "Milliyetçilik" ve "Laiklik" ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılındaki kurultayda daha önceki dört ilkeye Atatürk'ün kararıyla "Devletçilik" ve '"Devrimcilik" ilkeleri de eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı "Cumhuriyet Halk Partisi" oldu.

Türkiye'deki tek parti yönetiminin bugünkü anlayış ve tanım çerçevesinde bir demokrasi olmadığı çok açıktır ancak o günlerin koşullarında tek partili cumhuriyet insan haklarına saygı ve özgürlük kriterleri açısından benzersiz bir yerdedir.

Doğu ve Orta Avrupa sağ ve sol diktatörlerin baskısı altında idi. Almanya'da Hitler İtalya'da Mussolini İspanya'da Franko'nun faşist yönetimleri vardı. Fransa Belçika ve İsviçre'de kadınlar en temel insan haklarından biri olan siyasal haklardan yoksun bulunuyorlardı. Yani nüfusun yarısını oluşturan kadınların seçme ve seçilme özgürlükleri yoktu.

II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından gerek uluslararası siyasetteki gelişmeler gerekse ülke içindeki yeni oluşumlar rejimin genel niteliğinde önemli değişiklikleri gündeme getirdi. Basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP genel başkanı ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Çok Partili Dönemi

1946 yılından itibaren Türk siyasi hayatının CHP dışında 2. bir partinin kurularak seçimlere çok partili olarak gidilmesi ile başlamıştır.

Çok partili hayat 1945 yılında Nuri Demirağ tarafından kurulan Milli Kalkınma Partisi ile başlamıştır. Ancak parti İsmet İnönü tarafından kapattırılmıştır.[kaynak belirtilmeli] 7 Ocak 1946'da Dörtlü Takrir'e imza atanlar tarafından kurulan DP'nin parti genel başkanlığına Celal Bayar getirildi. DP ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu.

1950 genel seçimleri'nde Demokrat Parti galip olarak çıkmıştır. Adnan Menderes liderliğindeki DP ilk başlarda çok popülerken 1950'lerin sonlarına doğru yaşanan ekonomik sıkıntılar ve hükümetin antidemokratik uygulamaları nedeniyle sıkıntılı bir döneme girmiş ve 1960 yılında yapılan askerî darbe ile çok partili yaşam kesintiye uğramıştır.[kaynak belirtilmeli] Darbe neticesinde dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes idama mahkûm edilmiş fakat baskılar neticesinde Celal Bayar'ın cezası müebbede çevrilirken Adnan Menderes Hasan Polatkan Fatin Rüştü Zorlu idam edilmişlerdir. Yönetim biçimi

Yönetim biçimi cumhuriyet olan Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal önderliğinde 1923'te kurulmuştur. Resmî dili Türkçe'dir. Laik demokratik sosyal bir hukuk devleti yönetim anlayışı vardır. Kuvvetler ayrılığı esası vardır. Yasama işlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi yürütme işlerini Hükümet yargı işlerini ise bağımsız mahkemeler yapar. Türkiye'de 1923'te cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanı cumhurbaşkanı sıfatını almıştır. Cumhurbaşkanı devletin başı ve başkomutandır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) (Kuruluş: 23 Nisan 1920). Türkiye Cumhuriyeti'nin yasama organıdır. Halk tarafından her 5 yılda bir yapılan seçimler ile belirlenen milletvekilleri TBMM çatısı altında yasama görevini yerine getirmek üzere kanunları belirler. TBMM'ye 550 milletvekili seçilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti'nde yürütmenin başı olan başbakan Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder hükümeti ve icraatlarını yönetir. Türkiye Cumhuriyeti'nde her 5 yılda bir genel seçimle oluşan Meclis tarafından Başbakan 5 yıl süre ile seçilir.


Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 9 Eylül 1923'te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan Türkiye'nin ilk siyasi partisidir. Atatürk zamanında merkezde bir çizgi takip ederken çok partili düzene geçişle birlikte ortanın soluna doğru kaymıştır. 1927 yılında "Cumhuriyetçilik" "Halkçılık" "Milliyetçilik" ve "Laiklik" ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılındaki kurultayda daha önceki dört ilkeye "Devletçilik" ve '"Devrimcilik" ilkeleri de eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı "Cumhuriyet Halk Fırkası" oldu.

Dış politika

Türk devleti Lozan Antlaşması'nı Birinci Dünya Savaşı'nın galip devletleri ile eşit koşullarda imzalamış ve milletlerarası alanda bağımsız bir devlet olarak yerini almıştır.


Atatürk Döneminde dış politikalar

Atatürk; Yurtta Sulh Cihanda Sulh sözü ile uluslararası ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî politikasının ne olacağını tüm dünyaya belirtmiştir. Atatürk barışçıl ancak Türk Milleti'nin çıkarını gözeten bir dış politika izlemiş ve bunun için döneminde bölge eksenli oluşumlar sağlamaya çalışmıştır. Bunla hem ülkenin hem ekonomik ve siyasi açıdan Türkiye için önemli olan bölge ülkelerinin her alanda işbirliği yapmasını sağlayarak Batılı ülkelerin uygulamaya çalıştığı dış etkiyi kırmayı amaçlamıştır.


Türkiye ve Milletler Cemiyeti


Türkiye Milletler Cemiyeti'nin kurucu üyesidir.


Sadabat Paktı

Mustafa Kemal ölümünden bir yıl önce (8 Temmuz 1937)’de gerçekleştirdiği Sadabat Paktı ile Ortadoğu ve Kafkaslar'da İran'ı kendisine asıl muhatap olarak görmüş İran ile Türkiye'nin bölgesel işbirliği ve ortaklık antlaşması olarak Sadabat Paktı'nın imzalanmasını gerçekleştirmiştir.Türkiye İran Afganistan ve daha sonra Irak’ın katılmıştır. Sadabat Paktı 2.Dünya Savaşı sonrasında hukûken yürürlükte kalmıştır ama Atatürk sonrasında unutulmuştur.


Balkan Antantı

1934 de yapılan Üçüncü Balkan Konferansı' ı sonucu ortaya çıkan Antant ile birlikte taraflardan biri Balkanlı olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğrar ve bir Balkan devleti de saldırgana yardım ederse diğer tarafların bu Balkanlı saldırgana karşı birlikte savaşa gireceklerine dair gizli bir protokol de imzalanmıştı.


