İKTİSADİ KALKINMANIN TANIMLANMASI


İktisadi kalkınma da görüntüleri ile tanımlanan bir kavramdır. Gerçekten herhangi bir memlekette iktisadi kalkınmanın ortaya çıkışı adam başına düşen milli gelirin tersine çevrilmesi mümkün olmayan bir hareket halinde devamlı ve reel olarak artmasıdır. Adam başına isabet eden milli gelir arttıkça ve dengeli bir biçimde kişiler arasında dağıldıkça fertlerin yaşama seviyelerinde bir iyileşme göze çarpar hayat standardı yükselir fertlerin tasarrufta bulunabilme imkanları da çoğalır. Bu suretle milli gelirin gittikçe artan bir kısmını yatırımlara ayırmak mümkün hale gelir; milli gelirin daha büyük bir kısmının yatırımlara ayrılması sermaye birikiminin artması demektir. Özel sektöre geniş ölçüde yer veren bir ekonomik sistemde tasarrufları yatırımlara kanalize edecekler hususi şahıslar olacağına göre iktisadi kalkınmanın başka bir tezahür şekli de müteşebbis kütlenin büyümesi şeklinde ortaya çıkacaktır. Girişimciler yatırımlarını üretim hacimlerini artırmak için yapacaklardır; üretim artışlarının milli ve milletlerarası piyasalarda sürümü sağlanmadıkça bunlar üretimlerini artırmayacaklardır. Onun için milli üretim artışı ekonomide mübadelenin genişlemesi ekonominin şehir ve pazar ekonomisine girmesi demektir. Ekonomide mübadelenin genişlemesi ekonominin milli bir bütünlüğe kavuşmasını sağlayacak ve milli ekonomi içinde birbiriyle rekabet halinde bulunan firmalar ürettikleri her malın birim itibariyle maliyetini düşürmeye çalışacaklardır. İşte bu durum firmaları Yığın Üretim Kanunundan yararlanmaya zorlayacak bunun sonucunda da üretim birimlerinin organizasyonları değişecek boyutları büyüyecek iktisadi hayatta büyük işletme ve teşebbüsler yalnız insan gücü ile üretimde bulunamayacakları için milli ekonomi içindeki enerji tüketiminde de iktisadi kalkınma ile birlikte bir artış ortaya çıkacak köylerdeki çiftçiler sanayileşmeye uygun olarak şehirlere akın edecek şehirleşme ve işgücü pazarlarının teşekkülü iktisadi kalkınmayı simgeleyen özellikler olarak ortaya çıkacaktır.


KALKINMA İKTİSADININ TARİHİ SEYRİ

Kalkınma iktisadı bir yandan Klasik ve Neo-klasik iktisadın evrenselci modeline karşı bir tepki olarak doğar ve gelişirken diğer taraftan aydınlanma felsefesinin ilerlemeci görüşleri ile de yakından bağlantılıydı.
Kalkınma iktisadı iktisat biliminim bir alt disiplini olarak II.Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda ortaya çıkmış ve hızla gelişmiştir. Kalkınma iktisadının ortaya çıkışında gelişmekte olan ülkelerden gelişme doğrultusunda gelen yoğun taleplerin yanısıra savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeni de etkili olmuştur. Özellikle kapitalist sistemin dışında kurulan sosyalist sistemin gücünü giderek arttırması Avrupa’ya oranla az gelişmiş doğu Avrupa’da giderek sosyalist sistemlerin yaygınlaşması azgelişmiş ülkelerin sorunlarına dünya ölçeğinde ilginin artışına neden olmuştur.
1980’li yıllarda biri reel politik ve ekonomik durum diğeri ise toplumsal bilimler planında iki önemli gelişme gündeme geldi.Bunlardan birincisi özellikle sosyalist dünyanın yıkılışının hemen ardından gelen dünyanın globalleştiği tezleri diğeri ise sosyal bilimlerin hemen herbirinde etkili olan modernizm karşıtı diğer bir deyişle post-modernizm olarak adlandırılan tezler. Bu tezlerden ikincisi önemli ölçüde pozivitizme bilimin tartışmasız egemenliğine ve aydınlanma ve buna bağlı olan ilerleme düşüncesine karşı bir konum aldı. Bu iki gelişme dolaylı olarak kalkınma iktisadını önemli bir biçimde etkiledi ya da en azından etkilemiş göründü. Bu noktada batılı iktisatçıların bir bölümü arasında –ki bunların içinde kalkınma iktisadının kurucularından sayılabilecek A.O.Hirschman gibi isimler de vardı- kalkınma iktisadının işlevini yitirdiği yolunda tezler ileri sürülmeye başlandı ve bu tezler kısa bir süre sonra ülkemizde de gerek telif gerekse çeviri çalışmalarla gündeme geldi.
Kalkınma iktisadının günümüzde ulaştığı aşama işlevini yitirmeden çok bir değişme olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte kalkınma iktisadı ile ilgili kuramsal çabalar başlangıcından itibaren yöntemsel olarak bir yetersizliği bünyelerinde barındırmışlar ve bunun sonucu somut gerçeklikten giderek uzaklaşmışlardır. Bununla birlikte bu durum kalkınma iktisadına özgü bir sorun olmaktan çok tüm sosyal bilimlerin ortak sorunudur.
Bunun çözümü ise bana göre toplumsal bilimlerin doğal bilimlerin yöntemini kullanmadaki ısrarlı tutumlarından vazgeçmesi ile mümkün olacaktır.