Osmanlı’nın ilk ve orta zamanlarında elbette bu isimde bir sistem yoktu. Zaten o dönemin dünyasında da yoktur. Tüm Avrupa’ya “monarşi” hâkimdir (şimdi bile İngiltereİspanya Hollanda İsveç Norveç Belçika ve Danimarka gibi pek çok Avrupa ülkesi monarşi ile yönetiliyor). Üstelik dönemin Avrupalı monarşilerinde üst sınıfın (asiller) alt sınıfa (halk) tahakkümü hatta zulmü söz konusudur.

Osmanlı’da ise bir “asiller sınıfı” olmadığından halk katmanları sistematik bir zulüm ve baskı altında değildir. Her inançtan ve milliyetten insan “insanca” muamele görmektedevlet canlı varlıklara yönelik herhangi bir baskının “kul hakkı” oluşturacağı ve kul hakkının Allah tarafından affedilmeyeceği inancı içinde yönetilmektedir.Bu bağlamda Fatih’in büyük fetihten hemen sonra Hıristiyanlara hitaben yayınladığı “Amannâme”deki hak ve hürriyetler bugünün insanını bile şaşırtacak kadar geniş olması da bu yüzdendir.

Fatih geleneksel yönetim anlayışının bir gereği olarak Müslüman olmayanlara inanç ibadet kıyafet seyahat ve ticaret özgürlüğü tanıdığına dair “ferman” zaman zaman sonraki padişahlar tarafından da tekrarlanmış (Yavuz’un “Kudüs Fermanı” gibi) bu sebeple Osmanlı hak/hukuk ve özgürlükler açısından Avrupalı çağdaşlarının fersah fersah önüne geçmiştir.

Bu gerçeği Osmanlı Devleti’ne gelen Avrupalı diplomatların raporlarında ve Avrupalı gezginlerin kitaplarında açıkça görmek mümkündür. Osmanlı “demokrasi”yi isimlendirmede gecikmiş olabilir ama uygulamada Batı’nın ilerisindedir.
Demokratik anlayışa yakın ilk parlamento 23 Aralık 1876’da yapılan Anayasa’ya göre kuruldu. Ancak bu parlamento halk tarafından seçilmemiş geçici bir talimatla il liva ve ilçelerin İdare Meclisi üyeleri arasından seçilmişti. İstanbul’da ise ayrı bir seçim yapılmıştı. Bu Meclis yedi dönemde faaliyet gösterdikten sonra 28 Haziran 1877’de çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.

Aynı seçim yöntemiyle oluşturulan “İkinci Meclis-i Meb’usan” 13 Aralık 1877’de toplandı. Ne var ki bu da Rusya’nın Osmanlı’ya saldırmasıyla (93 Harbi) yoğunlaşan sorunlar nedeniyle 14 Şubat 1878’de kapatıldı.

İlk Meclisler milletin genel yapısının bir yansıması olarak çeşitli etnik kökenlere mensup temsilcilerden oluşuyordu: 69’u Müslüman 46’sı gayr-i müslimdi…

Sultan II. Abdülhamid Meclis’i kapatmaya âdeta mecbur edildi. Çünkü 93 Harbi’nin tüm olumsuzlukları yaşanıyor böyle bir ortamda çok hızlı kararlar alması gereken Meclishiçbir karar alamıyordu. Sonu gelmeyen tartışmalar ve eleştirilerle vakit geçiriyordu. Ayrıca savaşı fırsat bilen azınlık temsilcileri temsil ettikleri ırkların bağımsızlığının derdine düşmüştü. Osmanlı kendi içinden de vuruluyordu.

Batılı anlamda ilk seçimler 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında yapıldı. Bu seçimlere Ahrar Fırkası (Özgürlükçüler Partisi) ile İttihat ve Terakki Cemiyeti katıldı. Seçimleri İttihat ve Terakki kazandı. Böylece 4 Aralık 1908’de Üçüncü Meclis-i Meb’usan açıldı. Bu parlamento Sultan II. Abdülhamid’in önce yetkilerini daralttı ardından da tahttan indirdi.


1912’de oluşturulan son Osmanlı Meclisi ise devletin sonuna kadar çalıştı. İstanbul’da dağıtılınca da Ankara’da toplandı.

Yani parlamento geleneğimiz o kadar da yeni değil. İlk Osmanlı parlamentoları ise “göstermelik” değil. Zaten İstiklâl Savaşı’nı veren Meclis de (ilk Meclis dedikleri) bir Osmanlı Meclisi’dir.

Lozan’ı reddettiği için dağıtılan bu Meclis’in yerine kurulan İkinci Meclis hiçbir zaman “Meclis-i Meb’usan”lar kadar hür iradesiyle hareket edememiştir.