Foruminci.net

Teşekkür Teşekkür:  0
Beğeni Beğeni:  0
Beğenmedim Beğenmedim:  0
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 2 ve 2

Konu: Ekonomik İstikrar

  1. #1
    BaŞKa ZaMaN.... YaGMuR_YüReKLiM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    13.09.2009
    Bulunduğu yer
    Hayat 0'ın 6'da
    Mesajlar
    4.368
    Post Thanks / Like
    Blog Girişleri
    4

    Sosyal Aglarim

    Add YaGMuR_YüReKLiM on Facebook
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    210

    Standart Ekonomik İstikrar

    A) GİRİŞ

    B) EKONOMİK İSTİKRAR

    1. Tanım
    l - İktisadi İstikramı Anlamı
    İktisadi istikrarın ne olduğunu anlamak için ekonomik istikrarsızlık içinde bulunulan halleri incelemek gerekir. Ekonomide istikrarsızlık halleri enflasyon ve deflasyon şeklinde kendini gösterir. Böylece ekonomik yapıyı sarsan ve istikrarı bozan enflasyon ve deflasyon hallerinin önlenmesi ile ekonomide istikrarın temin edileceği anlaşılmaktadır. Ancak bu iktisadi istikrarın bünyesinde taşıdığı özellikleri açıklamağa yeterli değildir.
    İktisadi istikrar günümüzde fiyat istikrarı ile tam istihdamın bir arada gerçekleştirilmesi anlamını taşımaktadır. Klâsik iktisatçılar daha önce de belirtildiği gibi ekonomiyi devamlı olarak tam istihdam seviyesinde dengede kabul ettikleri için buna uygun olarak ekonomik istikrardan anladıkları mana da farklı oluyordu. Fakat Keynes'den bu yana ekonomi için üç türlü dengeden söz etmek gerektiği anlaşılmıştır. Bunlar da; tam istihdam eksik istihdam ve aşırı istihdam seviyelerindeki ekonomik dengelerdir. Böyle olunca modern manadaki iktisadi istikrar devamlı hareket halinde bulunan bir ekonomide tam istihdamına ve fiyat istikrarının birlikte sağlanması ve korunmasıdır.
    2) EKONOMİK İSTİKRARSIZLIK TÜRLERİ
    2.1. Dış Ticaret Dengesi Bozukluğu
    Dış ticaret dengesi bir ülkenin bir yıl içerisindeki toplam mal ihracatı sonucunda sağladığı dövizleri ve ithalat sonucu dış ülkelere ödediği dövizleri gösterir.
    İthalatın ihracattan fazla olması durumunda dış ticaret dengesi fazlalık veriyor demektir.
    2.1.1. Dış Açığın Azaltılması
    İstikrar politikaları ile gerçekleştirilmeye çalışılan bir diğer amaç dış açığın azaltılmasıdır.
    Bu ülkelerde birinci bolümde de açıklandığı üzere ekonomik istikrarsızlığa yol açan sonuçlardan birisi ve en önemlisi dış açıklardır. Dış açıkların borçla finansmanı bir dereceye kadar mümkündür. Borç bulmada güçlükle karşılaşıldığı nokta da ülke daha fazla artan bir enflasyon ve işsizlik probleminin yanısıra yatırımların azalmasına bağlı olarak büyüme hızının eksilere düşmesine kadar varan bir sorun ile karşı karşıya kalmaktadır. Çünkü bu ülkelerde hem yurtiçi tasarruf oranları düşüktür hem de daha önemlisi yatırımların ve üretimin yurt dışından ithal edilen yatırım malları ve ara mallarına bağımlı olması nedeniyle dövize ihtiyaç vardır. Dövizin ihracatla elde edilememesi durumunda borç yoluyla elde edilmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla ekonomik kriz olarak nitelendirilen böyle bir dönemde dış açıkların azaltılarak dış borç geri ödeme güçlüklerinin hali iletilmesi yeni dış borç bulma imkanını sağlayacak ve ekonomi tekrar büyüme sürecine girerek enflasyon ve işsizlik oranlarının azaltılması sağlanabilecektir. Görüldüğü gibi dış açıkların azaltılması ekonominin yeniden dış kaynak temin edebilmesini sağlamak açısından önem verilen bir amaç olarak istikrar politikalarında yer almaktadır.
    2.2. Fiyat İstikrarının Bozulması
    2.2.1. Enflasyon
    Enflasyon cari fiyat seviyesinde toplam talebin toplam arzdan daha fazla artması şeklinde tarif edilebilir. Bu şekilde toplam talebin toplam arzdan fazla olması fiyatlar genel seviyesini yükselteceğinden enflasyon sırasında fiyatlar genel seviyesinde devamlı bir artış eğilimi söz konusudur.
    2.2.2. Deflasyon ve Önlenmesi
    Toplam talepteki yetersizlik biçiminde kendini gösteren deflasyonist eğilimleri hazırlayan sebep genellikle yatırımların tasarruflara göre azlığından ileri gelmektedir. Gerçekten özellikle gelişmiş veya olgun ekonomilerde yüksek marjinal tasarruf eğilimi sebebiyle atıl veya yatırıma dönüştürülemeyen tasarruf hareketi ile karşılaşılmaktadır. Bu yetersizliğin giderilmesi amacıyla
    - Tüketim eğiliminin kuvvetlendirilmesine çalışılabilir.
    - Yatırımlar teşvik edilerek yatırım hacmi genişletilebilir; veya
    - Tüketim ve yatırım harcamaları birlikte arttırılabilir.
    Görüldüğü gibi bu eğilimle mücadelede maliye politikası yönünden telafi edici harcamalar daha geniş anlamda ise telafi edici maliye politikası tedbirleri önem kazanmaktadır.




