Devalüasyon ne demektir?

Sabit döviz kuru sisteminde hükümetin aldığı bir kararla resmî döviz kurunun yükseltilmesi diğer bir deyişle ulusal paranın değerinin düşürülmesidir.Bu olayın tersine revalüasyon adı verilir. Değişken kur sistemlerinde kurlar arz ve talebe bağlı olarak yükseldiği ve bu yükseliş devletin müdahalesi ile olmadığı için devalüasyon terimi kullanılmaz.Genellikle resmî döviz kurları Amerikan doları cinsinden ifade edildiği için devalüasyona gitmek isteyen ülke doların kur fiyatını artırır.Buna bağlı olarak öteki dövizlerin fiyatı da artar.

Devalüasyon niçin yapılır? Sistem nasıl işler?

Hemen belirtelim ki devalüasyon yapılmasının ana nedeni dış ödemeler bilançosu açıklarını gidermektir.Dış ticaret bilançosunu iyileştirici etkiler iki kanaldan ortaya çıkar: İthalat giderlerinde daralma ve ihracat gelirlerinde artış.Devalüasyon yoluyla ithal malların fiyatları ulusal para cinsinden yükselir ki bu da ithalatı azaltıcı bir etki yapar.Böylece döviz tasarrufu sağlanmış olur.Öte yandan yerli mallar yabancı para cinsinden ucuzlayarak bu yolla hem yabancı sermayenin yurt içine girişini hem de ihracat gelirlerinin artırılışını sağlar. Ülkeye döviz akışı sağlayan bu iki olumlu etki dış ödemeler açığının kapanmasına vesile olur.

Devalüasyon muhtemel olumsuz etkileri:

1. Devalüasyon sermaye mallarını ve teknoloji ithalatını pahalılaştırarak ülke bir maliyet enflasyonu süreci başlatabilir.Dolayısıyla fiyatlarda bir artış yaşanır.
2. Dövizle ödenecek dış borçların yükünü artırır.
3. Azgelişmiş ve ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı olan ülkelerde tarım ürünlerinin talep esnekliği düşük ve bu ürünlerin talebi fiyatlarının düşük olmasından çok ihtiyaca bağlı olduğu için dış alımları artmayabilir.

Devalüasyonun başarılı olabilmesi için gerekli koşullar

? Esneklik katsayısı yaklaşımı dahilinde devalüasyonun döviz kazandırıcı ve döviz tasarrufu sağlayıcı etkileri sırasıyla (arz esnekliğinin yüksek olması varsayımı altında) ithal mallarının yurt içi talep ve ihraç mallarının da dış talep esnekliklerine bağlıdır.Bu iki esneklik ayrı ayrı ne derece büyük olursa söz konusu olumlu etkiler de o ölçüde yüksek olur.Marshall- Lerner koşulu adı verilen bu durum e +e ? 1 olarak formüle edilir.Yani söz konusu iki esneklik katsayısı toplamının bire eşit ya da birden büyük olmalıdır.Bu ise elde mevcut miktarda ihraç malı stokunun ve ihraç malları üretiminin kolayca artırılabilmesiyle mümkün olur.

? Toplam harcama yaklaşımıyla olay ele alındığında bir ülkede karşılanamayan talepten dolayı ithalatın artmasıyla dış ticaret açığı gündeme gelir.Ta ki bu talep fazlası üretimle karşılanana kadar.Dış ticaret açığı verilmesinde baş rolü oynayan ithalat artışları ise ithal ürünleri pahalılaştığından ithal ikamesi üretim politikasıyla massedilir.O halde devalüasyon dış ticaret endüstrileri diye bilinen ihracat ve ithalata rakip firmalarda toplam talebi artırıcı bir etki yapar.Keynesyen düşünceye göre eğer bir ekonomide işsizlik ve eksik kapasite mevcut ise mallara olan talep artışı üretimi artırır.Böylece dış ticaret açığı giderilebilir.Ancak ekonomi tam istihdamdaysa talep artışları üretim hacmini değil gelirin parasal ifadesini yani fiyatlar genel seviyesini yükseltir.Sonuç olarak toplam harcama yaklaşımı ekonomi eksik istihdamdayken ve ithal ikameci politikalarla işlerlik kazanır.