Atatürk'ün SSCB ile ilgili öngörüsü ve Türk Dünyası

1990 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Kazakistan Türkmenistan Kırgızistan Özbekistan Azerbaycan Cumhuriyetleri ortaya çıkmıştır. Rusya Federasyonu içerisinde ise Tataristan Başkurdistan Çuvaşistan Saha (Yakudistan) Tuva Altay Hakasya Dağıstan Taymir Karaçay ve Balkar Özerk Cumhuriyetleri tesis edilmiştir. Moldova'da Gagauzya Ukrayna'da Kırım Özerk Cumhuriyeti kurulmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti'nde ise Doğu Türkistan özerk yapıya sahiptir. Türk Dünyası 250 milyonu bulan nüfusuyla Türkiye'nin sorumluluğu altındadır. Çünkü bu Atatürkün vasiyetidir:

“ Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden
kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir ufalanabilir.Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (soydaş Türk kardeşlerimizin) bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir."



demiş ve bu öngörüsü ülkelerin tarihleri açısından kısa sayılabilecek bir süre sonra gerçekleşmiştir. Atatürk'ün bu hususta bir başka vecizesi ise şöyledir:

“ Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği'ne inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak. Güneş ne demek ufuk ne demek o zaman görülecek. Hayatta yegâne varlığım ve servetim Türk olarak doğmamdır. ”

Atatürk Sonrası dış politika






Birleşmiş Milletler NATO ve AB

Birleşmiş Milletler Türkiye'nin aralarında bulunduğu 51 ülkenin katılımıyla 24 Ekim 1945 tarihinde kurulmuştur. Katılın ülke sayısı zamanla artarak günümüzde bu sayı 190'ı geçmiştir. Türkiye Birleşmiş Milletler'e ilk üye olan ülkelerden biridir ve Birleşmiş Milletler ile Kore Somali Bosna Filistin ve Afganistana asker göndermiştir. Son olarak da Lübnan'a asker gönderme kararı almıştır.

9 Nisan 1949'da Washington Antlaşması ile kurulan NATO bir kolektif savunma örgütü olarak bilinmektedir. Kurucu antlaşmanın özellikle 3. 4. ve 5. maddeleri önemlidir. Bu maddelerle üye ülkeler ortak savunma için yeteneklerini geliştirmeye herhangi bir üyenin toprak bütünlüğü siyasi bağımsızlık ve güvenliği tehlikede olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıya hepsine karşı yapılmış bir saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt etmişlerdir.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki 40 yılı aşkın bir süreye dayanır. Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak kurulduğu yıllarda ortaklık için başvuran Türkiye zaman zaman duraklayan ve zorlukla ilerleyen bu ilişkiyi müzakere aşamasına kadar sürdürmüştür. Türkiye ve Avrupa Birliği

DP 31 temmuz 1959'da AET'ye ortak üye olmak için topluluk konseyine başvurdu. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ve Menderes Zorlu Polatkan'ın idamları üzerine Fransa cumhurbaşkanı Charles De Gaulle Türkiye'nin üyeliğinin dondurulmasını istemiştir. AT ile görüşmeler Eylül 1959-Ekim 1960'da istişari olarak başladı. Askeri darbe yüzünden görüşmeler 1960'a kadar kesildi. Türkiye gümrük birliği hedefiyle görüşmelerde yer aldı. 1963'e kadar görüşmeler yapıldı. 12 Eylül 1963'de Ankara Anlaşması imzalandıgümrük birliğine dayalı ve ortak üye olan Türkiye'nin tam üyeliğini amaçlayan anlaşma idi. 22 Temmuz 1970'de Katma Protokol imzalandı. Türkiye 25 Aralık 1976'da tek taraflı kararla bütün yükümlülüklerini dondurdu. 21 Eylül 1979'da iki taraf ilişkileri 5 yıllığına dondurdu. 6 Şubat 1980'de dışişleri bakanı Hayrettin Erkmen Türkiye'nin tam üyelik için başvuruda bulunacağını açıkladı. Ancak 12 Eylül 1980'deki askeri darbe ile ilişkiler 6 yıl daha donduruldu. Türk parlamenterlerin üyelikleri düşürüldü. Avrupa Türkiye'den demokrasiye dönüş takvimi uygulamasını istedi. 1986'da ilişkiler tekrar başlatıldı. 1987'de uyum anlaşması yapıldı. 18 Aralık 1989'da AT Komisyonu Türkiye’nin tam üyelik başvurusu hakkındaki görüşünü açıklamış topluluğun 1992'den önce yeni üye kabul etmeyeceğini belirtmiştir. 21 Ocak 1992'de iki taraf arasında teknik işbirliği programı imzalandı. 21 Ocak 1992'de çalışma programı Ankara'da imzalandı. 6 Mart 1995'de ortaklık konseyi kararında AB'ye Türkiye'nin gümrük birliği temelinde katılması AP'nin onay sürecine bağlandı. 2003 yılında Türkiye ile üyelik görüşmeleri başladı ancak ucu açıklık ve hazmetme kapasitesi şartları konuldu üyelik müzakere başlıkları 2005'de donduruldu. Papa ve Fransa Almanya gibi kurucu üyelerin liderleri Türkiye'nin AB'ye girmesinin imkansızlığını açıkladılar.

Kıbrıs Barış Harekâtı

Kıbrıs Barış Harekâtı 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Garanti Anlaşması'nın III. maddesine istinaden gerçekleştirdiği askerî harekâtın adıdır.

1878’de Rusya karşısında zor durumda kalan Osmanlı Devleti Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltere’ye verdi. Birinci Dünya Savaşı’nda da İngiltere Kıbrıs’a el koydu. 1950’lerin sonlarında bağımsızlık hareketi başladı ve uluslararası anlaşmalara dayanan bir Türk-Rum Ortak Devleti kuruldu. Fakat Rumlar Kıbrıs ürkleri'nin kazanılmış haklarını ellerinden alma ve Kıbrıs’ın tüm yönetimine el koyma yoluna gittiler. Böylece uluslararası anlaşmaları ve Anayasayı çiğnediler. Cumhurbaşkanı III.Makarios 1963 yılında devletin kuruluş antlaşmalarını tek taraflı olarak fessetiğini açıkladı. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Fakat amaç Türkleri adadan uzaklaştırıp Enosis'i yani adayı Yunanistan'a ilhak etmekti. Türklere ve Türk köylerine yapılan saldırılar sonucu birçok insan hayatını kaybetti ve binlerce insan göç etmek durumunda kaldı.

15 Temmuz [1974]'de Yunaistan'da da darbe yapan cunta tarafından gerçekleşen darbe ile Makarios koltuğundan indirilerek iktidara el konuldu ve geçici bir süre için Nikos Samson Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Amaç olan Eneosis çalışmaları nedeni ile Türkiye garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 tarihinde adaya müdahale etti.

Türk kuvvetleri 22 Temmuz'da Girne'yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'nın Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada’da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye BM Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükûmeti de yıkılmıştır.

Ancak 8 Ağustos'ta II. Cenevre Konferansı'nın yapılmakta olduğu zamanda Türklerin 'iyi niyet jesti' olarak Limasol ve Larnaka civarında bir miktar köyü boşaltmış olmalarına rağmen Millî Muhafız Alayı ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır.

Türkiye Rum-Yunan hükûmetleriyle anlaşmanın mümkün olmadığı kararına vararak 14 Ağustos'ta başlayıp 16 Ağustos'ta sona eren üç günlük II. Barış Harekatını gerçekleştirdi. Apar topar ülkeye dönen Başbakan Bülent Ecevit Milli Selamet Partisi kanadına ateşkesi kabul etmemeleri halinde hükümetin bozulacağını ifade etti. Bu ateşkes ile Erbakan'ın planı hayata geçmemiş oldu. Harekât neticesinde bir taraftan Magosa'ya diğer taraftan Lefke'ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi. İki harekatta toplam 498 Türk askeri 70 Kıbrıslı Mücahit ve 270 Kıbrıs Türk’ü şehit oldu.