    2.3. Tam İstihdamın Bozulması
    Toplam üretim faktörlerinin tümü üretime katılıyorsa bu ekonominin tam istihdam durumunda olduğunu ya da tam istihdama ulaştığını gösterir. Ekonomide tam istihdamdan uzaklaştığında işsizlik oranlarında artış görülür.
    C) İŞLETME POLİTİKASI TÜRLERİ
    1. Maliye Politikaları
    Maliye politikası denildiğinde hızlı ekonomik büyüme yüksek istihdam ve istikrarlı bir fiyat düzeyinin sağlanabilmesi amacıyla vergi ve diğer gelirler ile kamu giderlerinin parasal politikayla uyum içerisinde birer politika aracı olarak uygulanması anlaşılır.
    Devletlerin maliye politikası uygulamasındaki temel araçları bütçelerdir. Bütçe daha önce de değinildiği üzere herhangi bir yılda Devletin yapmayı planladığı giderlerle toplamayı planladığı gelirlerin listelendiği ve çeşitli uygulama hükümlerinin yer aldığı yasal bir belgedir. Bütçeler bir yılda ya gelirleri giderlerine eşit olarak denk olabilirler veya gelirleri giderlerini aşarak fazla verebilirler ya da giderleri gelirlerini aşarak açık verebilirler. Bütçenin açık vermesi halinde açık miktarı borçlanmayla karşılanır.
    1.1. Harcama Politikası
    Kamu harcamalarının artırılması veya azaltılması da denir.
    (i) Kamu Giderlerinin Arttırılması veya Azaltılması
    Ekonomi durgunluğa girme yönünde bir gelişme gösterdiği zaman yol yapımı havaalanı baraj yapımı çevre kirliliğini önleme projeleri gibi geniş istihdam ve dolayısıyla gelir ve talep yaratacak kamu yatırımlarını yürürlüğe koymak suretiyle durgunluktan çıkma yolunda adımlar atılması sağlanabilir.
    Bu tür durgunluk ortamlarında maaş ve ücret artışları ile sübvansiyon artışlarından kaçınmak gerektir. Çünkü bunlar yarattıkları alışkanlıklar nedeniyle uzun dönem sürebilecek ve dolayısıyla durgunluktan çıkıldıktan sonra da çeşitli baskılar nedeniyle sürebilecek ve bu şekliyle ileride ortaya çıkabilecek enflasyonist etkileri arttırabilecek giderlerdir.
    Ekonomi enflasyonist bir ortam içinde ise bu önlemlerin tersini uygulamak gerektir. Kamu yatırımlarının ve mümkün olabilen diğer kamu giderlerinin kısılması piyasadaki aşırı likiditenin yol açtığı talep genişlemesini denetim altına almak için zorunludur. Bununla birlikte başlamış olan yatırımları bir anda durdurmak kolay bir iş değildir.
    (ii) Vergi Oranlarında Değişiklik Yapılması