? Üretim azlığına dayalı olarak mevcut talebe karşı iç fiyatlar sabit tutulmalıdır.

? Yabancı ülkeler devalüasyon yapan ülkeye karşı misilleme yapmamalıdır.Başka bir deyişle ortak pazardaki diğer ülkelerin ihracatçı sektörleri rekabet etmek için fiyat indirimine gitmemelidir.

? İthal mallarını elinde bulunduran ülkeler devalüasyon yapılan ülkede ithalata olan talep kısılınca buna karşılık olarak üretimlerini kısabilir ama parası devalüe olan ülkenin piyasasını tekrar kazanmak için fiyat kırmamalıdır.

Devlet ve Merkez Bankası açısından devalüasyon gelirleri

Devletler vergilemede olduğu gibi egemenlik hakkına dayanarak çeşitli parasal önlemlerle gelir sağlayabilirler. Bunlardan bazıları; madeni para basımıemisyon hacminin artırılması ve ulusal paranın dış değerini düşürmekle sağlanan gelirlerdir. Para ünitesinin altın ve döviz karşılığı değeri düşürülerek devlet ve Merkez Bankası elinde elinde bulunan altın ya da dövizlerin millî paraya göre nominal değeri ile döviz ve altınla ifade olunan alacakları artırılmış olur.Böylece artan bu değerler üzerinden devlet sahibi bulunduğu döviz ve altın stoğunun yurt içinde meydana gelen artışı gerekse merkez Bankası’ndaki döviz ve altın stoklarının yeniden değerlenmesiyle ortaya çıkan farkı hazineye aktarmakla bir gelir elde etmiş olur.O halde millî paranın değeri düşürülünce;

a) Yabancı para ve altın ile ifade edilen dış alacaklar değer farkından dolayı artar.

b) Devletin altın ve döviz ile ödemesi gereken borçlarının millî para birimi ile tutarı da artar.Bundan dolayı giderlerde (borçlarda) bir yükselme görülür.Bu hal devalüasyonun gerçek net getirisi açısından çok önemlidir.Çünkü eğer bir devletin dış borçları alacaklarından fazla ise sonuç aleyhte bakiye verir.

c) Devalüasyondan önce devlet piyasadaki altın ve dövizin büyük çoğunluğunu hazinede biriktirmişse (net dış varlıklarını artırmışsa) devalüasyondan sonra iç borç stoğunun değeri düşmüş olur ve hazine iç borçları çevirmekte biraz daha rahatlar.