Ordu
Türk ordusunun kuruluş tarihi Mete Han'ın M.Ö. 209'da düzenli orduya geçtiği tarih olarak alınır. Orta Asya’da başlayan uzun öykü büyük göçlerin neden olduğu hareketlilikle tüm ana karalara yayılmıştı. Doğuda Hun Göktürk ve Uygur devletleri Batıda ise 1040 yılında Oğuz kökenli Türklerin kurduğu başka bir Türk devleti Selçuklu İmparatorluğuTürkleri dünyaya tanıtmış oldu.

Türk Silahlı Kuvvetleri nin personel mevcudu 850000'dir.İlgili yasalara göre görevi "2000'li yıllarda yeni güvenlik sorunlarına ve sorunlara uygun şekilde tepki göstermekbelirsizliklere karşı hazır olmak iç ve dış tehdit ve risklere karşı ülkenin güvenliğini sağlayabilmek için;


Caydırıcılık
Güvenlik / Harekat Ortamının Şekillendirilmesi
Savaş Dışı Harekat (Barışı Destekleme Harekatı Doğal Afet Yardım Harekatı ve İç Güvenlik Harekatı)
Kriz Yönetimi
Sınırlı Güç Kullanımı
Konvansiyonel Harp gibi faaliyetleri icra etmek"

olarak belirlenmiştir. Bu görevleri yerine getirebilmek için çok amaçlı birliklerin kurulması sayısal fazlalık yerine teknolojik üstünlüğün kurulması silah ve düzeneklerinin etkinliğini arttıracak teknolojik araştırmaların yapılması ve erken ikazdarbe elektronik harp hava üstünlüğünün kurulması ve darbe gibi ek görevleri de yapmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri;


Kara
Deniz
Hava
Jandarma ve
Sahil Güvenlik

komutanlıklarından oluşur.

Türkiye'de her 20 yaşına gelen Türk genci askere alınır. Eğer 20 yaşına geldiği vakit okuluna devam ediyorsa askerliğini erteletir. En az 4 yıllık yüksek okul mezunları kısa dönem askerlik yaparlar. Türk Milleti

Atatürk; Türk Milleti'ni

"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkı'na Türk Milleti denir" şeklinde açıklamaktadır.

Bugünkü Türk Milleti'nin temelleri 20. yüzyılda gerileyen ve toprak kaybeden Osmanlı'nın kendini tanımlamasıyla ortaya çıkmıştır. 1912-13 yılında kaybedilen Balkan Savaşları sonunda Balkanlar'dan Anadolu'ya göçenlerle Türklük şuurunun gelişmesi Türk Milleti'nin oluşmasında ilk olgudur. 1915'deki Çanakkale Savaşı ile de bugünkü Türk Milleti'nin karakteristik özellikleri ortaya çıkmıştır. Çanakkale Savaşı Türk Milleti'nin ne olduğunu özetleyen ikinci olgudur. Çanakkale'den sonra Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması "Türk Milleti"nin tanımlanmasında üçüncü olgudur.

Amerikalı Türkolog Carter V. Findley Dünya Tarihinde Türkler adlı eserinde bugünkü Anadolu Türkleri'ni; Orta Asya steplerinde başlayan ve Ankara'da son bulan bir otobüs yolculuğuna benzetir. Otobüs Ankara'ya gelene kadar pekçok ara durakta durmuş ve bu ara duraklarda yolcuların kimileri inmiş ya da bazı yeni yolcular binmiş. Bu duraklarda Türkler pekçok kültürel etkileşime girmişler yeni dinler tanımışlar fakat en önemli mirasları olan Türkçe'yi korumayı başarabilmişlerdir. Türkçe Anadolu Türkleri'nin ve Milleti'nin anlamlandırılmasında temel etkenlerin başında gelmektedir. İkincisi otobüs pekçok durakta durmuş olsa da Orta Asya'da kurulan medeniyetin getirdiği sağlam kültürel birikim ve miras kimliklerini korumak için dayanak olmuştur.

Türk Milleti'nin temel yapı taşını "Orta Asya Türk kültürü" oluşturur. Bunun yanında Anadolu'dan kaynaklanan medeniyetler ile İslamın getirdiği medeniyetler de Türk Milleti içinde kendine yer edinmiştir.

Sanıldığı aksine Türk milliyetçiliği dünya'da en son gelişen "milliyetçilik hareketleri"nden birisidir. Türk milliyetçiliği Balkanlardaki ayrışmalar sonucunda ancak 20. yüzyılda kendini tanımlamaya başlamıştır. Türk edebiyatında Türk tiyatrosunda Türk sanat eserlerinde Batı'da olduğu gibi aşırı milliyetçi duygular yapılanmalar görülmez. Osmanlı'dan gelen paylaşma sentezi ön plandadır.

Irkçılık veya herhangi bir unsurun diğerlerine baskı yapması anayasanın kesin hükümleriyle yasaklanmış olduğu gibi halkta da pek çok Batı toplumunun aksine ırkçılık eğilimi ve alışkanlığı bulunmaz.

Türkiye'de yaşayan herkes etnik kimliğine bakılmaksızın Türk vatandaşıdır. Türk milleti ve devleti ayrılmaz bir bütündür. Herkesin etnik kimliğine saygı duyulur.

Atatürk'ün Türk'ü tarifi;

“ Bu memleket dünyanın beklemediği asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahna 7 bin senelik (en aşağı) bir Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı o çocuk tabiatın şimşeklerinden yıldırımlarından kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu şimşek yıldırım güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır kasırgadır dünyayı aydınlatan güneştir. „

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Demografi
31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusu 70.586.256 kişidir.

Nüfusun 35.376.533’ünü erkek 35.209.723’ünü ise kadınlar oluşturmaktadır.

Ülkede ikamet eden nüfusun % 705’i şehirlerde yaşamaktadır.

Şehir nüfusu (il ve ilçe merkezlerinde ikamet eden nüfus) 49.747.859 köy nüfusu (bucak ve köylerde ikamet eden nüfus) ise 20.838.397 kişidir.

Şehirlerde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il % 927 ile Ankara en düşük olduğu il ise % 318 ile Ardahan’dır.

Ülke nüfusunun % 178’i İstanbul’da ikamet etmektedir.

İstanbul ilinde 12.573.836 kişi ikamet etmektedir. Toplam nüfusun sırasıyla; % 63’ü Ankara’da % 53’ü İzmir’de % 35’i Bursa’da % 28’i Adana’da ikamet etmektedir. Nüfusu en az olan beş il ise sırasıyla; Bayburt Tunceli Ardahan Kilis ve Gümüşhane’dir. En az nüfusa sahip Bayburt’da ikamet eden kişi sayısı 76.609’dur.

Türkiye nüfusunun yarısı 28.3 yaşından küçüktür.

Ülkede ortanca yaş 283’tür. Ortanca yaş erkeklerde 277 iken kadınlarda 288’dir. Şehirlerde ikamet edenlerin ortanca yaşı 284 köylerde ise 279’dur.

Nüfusun % 665’i 15 ile 64 yaşları arasındadır.

15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus toplam nüfusun % 665’ini oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun % 264’ü 0-14 yaş grubunda % 71’i ise 65 ve daha yukarı yaş grubundadır.

Türkiye’de kilometrekareye düşen kişi sayısı 92 kişidir.

Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen bir kilometrekareye düşen kişi sayısı Türkiye genelinde 92 iken illere göre 11 ile 2.420 kişi arasında değişmektedir. İstanbul 2.420 kişi ile nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu ildir. Bunu sırasıyla; 398 kişi ile Kocaeli 311 kişi ile İzmir 238 kişi ile Hatay ve 234 kişi ile Bursa illeri izlemektedir. Nüfus yoğunluğunun en az olduğu il ise 11 kişi ile Tunceli’dir. Yüzölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya ilindeki nüfus yoğunluğu 50 yüzölçümü en küçük olan Yalova ilindeki nüfus yoğunluğu ise 215 kişidir

Ülkemizde 98.064 yabancı uyruklu kişi ikamet etmektedir.

Türkiye’de ikamet eden nüfusun % 014’ü yabancı uyrukludur. Yabancı uyrukluların en fazla bulunduğu ilk beş il sırasıyla; İstanbul (42.228) Bursa (11.495) Ankara (7.166)İzmir (6.707) ve Antalya (6.343) illeridir.

Din
Türk yurttaş'larının %99'u Müslümandır. Müslüman vatandaşların çoğunluğu Sünni mezhebindendir Sünnilerin çoğu Hanefi'dir. Türkiye'deki en büyük ikinci dini mezhep Alevilerdir. AB raporlarına göre Türkiye'de 15 - 20 milyon Alevi vatandaş bulunmaktadır. Bunların haricinde Şafii ve Caferi gibi diğer mezheplere dahil vatandaşlar da mevcuttur.

Türkiye laik bir ülkedir. Dinsel veya etnik özelliğe sahip bir siyasi parti kurulması anayasaya aykırıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında dinin devlet denetimi dışında yürütülemeyeceği kanaatine varılarak devlet tarafından denetlenmesi gerektiği kararlaştırılmıştır. Buna dayanarak 3 Mart 1924 tarihinde Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.


Dini inanç veya inanmama dini kuralları şahıs olarak uygulama veya uygulamama özgürlüğü Anayasa'nın korumasındadır.

1923'ten önce geçerli olan dini kanunlar tamamen geçerlilikten kaldırılmıştır.

Osmanlı Devleti'nde resmî aidiyet unsuru olan 'Müslüman' kavramı 1923'ten beri kullanılmıyorken bu aidiyetin(iyelik) yerine milli aidiyet(iyelik) olan 'Türk' kavramı getirilmiştir.

Toplam nüfusun çok küçük (%02'den az) bir oranını gayrimüslimler oluşturur. Bunlar 45.000 Ermeni Gregoryen 25.114 Musevi 17.194 Süryani 2.270 Rum Ortodoks ve yaklaşık 5.628 diğer çeşitli din ve mezheplerden insanlardır (Katolik Arap Ortodoks Keldani vs).

Türkiye'deki Rum Ortodoks gayrimüslim nufusun büyük bir kısmı Lozan Antlaşması gereği Yunanistan'a göç etmiştir. Batı Trakya'da yaşayan Müslümanlar ile İstanbulGökçeada ve Bozcaada'da yaşayan Rumlar mübadele dışında bırakılmıştır. Balkanlar'da ve Kafkasya'da yaşayan Müslüman topluluklar da Slav - Ortodoks güçleri tarafından Türkiye'ye sürülmüş ya da Türkiye'ye kaçmak zorunda bırakılmıştır.

Dil
Türkiye'nin resmi dili Türkçedir. Bugün Türkiye Türkçesi nüfusun büyük bir çoğunluğu tarafından konuşulmaktadır. Bölgelere göre birçok farklı şivesi kullanılmakdır. Eğitimde ve basın kuruluşlarında ise İstanbul ağzı tercih edilmektedir.

Tüm halkın iletişimini sağlayan ve hem resmi dil hem de eğitim dili olan Türkçenin yanında gündelik hayatta başka diller de konuşulmaktadır. Bunlar Abazaca ArnavutçaBoşnakça Marmara bölgesi'nde ve İç Anadolu'da; Lazca ve Gürcüce Karadeniz'de; Kürtçe Zazaca ve Arapça gibi diller Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde kullanılmaktadır. Çok az sayıda olmalarına rağmen resmen azınlık durumunda bulunan Rumlar ve Ermeniler'in bir kısmı ile Museviler'in küçük bir kısmı gündelik hayatta kendi dillerini konuşmaktadırlar.

Diğer yaygın olarak konuşulan dillerle karşılaştırıldığında daha az sayıda sözcük ve harf ile daha çok bilgi aktarmak olanaklıdır. Diğer pek çok dilde olmayan bir özelliğe görebir sözcük köküne ekler ekleyerek tek sözcüklü tümceler oluşturulabilir İdari bölümler

Türkiye idari ve mahalli şartlar göz önünde bulundurularak çeşitli idari bölümlere ayrılmıştır. Merkezi idare kuruluşu bakımından illere iller ilçelere ilçeler ise köylere ayrılmıştır. Bunlara Mülki İdare Bölümleri denir. İdari bölümlerin tespitinde coğrafi durumları ekonomik şartları kamu hizmetlerinin gerekleri ve ulaşım durumları dikkate alınmaktadır. Türkiye'de en büyük idari birime il adı verilir. Bir il; il merkezi ilçe merkezleri ve ilçelere bağlı bütün köyleri kapsar. İllerde yönetme ve yürütme görevinidevletin atadığı valiler yerine getirir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 63 olan il sayısı değişen şartlar ve ihtiyaçlara göre bugün 81'e ulaşmıştır. Gelişmiş bir çok ilçe de il olmayı beklemektedir.

İlden daha küçük idari birimlere ilçe adı verilir. Her il büyüklüğüne göre çeşitli sayıda ilçelerden oluşur. İlçelerde mülki amire Kaymakam adı verilir. En küçük idari birime ise köy adı verilir. Muhtar tarafından yönetilen köy yönetim açısından ilçe merkezine bağlıdır.

Son nüfus sayımına göre Türkiye'de 81 il 850 ilçe ve 35.000'den fazla köy bulunmaktadır.
Coğrafi Bölgeler


1941 yılında Ankara'da toplanan Birinci Coğrafya Kongresi uzun süren çalışmaları sonunda Türkiye'yi yedi coğrafi bölgeye ayırmıştır. Adı geçen kongrenin çalışma larında; Türkiye'nin üç tarafının denizle çevrilmiş olması uzun kenarları boyunca kıyıya paralel dağ sıralarının bulunuşu bu dağların yüksek ama az engebeli olan orta kesimi deniz etkisinden ayırması bu yüzden kıyı şeridiyle iç kesimler arasında iklim doğal bitki örtüsü tarım çeşitlerinin dağılımı ve bunların ulaşım sistemlerine ve konut tiplerine etkisi gibi etmenler göz önünde tutulmuş ve Türkiye'nin dört kenar bölgeyle üç iç bölgeye ayrılması mümkün olmuştur. Tespit edilen yedi bölgeden ilk dördü ne komşu olduğu denizin adı verilmiştir (Karadeniz Marmara Ege ve Akdeniz Bölgeleri).

