KİMYANIN TARİHÇESİ
Ortaçağ
İslâm Dünyası'ndaki kimya çalışmaları daha önce Hellenistik Çağ'da İskenderiye'de yapılmış olan simya çalışmalarından yoğun bir biçimde etkilenmiştir. Bu çalışmalar sırasında yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan Yapısal Dönüşüm Kuramı'na göre doğadaki bütün metaller aslında bir kükürt-civa bileşimidir; ancak bunların iç ve dış niteliklerinde farklılıklar bulunduğu için kükürt ve civa kullanmak suretiyle istenilen metali elde etmek mümkündür.
Bilindiği gibi simyagerler tarih boyunca bu kurama dayanarak kurşun ve bakır gibi nisbeten daha az kıymetli metalleri altın ve gümüş gibi metallere dönüştürmek istemişlerdir. İslâm Dünyası'ndaki kimya çalışmaları da genellikle bu doğrultuda sürdürülmüştür.
Yine Müslüman simyagerlerin maksatlarından birisi de bu dönüşümü gerçekleştirecek el-İksir'i yani mükemmel maddeyi bulmaktır. Mükemmele en yakın metal altın olduğu için genellikle bu çalışmalarda altının kullanıldığı görülmektedir. İksir aynı zamanda sonsuz yaşamın kapısını aralayacak bir anahtar olarak da düşünülmüştür.
Simyagerler Yeryüzü'ndeki metallerle Gökyüzü'ndeki gezegenler arasında da ilişki kurmuşlardır. Örneğin altın Güneş'le ve gümüş ise Ay'la eşleştirilmiş ve bu metalleri göstermek için Güneş ve Ay'a benzeyen simgeler kullanılmıştır. Bu simgeler 18. yüzyıla kadar pek fazla değişmeden gelmiştir; günümüzdeki simgeler ise 18. yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlamıştır.
Ortaçağ İslâm Dünyası'nda simyayı benimseyenlerle benimsemeyenler arasında süregelen tartışmaların kimyanın gelişimi üzerinde çok olumlu etkiler yaptığı görülmektedir. Çünkü bu tartışmalar sırasında taraflar görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak için çok sayıda deney yapmış ve bu yolla deneysel bilginin artmasında önemli bir rol oynamışlardır.
Yeniçağ
Bu dönemde kimya alanında maddenin yapısına ilişkin deneysel çalışmalar başlamış ve özellikle Boyle Mayow ve Hook gibi bilim adamları sayesinde yeni bir atom kuramı geliştirilmiştir.
Yakınçağ
Bu dönemde kimya sanayinin belkemiği haline gelmiştir; ancak kimya çalışmaları sadece sanayide değil tıp başta olmak üzere değişik bilim dallarında da önemli rol oynamıştır. Atom konusundaki çalışmalar genetik ile ilgili çalışmaları ve canlıların temel maddesi konusunda yapılan araştırmaları büyük ölçüde etkilemiştir.
Bu dönemde çağdaş kimya yanma olgusunu açıklayan Lavoisier tarafından kurulmuştur. Bu sayede Lavoisier Filojiston Kuramı'nı yıkmış ve oksijeni bulmuştur.
Modern Kimyanın Doğuşu
________________________________________
15. yüzyıla dek kimya eskiden beri bilinen kalıplarını bir türlü aşamamıştı. Bu kalıplaşma efsanevi açıklamalarla ve ilkel reçetelerle örtülmeye çalışılıyordu. Kimya halâ simya idi. 15. yüzyıldan itibaren simya kıpırdamaya kimya olmaya başladı.
Fosfor bizmut platin gibi yeni bulunan elementlerin gösterdikleri tipik özellikleri yeni açıklamalar istiyordu; öteyandan sürekli uzmanlaşan endüstri ve ticaret de kimya sanayinin yeni şeyler üretmesini bekliyordu. Güherçile şap yeşil vitriol (demir sülfat) vitriol yağı (sülfürik asit) soda gibi maddelerin üretiminin arıtırlması gerekiyordu. Bütün bunlar da eski kalıpları kırmayı ve bunu önleyen geçmişle hesaplaşmayı dayatıyordu.
Rönesans kimyacılarının tek ilgi alanı elbette madenler değildi. Georgius Agricola'nın 1556'da yayınlanan ve gelecek 200 yıl boyunca madencilik ve metalürji alanlarından çalışanların el kitabı olarak işlev gören on iki ciltlik dev eseri "De Re Metalllica" da maden ocaklarının yapımı maden filizlerinin ocaklardan çıkarılması ve ocaklarda biriken suyun boşaltılması gibi konuların yanısıra metal işletmeciliğine ilişkin çok önemli bilgiler verilmektedir.
Onun izleyicilerinden Bernard Palissy (1510-1589) seramik üretimini; Glauber cam güherçile ve bazı boyaların üretimini geliştirdi. Bu sırada yani 16. yüzyılda İran ve Çin porselen (çini) ve çömlekçilikte Avrupa'dan öndeydi. Kumaş ve deri sanayiinde önemli olan şap Avrupa için önemli bir üretim dalıydı.
Kimya alanındaki bir başka üretim alanı damıtmaydı. Damıtma bir sıvı karışımının ısıtılması ve buharlaştırılarak bulunduğu karışımdan ayrılması ve yoğiunlaştırılarak yeniden elde edilmesidir. 15. 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupasında kuvvetli alkollü içkiler içiliyordu. Onun için damıtma işlemi yaygın ve büyük bir üretim koluydu.
İçkiler yalnızca aristokrasinin yemek alemleri için önem taşımıyordu; aynı zamanda cahil yerlilerin topraklarını ve vücutlarını da teslim almanın ikinci (birincisi baruttu) silahıydı.
Hava ya da daha genel olarak gazlar 17. yüzyıl başına dek bir "ruh" ya da "kaos" olarak görülmüştü. Gaza "gaz" adını veren van Helmont (1577-1634) idi.
Helmont Paracelsus'un izleyicilerindendi ve büyük bir deneyciydi. J. Bernal’a göre birinci sınıf bir dahiydi. Mevcut maddeler olarak sadece suyu ve havayı kabul ediyordu. O'nun görüşlerinin kaynağı eski İyonyalılardı. Ama o felsefi bir varsayımdan çok deneysel souçlara dayanıyordu.
Su koyduğu bir kapta söğüt ağacı yetiştirdi ve yaşam için hava ve suyun alınmasının yeterli olacağını savundu. Kaosu gaz olarak o adlandırdı; kimyanın ileriki zaferlerinin yolunu aydınlattı. Ayaklanmalarla ve içsavaşlarla geçen bir dönemin ardından 17. yüzyılın ikinci yarısı bilimin gerçek doğuşuna tanıklık etti