“Adèle’in Yaşamı / Mavi En Sıcak Renktir” izleyiciyle buluştu. Film bir genç kadının kendini keşfi ve büyüme öyküsünü anlatıyor. Film hakkında “derinlikten yoksun” eleştirileri yapılsa da belirli konuları tartışmaya olanak sağlaması açısından anlamlı bir yapım.

Sson günlerde öğrenci evleri üzerinden gençlerin yaşamlarına yönelik baskıların artması cinsel özgürlük tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Uzun zamandır merakla beklediğim “Mavi En Sıcak Renktir” filminin gösterime girmesinin bu döneme denk gelmesi filme yönelik ilgimi daha da arttırdı. Filmin Altın Palmiye almış olması son yıllarda Fransız sanat sinemasına dönük artan ilgi ve filmin çok ses getirmesi gibi sebeplerle salon tıklım tıklım doluydu.

Makarnadan istridyeye terfi
Film önce Adèle isimli liseli bir genç kızın kendisine ilgi duyan yakışıklı bir erkekle yaşamaya başladığı ilişkiyi anlatıyor. Arkadaşları tarafından merakla karşılanan bu ilişki bir süre sonra Adèle’in bu çocuğa aşık olamadığını cinsel açıdan mutlu olmadığını keşfetmesiyle son buluyor. Bu olaydan sonra kadınlara ilgili duyduğunu kesin olarak fark etmesi sonucu eşcinsel bara gidip orada eşcinsel kimliğini uzun yıllar önce kabul etmiş güzel sanatlar öğrencisi Emma ile tanışıyor. Emma’nın bir gün okul çıkışına gelmesi arkadaşları tarafından cinsel içerikli ağır şakalar ve aşağılanmalarla karşılanmasına yol açıyor.

Emma ile Adèle’in yaşadıkları tutkulu ilişki Emma’nın aile ve arkadaş dünyasında normal kabul edilirken Adèle sevgilisini ailesini herhangi bir kız arkadaşıymış gibi tanıtmak zorunda kalıyor. Yönetmen aileleri filme çok fazla dahil etmiyor. Fakat ikisinin ailelerle birlikte olduğu yemek sahnelerindeki kısa anekdotlarla sınıfsal farkları vurguluyor. Adèle ve ailesi sürekli makarna yiyip ve kızlarının bir an önce mezun olup bir iş sahibi olmalarını beklerken Emma’nın ailesi Adèle’in ilk kez istiridye yemesine ve kızlarının cinsel ve sanatsal tercihlerini destekleyen farklı bir aile yapısıyla karşılaşmasına sebep oluyor.

Adèle okulu bitirip Emma ile birlikte yaşamaya başlıyor. Yeni hayatı Adèle’i kimliğinin kabul edilmediği arkadaş çevresinden uzaklaştırıp ilişkilerinin normal kabul edildiği Emma’nın arkadaşlarından oluşan sanat çevresine taşıyor. Fakat burada da Emma’nın ona ev işlerini yaptırması yaptığı işi küçümsemesi gibi nedenler onları birbirinden uzaklaştırıyor. Çalıştığı okulda da iş arkadaşlarına kimliğini açıklayamayan ve onlardan gelen ısrarlı davetlerden bunalan Adèle çareyi işyerinden bir erkekle beraber olmakta arıyor. Ardından Emma ile ilişkileri sona eriyor ve Adèle büyük bir mutsuzluğa sürükleniyor. Eski aşkını geri kazanmaya dönük çabaları sonuç vermiyor.

Yatak sahnelerinin önemi
Filmde iki kadın arasındaki aşk bütün doğallığıyla anlatılmış. Oyuncuların yönetmenin baskıları nedeniyle çok zorlandıklarını söyledikleri sevişme sahneleri filmden daha çok konuşulacağa benziyor. Filmi izleyen seyircilerin bir kısmının rahatsız olup dışarı çıkması veya gülmesi şiddet veya şiddet içeren cinsel sahnelere karşı aynı duyarlılığı göstermeyen izleyicinin daha çok yol alınması gerektiğini gösteriyor.

Bence filmde asıl odaklanılması gereken nokta bu değil. Film konu aşk olunca herhangi bir kadın-erkek ilişkisinde karşımıza çıkan onlarca sorun ve duygunun aslında iki kadının arasında da benzer şekilde yaşanabildiğini gösteriyor. Filmde anlatılan gerçekçi aşk öyküsü heteroseksüel bireylerin eşcinsellere karşı önyargılı bakış açılarının yıkılması ya da ilişkilerinin daha iyi anlaşılması açısından önem taşıyor. Ayrıca eşcinselliğin bir tercih değil bir yönelim olması kendini keşfetmeye çalışan genç bir kadın üzerinden başarılı bir şekilde anlatılmış.

Aykırılıklar nerede makul?
Fransa ülkemizle karşılaştırıldığında eşcinsel hakları açısından çok daha ileri bir noktada duruyor. Eşcinsel evliliğinin bu yıl kabul edilmesi ve buna dönük tepkiler de böyle bir filmin çekilebilmesini anlamlı kılıyor. Film Fransa’da toplumsal hayatta cinsel yönelimlerle ilgili yaşanan baskıların emekçi sınıflar arasında aynen devam ettiğini vurgulamış. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi “aykırılıkların” yalnızca sanat dünyasında normal karşılanması aslında neden böyle bir film çekilmesine ihtiyaç duyulduğunu açıklıyor.

Kabullenilme sonrasının filmi
Mavi en Sıcak Renktir LGBT sineması açısından değerlendirilirse tipik bir eşcinsel sineması örneği olarak görülemez. Tipik bir eşcinsel sineması örneği genellikle “maço bir toplumda bir erkek ya da kadın eşcinsel olduğunu keşfeder acayip sıkıntılar yaşar iş toplumdan dışlanmaya ve hatta dayağa kadar gider karamsar bir tabloyla biter” şeklinde özetlenebilecek bir yapıya oturuyor. 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca çekilen bir anlamda “ne zor hayatlar var biliyor musunuz bu toplumda yaşanmaz” filmleri. O yıllarda acıları göstermenin politik açıdan doğru olduğu söylenebilir. Ancak şu an bu tarz filmlerin: “Eşcinsel olmak bu kadar zor işte hiç açılmamak daha iyi...” düşüncesine hizmet ettiğini iddia etmek mümkün. Filmi yapanların tüm iyi niyetlerine rağmen algılanış bu şekilde olabiliyor bu tür filmlerde. “Mavi En Sıcak Renktir” ise 1990’lı ve 2000’li yılların değil “açılma sonrasının-kabullenilme sonrasının” filmlerinden. Bizim ülkemizden de bu döneme dair verilebilecek en güzel örneklerden biri gazetemizde de yer verdiğimiz Can Candan’ın “Benim Çocuğum” filmi. Filmde anlatılan onca acıya rağmen izleyen LGBT bireylere ve ailelere çok moral verdiğini görmüştük bu belgeselin.

Solhaber