Diğer üç bölge de Anadolu bütünü içindeki yerlerine göre adlandırılmıştır (İç Anadolu Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri).Türkiye dünyanın önemli deprem kuşaklarından biri olan Alp-Himalaya kuşağı üzerinde yer almaktadır. Ülkeyi baştan başa kateden Kuzey Anadolu fayı başta olmak üzere Türkiye'de daha çok sayıda aktif fay bulunmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı üzerinde son yüzyılda 1939'da Erzincan'dan başlayan ve doğudan batıya doğru fay parçaları boyunca düzenli bir seyir izleyen 7 büyük deprem olmuştur. 17 Ağustos 1999 tarihinde merkez üssü İzmit olan 7.4 şiddetindeki son Marmara depremi de Kuzey Anadolu fayının Doğu Marmara bölümünde gerçekleşmiştir. "Asrın felaketi" olarak nitelendirilen Marmara depremi 1939 Erzincan depreminden sonra Türkiye tarihinin en büyük depremidir.

Türkiye'nin en fazla nüfus yoğunluğuna sahip geniş bir bölgesinde meydana gelen Marmara depremi en fazla İzmit Yalova Sakarya ve Bolu illerinde olmak üzere İstanbulEskişehir Bursa ve Zonguldak gibi çevre illerde de çok sayıda can kaybı ve hasara yol açmıştır. 15 binin üzerinde kişinin hayatını kaybettiği depremde 25 bini aşkın bina yıkılmış 200 bin civarındaki konut ve işyeri de hasar görmüştür. Depremden hemen sonra harekete geçen Türk hükümeti depremin yaralarını sarmak için seferber olmuştur. Başta Almanya ısrail Yunanistan ve Rusya olmak üzere toplam 83 ülke kurtarma ekipleri ve çeşitli yardım malzemeleri göndermiş depremden zarar görenlere yardım amacıyla Türkiye'de ve dünyanın birçok ülkesinde gerek hükümetler gerekse sivil toplum örgütleri bünyesinde yardım kampanyaları başlatılmıştır. Deprem sonrasında meydana gelen bu uluslararası dayanışma ve duyarlılık Türk halkının tamamı tarafından takdir ve şükran duyguları ile karşılanmıştır.

İklim Özellikleri
Coğrafi mevkiinden dolayı Türkiye'nin iklimi oldukça yumuşak olduğu halde kıyılara paralel olan dağların varlığı bir bölgeden diğer bölgeye belirgin farklılıklar gösterir. Kıyı bölgeleri daha ılıman bir iklime sahip olabilirken İç Anadolu platosu sıcak yazlar ve az yağmurlu soğuk kışlar yaşar.

Türkiye'nin üç tarafının denizlerle çevrili olması dağların konumu ve yeryüzü şekillerinin çeşitlilik göstermesi farklı özellikte iklim tiplerinin doğmasına yol açmıştır. Kıyı bölgelerinde denizlerin etkisiyle daha ılıman iklim özellikleri görülür. Kuzey Anadolu Dağları ile Toros Sıradağları deniz etkilerinin iç kesimlere girmesini engeller. Bu yüzden iç kesimlerde karasal iklim özellikleri görülür.

Akdeniz iklimi: Akdeniz ve Ege Denizi kıyılarında etkili olan bu iklim tipi Marmara Denizi'nin güney kıyısına kadar sokulur. Kıyıdan yaklaşık 800 metre yüksekliğe kadar bu iklimin özellikleri görülür. Bu iklim tipinde yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve yağışlıdır.
Karadeniz iklimi: Türkiye'nin kuzey kıyılarında dağların denize bakan yamaçlarında görülen bir iklim tipidir. Bu iklimde yaz sıcaklığı Akdeniz ikliminde olduğu kadar etkili değildir. Kış mevsimi güney kıyılarına göre soğuk geçer. Yağış miktarı fazladır.
Karasal iklim: Türkiye'nin denizlerden uzak yeryüzü şekillerinin meydana getirdiği engellerden dolayı deniz etkisinden yeterince yararlanamayan kesimlerinde karasal iklim görülür. İç Anadolu Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Trakya'nın iç kesimleri karasal iklimin etkisi altındadır. Buralarda mevsimlik ve günlük sıcaklık farkları büyük yağışlar genel olarak azdır. Kışlar uzun soğuk ve karlı yazlar kısa fakat sıcaktır.

Eğitim Sistemi
Türk Milli Eğitim Sistemi Türkiye'de eğitim devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. maddesine göre herkes eğitim görme hakkına sahiptir. Bireyler eğitimleri süresince ilgi ve yetenekleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara okullara yöneltilerek yetiştirilirler. Eğitim sisteminin her bakımdan bu yönelimi gerçekleştirmesi esastır.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası'na göre eğitimin amacı; bireyleri Türk ulusunun değerlerini benimsemiş ülkesine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş bilgi üreten üretilen bilgi ve teknolojiyi kullanabilen insan haklarına saygılı demokratik yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Ayrıca bireyleri geleceğe hazırlamakkendilerinin ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır.

Cumhuriyet'in ilk yıllarından günümüze kadar okul öğrenci ve öğretmen sayılarında büyük artışlar sağlanmış nitelikli insan gücünün yetiştirilmesine yönelik çalışmalar yapılarak geniş bir kitleye ulaşılmıştır. ülkede eğitim ekonomik teknolojik ve sosyal gelişmenin en önemli unsuru olarak kabul edildiğinden hükümet ve kalkınma planlarında da eğitime büyük önem verilmektedir. Nitekim 1996-2000 yıllarını kapsayan 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda eğitim birinci öncelikli sektör olarak yer almaktadır.

2000'li yıllara doğru Türkiye eğitim sistemi ve programlarını öğretmenlerini altyapı ve eğitim malzemelerini dünya kültürü ve teknolojisine katkıda bulunacak Türk insanını yetiştirmek üzere geliştirmeye devam etmektedir. Nüfusun eğitim talebini karşılamak için sürekli kaynak artırımı yapılmakta ve eğitimdeki hedef ve beklentileri karşılayacak altyapının oluşturulması için çaba sarfedilmektedir. Bu amaçla 1996-2010 yıllarını kapsayan Eğitim Ana Planı hazırlıkları yapılarak; eğitimin bireysel ulusal ve küresel istemlerine cevap verecek şekilde esnekleştirilmesi ve sisteme giriş çıkış rahatlıklarının artırılması yönündeki çalışmalar sürdürülmektedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası uyarınca Türk Milli Eğitim Sistemi; Örgün Eğitim ve Yaygın Eğitim olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Örgün eğitim okul sistemini ifade etmekte ve okulöncesi ilköğretim ortaöğretim ve yükseköğretimden oluşmaktadır. Yaygın eğitim ise okulların dışında veya yanında düzenlenen faaliyetlerin tümünü kapsamaktadır. 1998-1999 öğretim yılında 64.489 örgün ve yaygın eğitim kurumunda toplam 14.668.444 öğrenci eğitim-öğretim görmekte bu kurumlarda 512.522 öğretmen görev yapmaktadır.