Türkiye’deki Devalüasyonlar

Devalüasyonlar uzun ve ekonomiyi çıkmaza sokan süreçlerin ardından verilen en nihai kararlardan biridir.Genel itibariyle bu terime en çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde rastlanmaktadır.Ana hedef ise ekonominin istikrara kavuşturulmasıdır. Cumhuriyet tarihindeki ilk devalüasyon 1946 yılında gerçekleştirilmiş olup en büyük nedeni II.Dünya savaşının ardından biriken dış borç stoğunun ödenebilmesi için düşük faizli ve uzun vadeli kredinin sağlanacağı (Bretton-Woods sisteminin) ve Türkiye’nin de üye yapılmak istendiği Uluslararası Para Fonu’nun devalüasyonu şart koşmasıdır.İkinci devalüasyon işlemi 1958 yılında meydana gelmiştir.Kore Savaşı’nın ardından dış ticaret açığı artan Türkiye ithal edilemeyen hammaddeler nedeniyle tam kapasite çalışamaz hale gelmiştir.Merkez Bankası’nın kredi musluklarını açmasıyla alınan kredilerin gelişi güzel kullanılması nedeniyle mal ve hizmet talebi artmış ve enflasyonist sürece girilmiştir.Bu kredi savurganlığı giderilemeyen bütçe ve finansman açıklarına neden olmuştur.Bu açıklar Merkez Bankası tarafından kapatılmaya çalışıldıkça enflasyon artmıştır.Bu nedenle bu yıllara Türk ekonomi tarihinde enflasyoncu büyüme yılları denilmektedir.10 Ağustos 1970 tarihinde yapılan üçüncü devalüasyonun nedenleri de öncekilere benzer niteliktedir.Özellikle iklim şartlarından kaynaklanan tarımsal üretim düşüklüğü fiyat artışlarına neden olmuştur.Buna artırılamayan devlet gelirleri ve ticari banka kredilerindeki aşırı artış da eklenince 60’lı yıllarda yaşanan ılımlı enflasyonun TL’de yarattığı değer kaybını göz önüne alarak yeni bir döviz kuru belirlenmiştir. 1980 yılında izlenen istikrar ve finansman liberalizasyon politikalarıyla birlikte serbest piyasa ekonomisine geçilmesi planlanıyordu.Bir yandan faiz oranları serbest bırakılarak paranın dolaşım hızı sınırlandırılmaya çalışılmış diğer yandan dış rekabete açık ihracatın teşvik edilmesi düşüncesiyle millî paranın değerinde bir değer düşüşüne gidilmiştir.1994 yılı iki devalüasyona birden sahne olmuştur.Diğer krizlerden farklı olarak sendikacılığın gelişmesi ve toplu sözleşmelerin ağırlık kazanmasıyla kamu ve özel sektör üreticileri yüksek işçi ücretleriyle karşı karşıya kalmışlardır.Ücret artışları o kadar yüksek olmuştur ki verimlilik artışını ikiye katlamış ve fiyatların yükselmesinde başı çekmiştir.Aynı zamanda faiz oranlarının yüksek tutulmasıyla işçilerin spekülatif para saiki artmıştır. TL’ye olan talepler ithalatı da tetiklemiştir.Tarihimizdeki son devalüasyon ise Şubat 2001’de yaşanmıştır.Kasım 2000’den itibaren dövize yönelen yoğun spekülatif talep hem çok yüksek faiz hem de önemli döviz rezervi kayıplarıyla ve IMF’den gelen 7.5 milyar dolarlık kredi ile geri püskürtülebilmiştir.Ancak Merkez Bankası benzer bir yüklenmeye karşı savunma gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir.19 Şubat’ta dönemin başbakanı ile cumhurbaşkanı arasındaki gerginlik başka bir döviz krizini patlatmış oldu.Gecelik faiz %6200’lere kadar çıktı.16 Şubat’ta 27.94 milyar dolar olan Merkez Bankası rezervi 23 Şubat’ta 22.58 milyar dolara inmiştir.Aşırı döviz talebine daha fazla dayanamayan Merkez Bankası 21 Şubat gecesi kurun dalgalanmaya bırakıldığını açıklamıştır.Aşağıdaki tabloda devalüasyon yapılan tarihler itibariyle döviz kurları ve devalüasyon oranları verilmiştir.*

TARİH Dev.öncesi 1 $ Dev.sonrası 1 $ Dev. Oranı(%)
7 Eylül 1946 126 kuruş
280 kuruş 53.3
4 Ağustos 1958 280 kuruş 9 TL 68.8
10 Ağustos 1970 9 TL 15 TL 66.6
1 Mart 1978 19.25 TL 25 TL 23
10 Nisan 1979 25 TL 26.50 TL 5.6
12 Haziran 1979 26.50 TL 35 TL 24.2
24 Ocak 1980 47 TL 70 TL 32.8
26 Ocak 1994 16.800 TL 19.440 TL 13.6
5 Nisan 1994 19.617 TL 32.053 TL 38.8
22 Şubat 2001 686.500 TL 920.000 TL 25.3

Az önce de belirtildiği gibi devalüasyon yapılmasının temel amacı dış ödemeler dengesini sağlanabilmesidir.Ekonomi kompleks bir yapıya sahip olduğu için hükümetleri devalüasyona iten bir çok sebep vukuu bulabilir.Bu yazıda sadece ilgili dönemlerin en çok göze batan ve Merkez Bankası’nı yeni kur değerlemesine götüren gelişmelere yer verilmeye çalışılmıştır.Tüm devalüasyonlardan önce cereyan eden olayları ve sonucu özetleyen sloganlaşmış bir söz vardır ki tabiri caizse iktisatçıların kulağında küpe gibidir:”Net iç varlıklar (ekseriyetle özel ve kamu kesimi kredileri) hızla artıyor; net dış varlıklar (altın ve döviz rezervleri) hızla azalıyorsa kur da sabitse kıyamet kaçınılmazdır.