Bilim ve Araştırma


Osmanlı İmparatorluğu 12. yüzyıldan başlayarak bilim alanındaki üstünlüğünü kaybetmiş bilim ve teknolojide gerileme 18. yüzyıldan başlayarak askeri alandaki sürekli yenilgilerle kendini hissettirmeye başlamıştır. 18. yüzyılın son çeyreğinde bilim ve teknoloji konularındaki eksiklik hissedilmiş mühendislik topçu ve askeri tıp okulları açılmıştır. Bu dönemde batıdan hocalar getirtilmiş ve batıya öğrenciler gönderilmiştir. 1863 yılında İngilizce eğitim veren Robert Kolej ve 1868 yılında Fransızca eğitim veren Galatasaray Lisesi kurulmuştur. 1900 yılında ise ilk imparatorluk üniversitesi olan "Darülfünun-u Şahane" açılmıştır. İlahiyat Fen Bilimleri Matematik Edebiyat Hukuk ve Tıp bölümlerinden oluşan bu kuruluş 1908'den sonra Alman eğitimcilerin yardımı ile yeniden yapılandırılmıştır. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne Osmanlı ımparatorluğu'ndan bir üniversite ve yedi eğitim kurumu miras kalmış Cumhuriyet döneminde ise birçok yeni okul ve üniversite açılmıştır. Bilim ve teknolojide Osmanlı İmparatorluğu'nun bu geç kalmışlık mirasını devralan Türkiye hem bu açığını kapatmak için uğraşmakta hem de yeni çağ değişimini yakalamak için yoğun çabalar sarfetmektedir.

Cumhuriyet'in onuncu yılında (1933) Nazi Almanyası'ndan kaçarak Türkiye'ye gelen Alman bilim adamlarının katkılarıyla ilk üniversite reformu gerçekleştirilmiştir. 2252 sayılı kanunla yürürlüğe giren bu reformun amacı; eğitim öğretim bilim ve araştırma çalışmalarının çağdaş bir düzeye ulaştırılmasıdır. Bu yasa Türkiye'de modern anlamda bilim eğitiminin ve bilimsel çalışmaların başlangıcı olarak kabul edilir. Bu çerçevede Darülfünun kapatılarak ıstanbul üniversitesi'ne dönüştürülmüştür. Bunu diğer üniversiteler ve büyük bir bölümü tarım ve ormancılık alanında faaliyet gösteren çok sayıda Araştırma-Geliştirme (AR-GE) kurumu izlemiştir. 1928 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı 1932 yılında Şeker Enstitüsü ve 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü ile Elekik İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur.

1960'lı yıllarda planlı döneme geçilirken bilim ve araştırma alanındaki en önemli gelişme 1963 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) kurulmasıdır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na bağlı Ankara ve çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezleri de yine 1960'lı yıllarda kurulan önemli AR-GE kurumlarıdır.
1980'li yıllarda bilim ve araştıma alanında yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan birincisi 1981 yılında üniversitelerin yeniden yapılanmasını öngören YÖK yasasının çıkarılmasıdır. 1983 yılında ise Başbakan'a bağlı Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kurulmuş ve bu da ülkede AR-GE politikalarının saptanması yönlendirilmesi ve koordinasyonu konusunda önemli bir adım teşkil etmiştir.

Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu Türk bilim ve teknoloji sistemi içinde en üst düzeyde politika belirleme organıdır. Başbakan'ın başkanlığında ilgili bakanlar ile ilgili kuruluşların temsilcilerinden oluşmaktadır. Uzun vadeli bilim ve teknoloji politikalarının saptanmasında hükümetlere yardımcı olmak AR-GE hedeflerini saptamak öncelikli AR-GE alanlarını belirlemek ve AR-GE plan ve programları doğrultusunda kamu AR-GE kuruluşlarını görevlendirmek Yüksek Kurul'un başlıca görevleri arasındadır.

1990'lı yıllardaki önemli gelişmeler arasında 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA) ve Türk Patent Enstitüsü'nün kurulması bulunmaktadır. Başbakana bağlı tüzel kişiliğe bilimsel idari ve mali özerkliğe sahip bir kurum olan TüBA Türkiye'deki bilimsel araştırma standartlarının uluslararası düzeye çıkarılmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur. Bilimsel araştırmaların gelişmesi konusunda büyük hizmetleri olan kurum ayrıca gençlerin bilim ve araştırma konularına yönelmesi için çalışmalar yapmakta bu alanlarda emeği geçenleri ödüllendirmektedir. 1995 yılında fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda önemli bazı yasal düzenlemeler yapılarak patent haklarının endüsiyel tasarımların coğrafi işaretlerin ve markaların korunması hakkında kanun hükmünde kararnameler çıkarılmıştır.

Yine aynı yıl sanayi kuruluşları tarafından yürütülen AR-GE projelerine devlet yardımı yapılmasını öngören bir karar çıkarılmıştır. AR-GE faaliyetinde bulunan sanayi kuruluşlarına geniş imkanlar getiren bu karar uyarınca AR-GE giderlerinin %50'ye yakın bölümü devletçe karşılıksız olarak ödenebilmekte ve geri kalan % 50 için sanayi kuruluşu finansman desteği alabilmekte bu parayı gerçek değeri üzerinden ve geliştirdiği ürünü ticarileştirmeyi başarırsa geri ödemektedir. İktisadi Gelişme

Türkiye'de 1963 yılından itibaren uygulanan beşer yıllık planlı dönemler boyunca "yüksek büyüme hızları" ve "sanayileşme yönünde yapısal değişim" temel hedefler olarak alınmıştır. Benimsenen sanayileşme satejileri ve izlenen ekonomik politikalar 1980 öncesi ve sonrası dönemlerde büyük bir farklılık gösterir. 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Programı ve devamında izlenen politikalar daha önce her 8-10 yılda bir yürürlüğe konan istikrar programlarından farklı olarak ekonomi ve sanayileşme politikasında daha köklü bir değişikliği yansıtmaktadır. Nitekim para maliye dış ticaret ve döviz kuru politikalarında radikal değişiklikler yapılmış ve "ithal ikamesine dayalı-iç piyasaya yönelik" sanayileşme yerine "ihracata dayalı-dışa yönelik" sanayileşme yönünde bir dönüşüm gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
1980 sonrası dönemde sanayi kesiminin desteklenmesi üretim aşamasında yoğunlaştırılmış ve yabancı sermaye teşvikleri artırılmıştır. Sanayi kesimindeki bu yapısal değişimimalat sanayii üretimi içinde ara ve yatırım mallarının artırılmasıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Yatırım malları içinde karayolu taşıtları elekiksiz makinalar ve madeni eşya üretimi ilk sıralarda yer alırken ara malları üretiminde ise peol ve demir-çelik ürünleri en fazla paya sahip olmuşlardır. Ayrıca ara ve yatırım malları ithalatı önemli ölçüde kolaylaştırılmıştır. Böylece sanayinin ihtiyacı olan yeni teknolojiler ve modern pazarlama yöntemlerinin ülke içindeki kullanımı yaygınlaştırılmıştır.

Özellikle 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren hükümetler sanayi sektöründe altyapı yatırımlarını hızlandırmak ve daha iyi şartlarla kaynak ihtiyacını karşılayabilmek için"yap-işlet-devret" modelini devreye sokmuşlardır. Sermaye piyasasına yönelik olarak ise öncelikle küçük tasarrufların sanayiye yönlendirilmesini sağlamak amacıyla gerekli önşartlar hazırlanmış ve 1981 yılındaki bir kanun ile Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuştur. Bu önlemlere paralel olarak bankacılık hizmetleri modernleştirilmiş ve uluslararası işlemlerin daha da hızlandırılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Sanayileşme politikasının vazgeçilmez önşartlarından olan ulaştırma ve haberleşme hizmetlerinin iyileştirilmesi konusuna ise özel bir önem verilmiştir.

Önemli bir bölümü 1980 yılında başlatılan ve ihracata yönelik düzenlemelerle birlikte döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik eden önlemler sanayinin rekabet gücü kazanması ve ihracatın artırılması yönünde büyük katkılar sağlamıştır. Türkiye'de açılmış bulunan serbest bölgeler ve uluslararası fuarlar ise Türk sanayiinin gelişmesi ve dünya pazarlarıyla bütünleşmesi yönünde oldukça etkili olmuşlardır. Sanayi kesiminin gelişmesine yönelik olarak gösterilen bütün bu gayretler sonucunda Türkiye'nin toplam ihracatında sanayi ürünlerinin payı 1980-1998 yılları arasında %36'dan %77.4 seviyesine yükselmiştir.


Sanayi sektöründeki büyümenin esas kaynağı özel sektörün yatırımları ve dinamizmidir. Son yıllarda mevcut sanayi yapısının iyileştirilmesi çalışmalarına paralel olarak kamu kesiminin yürüttüğü iktisadi faaliyetlerin özelleştirilmesi çalışmalarına hız verilmiştir. Kamu kesiminin sanayi üretimine yönelik olarak yaptığı yatırımlar da azalmıştır. Ayrıca Türk özel sektörü tarafından yürütülen Araştırma-Geliştirme (AR-GE) faaliyetleri 1990'lı yılların ortasından itibaren devlet tarafından sistemli bir şekilde desteklenmeye başlanmıştır. Ayrıca 1995 yılında AR-GE faaaliyetlerinin devlet yardımlarıyla desteklenmesine ilişkin mevzuat yürürlüğe girmiştir.
Dünya pazarları ile bütünleşme yönünde yürütülen çalışmalar bütün hızıyla devam etmektedir. Türk sanayii elde ettiği tecrübe ve birikimlerle Ortadoğu İslam ülkeleri ve 1990 sonrası dönemde bağımsızlığını kazanmış Orta Asya Cumhuriyetleri başta olmak üzere tüm dünya ülkelerinde yapılmakta olan ortak yatırımları üstlenebilecek ve yönlendirebilecek bir seviyeye ulaşmıştır.

Son yıllarda Türkiye'ye yapılan iş ziyaretlerinde büyük artışlar olmuştur. Ortak yatırım projelerinin desteklenmesi amacıyla Türkiye'deki tüccar ve sanayicinin en önemli meslek kuruluşlarından biri olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) esnaf ve sanatkarların en üst meslek kuruluşu olan Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) sanayici ve işadamları dernekleri özel firmalar ve vakıflar tarafından çeşitli faaliyetler yürütülmektedir.

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYİH) sektörel dağılımı incelendiğinde sanayi sektörünün 1997 yılında %21.9 olan payının 1998 yılında %19.6'ya düştüğü görülmektedir. Sanayi sektörü genel eğilime uygun olarak %9.1 gibi yüksek oranlı bir büyüme hızı ile başladığı 1998 yılında ancak %1.8 oranında bir büyüme göstermiştir. Sanayi katma değerinin GSYİH içerisindeki payında yaşanan düşüşte imalat sanayii üretiminde görülen azalma etkili olmuştur. Toplam sanayi üretimindeki payı %8.5 civarında olan ve 1996 yılında %7.7 1997 yılında %12.3 artan imalat sanayii üretimi 1998 yılının ilk yarısında da büyüme eğilimini devam ettirmiştir. Ancak yılın ikinci yarısından itibaren önemli ölçüde iç talep yetersizliğinden kaynaklanan bir üretim daralması yaşanmıştır. 1997 yılında %79.4 olan imalat sanayii kapasite kullanım oranı da 1998 yılı sonu itibariyle %76.6'ya gerilemiştir. Bununla birlikte toplam ihracatın %77.4'ünü oluşturan sanayi ürünleri ihracatı 1998 yılında bir önceki yıla göre %5.6 oranında artış göstererek 20 milyar 866 milyon dolara yükselmiştir.

Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)

Dünya Bankası verilerine göre Türkiye 1980-1991 yılları arasında gösterdiği yıllık ortalama kişi başına %2.9'luk GSMH artışıyla 127 ülke arasında 16. sırada yer almıştır. Yine aynı kuruluş tarafından yayımlanan "1997 Dünya Kalkınma Göstergeleri" isimli rapora göre Türkiye dünyanın yükselen devleri olarak nitelendirilen Çin Brezilya RusyaHindistan Meksika Arjantin Endonezya Tayland ve Pakistan ile birlikte dünyanın gelişme potansiyeli en yüksek 10 pazarı arasında yer almıştır. Son yıllarda Türk ekonomisi1980 ve 1994 yılları hariç iyi bir gelişme trendi yakalamıştır. GSMH yıllık ortalama olarak 1980-1990 yılları arasında %5.3 1990-1995 yılları arasında %3.2 ve 1995-1997 yılları arasında ise ortalama %7.9 ile dünya ortalamasının üzerinde bir büyüme gerçekleştirmiştir.

1998 yılı başında enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlamak makro ekonomik dengelerde istikrarı oluşturmak amacıyla bütçe borçlanma ve para programları üçer aylık dönemler itibariyle hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Yılın ilk yarısında programda öngörülen hedeflere ulaşılmış ve bu olumlu gelişmenin ardından Haziran 1999 tarihinde Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 18 ay süreli "Yakın İzleme Anlaşması" yapılmıştır. Ancak 1997 ortalarında güneydoğu Asya'da başlayan krizin 1998 yılında daha da derinleşmesi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de finansal politikaları olumsuz yönde etkilemiştir.

Nitekim enflasyonla mücadele politikalarının da etkisiyle 1998 yılında ekonomi ancak %3.8 büyümüştür. Bununla birlikte program hedeflerine büyük ölçüde ulaşılmış enflasyon azalma kaydetmiş ve büyüme hızı programda öngörülen %3 hedefinin üzerinde gerçekleşmiştir. Dolar bazında Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) %5 oranında artarak 204 milyar dolara kişi başına düşen milli gelir ise 1997 yılına göre %4.7'lik bir artışla 3224 dolara yükselmiştir.

Dış Ekonomik ilişkiler ve Ödemeler Dengesi



İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası ticaret devamlı olarak dünya ekonomisindeki büyümenin üzerinde bir performans göstermiştir. 1990-1995 yılları arasında dünya üretimi yıllık ortalama olarak % 2 artarken dünya ticareti %6.2 oranında büyümüştür. Bu hızlı büyümenin en önemli nedeni ülkelerin giderek ticareti serbestleştirmeleri ve bu yöndeki müzakerelere ağırlık vermeleridir. Bu gelişmelerin sonucunda sanayileşmiş ülkelerin ithalata uyguladığı vergiler 1950'li yıllarda % 40'lar civarında iken bugün % 3-4'ler seviyesine gerilemiştir. Dünyanın diğer bölgelerinde de aynı yöndeki politikalar ağırlık kazanmıştır. Türkiye de ithalat vergilerini Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin uyguladığı seviyelere çekmeye çalışmış ve 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması imzalanmıştır.

1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Türkiye ve AB ülkeleri arasında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması sonucunda AB ülkeleri ile yapılan sanayi malları ticaretinde tüm korumalar kaldırılmış diğer ülkeler ile olan ticarette de AB'nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum dış ticaret dengesinin 1996 yılında bir miktar bozulmasına neden olmakla birlikte 1997 yılında ihracat %13 oranında artarak 26.2 milyar dolara ithalat ise %11.3 oranında artarak 48.6 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı yıl dış ticaret hacmi 74.8 milyar dolar dış ticaret açığı da 22.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Nitekim Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından 1997 yılında yayımlanan "Dünya Ticaretindeki Gelişmeler" adlı rapora göre Türkiye dış ticaret hacmi en hızlı artan ve böylece dış ticaret dinamizmi en yüksek olan dünyanın 21 ülkesi arasında yer almıştır.

1998 yılında dış talepte bölgesel olarak yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle bir önceki yıl hızlı bir gelişme gösteren ihracat artış hızı yavaşlamış; % 2.7 oranında bir artışla 26.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. ithalat ise gerek iç talepteki daralma ve ekonomide yaşanan durgunluk gerekse petrol fiyatlarındaki büyük oranlı gerileme nedeniyle % 5.4 oranında azalarak 45.9 milyon dolara düşmüştür. İthalat ve ihracatta görülen azalmalar neticesinde dış ticaret hacmi de %2.6'lık bir azalma göstererek 72.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı ise bir yandan ithalatın gerilemesi diğer yandan da ihracattaki artış oranının nispeten düşük kalması sonucunda %15 oranında azalarak 18.9 milyon dolara inmiştir.

Türkiye'nin 1998 yılı dış ticaretini özellikle ihracatını değerlendirirken dünya ekonomisinde yaşanan olumsuz gelişmelerin etkilerinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. çünkü 1998 yılında temel olarak maliyet gelişmeleri ve döviz kuru politikaları açısından rekabet gücünü ciddi boyutta etkileyebilecek olumsuz bir gelişme görülmemekle beraber dış talepteki daralma ihracattaki artışın % 2.7'de kalmasına yol açmıştır.

Türkiye'nin ihracat pazarlarında rakip ülkeleri olan Uzakdoğu ülkelerinin paralarının yüksek oranlarda değer kaybetmesi de başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere bazı sektörlerin ihracat performansını olumsuz yönde etkilemiştir. Yine özellikle demir çelik sektörünün ana pazarını oluşturan bu ülkelerin talebindeki daralma adı geçen sektörün ihracatını ciddi bir şekilde aşağıya çekmiştir.

Türkiye'de ihracat çeşitli şekillerde teşvik edilmektedir. Son yıllarda parasal teşvikler yerini üretim ve yatırım safhasındaki teşviklere bırakmıştır. Bu çerçevede Türk Eximbank aracılığı ile ihracatçıya kredi garanti ve sigorta desteği sağlanmaktadır. Geniş anlamda bir ihracat teşvik aracı olarak 1980 sonrasında ihracatta bürokratik formaliteler azaltılmış ve basitleştirilmiştir İhracat ve İthalat


Ülkede ihracatın ithalatı karşılama oranı 1990'lı yıllar boyunca %50'liler civarında gerçekleşmiş 1994 krizi sırasında %77.8'e yükselmiştir. 1995 yılında %53.5 oranında artan ithalat ithalatın ihracatı karşılama oranını %60.6'ya düşürmüştür. 1996 yılında da devam eden bu eğilim sonucunda ihracatın ithalatı karşılama oranı %53.2 olarak gerçekleşmiştir. 1997 yılında %54.1 olan bu oran 1998'de ithalatın azalması ve ihracatın artması sonucunda %58.7'ye yükselmiştir.

Dış Ticaret



Türkiye'nin ihracatında 1980'li yıllarda önemli bir yapı değişikliği ortaya çıkmıştır. Tarım ürünleri ihracatının toplam ihracat içindeki payı 1970'de %75 ve 1980'de %57 gibi çok yüksek düzeylerde iken 1998 yılında %18.7 olmuştur. Sanayi ürünleri ihracatının payı ise 1970'deki %18 ve 1980'deki %36 düzeylerinden hızlı bir şekilde artarak 1998 yılında %77.4'e yükselmiştir. Ayrıca 1980 sonrası dönemde imalat sanayii ihracatının ürün birleşiminde de tarıma dayalı olmayan sanayiler lehine bir değişim ortaya çıkmıştır. Bu gelişme Türkiye'nin ekonomik yapısında gerçekleşmekte olan "sanayileşme yönünde yapısal değişim" olgusuyla da uyumlu bulunmaktadır.

Türkiye'de ithalatın yapısına bakıldığında ekonomik kalkınma ve sanayileşme çabalarının doğal bir sonucu olarak 1990'lı yıllarda yatırım ve hammadde ithalatı payının yıllık ortalama %85'in üzerinde olduğu görülmektedir.

Son yıllarda izlenen liberal politikaların sonucunda Türkiye'nin ithalatında tüketim mallarının payı da hızla artmaya başlamıştır. 1980'li yılların başlarındaki %2 gibi çok küçük bir düzeyden 1985 yılından itibaren %8-9 seviyelerine ve 1990'lı yıllarda da ortalama %12'nin üzerine çıkmıştır.

Türkiye bazı mallar itibariyle dünya ticaretinde ön sıralardadır. Hazır giyim tütün bazı metaller meyve ve kabuklu yemişler gibi ürünlerde dünya ihracatındaki payı %5-10 arasında değişmektedir.

Türkiye geleneksel olarak OECD ülkeleriyle daha fazla ticaret yapmaktadır. OECD ülkeleri 1998 yılında Türkiye'nin ihracat ve ithalatında sırasıyla %62.9 ve %72.9 oranlarında pay almışlardır. OECD içinde Avrupa Birliği (AB) ülkeleri önemli bir yer tutmaktadır. 1997 yılında %46.6 olarak gerçekleşen AB ülkelerinin toplam ihracat içindeki payı 1998 yılında %50'ye yükselmiş ve 13.5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilmiştir. Aynı yıl AB ülkelerinden yapılan ithalat ise ülkenin toplam ithalatının %52.4'ünü oluşturmuştur. Görüldüğü gibi OECD ve AB ülkeleri Türkiye'nin dış ticaretinde önemli ve kalıcı bir yere sahiptir.


Kültür

Felsefe


Tanzimat dönemiyle Batılılaşmaya başlayan Türklerde modern felsefe ilk olarak askeri ve teknik alanlarda medrese dışında kurulan yeni okullarda yerleşti. Yanyalı Esat Efendi yeni Aristocu çeviriler yaptı.

19. yüzyıldaki yenileşme hareketlerinde Münif Paşa’yla başlayan Batı etkisi Osmanlı aydınlarını üstün Batı siyaset ve bilimini memlekete uyarlamaya sevketmiştir. Yeni Osmanlılar derneğinde toplanan Şinasi Namık Kemal Ziya Paşa Ali Suavi Agah Efendi Ahmet Mithat Efendi Ahmet Vefik Paşa Fransız düşünürlerinin etkisinde kaldılar laik felsefenin ilk başlatıcıları oldular bu aydınlar geç kalmış Osmanlı aydınlanmacıları ve ansiklopedistleriydi.

Cumhuriyetten sonra yayımlanan ilk felsefe dergisi Felsefe ve İçtimaiyat Mecmuası’dır (1927). Kurucuları Mehmet Servet ile Hilmi Ziya Ülken'dir. Kadrocular bir siyaset felsefesi geliştirmeye çalıştılar.