    Durgunluk içine girmiş bir ekonomiyi canlandırabilmek için önemli bir önlem vergi oranlarında indirime gitmektir. Böylelikle kişi ve kurumların ellerinde yatırım veya diğer giderleri gerçekleştirebilmek için daha fazla imkan bırakılmış ve talep canlanması sonucunda ekonominin durgunluktan çıkarılmasına yol açılmış olur. Böyle bir maliye politikasının bütçe açığı verdirmesi olağandır.
    ABD' de Başkan Reagan döneminde ekonominin durgunluktan çıkarılması amacıyla uygulanan ve adına "arz yönlü iktisat" (supply side economics) denilen maliye politikasının özü kamu giderlerinde kısıntı yapılırken buradan sağlanan tasarruflar kadar vergi indirimlerine gitmek şeklinde ortaya konulabilir. Arz yönlü iktisat savunucularına göre özellikle marjinal vergi oranlarında yapılacak indirimler kaynakların yeniden tahsisi için teşvik edici olacak ve bu yolla ekonomik büyüme uyarılmış olacaktır. Vergi indirimleri ağırlıklı arz yönlü iktisat düşüncesi geniş ölçüde iktisatçı Arthur Laffer'in "Laffer Eğrisi" diye anılan tezine dayanmaktadır. Laffer'in vardığı sonuç; vergileri arttırmakla bütçenin denkleştirilemeyeceği hatta tam tersine vergi indirimlerinin ekonomik büyüme kanalıyla yol açacağı gelir artışı sayesinde toplanan vergide artışa yol açacağı ve bu artış yoluyla bütçenin denkleştirilmesine katkıda bulunacağı şeklindedir.
    Söz konusu maliye politikası 1980'li yıllarda ABD'de (Başkan Ronald Reagan ve Başkan George Bush tarafından) ve İngiltere'de (Başbakan Margareth Thatcher tarafından) uygulanmış ve vergi indirimleri aracılığıyla sağlanan genişlemenin yararı görülmekle birlikte çoğu iktisatçı toplanan vergi miktarının vergi oranlarında yapılan indirimlerden kaynaklanmadığı görüşünde bir araya gelmişlerdir. Vergi oranlarıyla vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya yönelik olarak yapılan ekonometrik çalışmalar da ABD'de vergi oranlarının yüksek olmadığını ve Laffer'in iddia ettiği gibi bu oranların düşürülmesiyle vergi hasılatı artışı sağlanamayacağını ortaya koymuştur.
    ABD'de çeşitli itirazlara karşın uygulanmış bulunan vergi indirimleri paralelinde kamu giderlerinin kısılması sağlanamayınca bu kez daha yüksek kamu açıklan ortaya çıkmaya başlamış ve ekonomik dengeler daha büyük tehditler altına girmiştir.'
    Her ne kadar vergi oranlarında indirim arz yönlü iktisatın en çok bilinen uygulanma yöntemi ise de ekonomik büyümeyi uyarmak için kullanılan başka bazı araçları da vardır ulaştırma haberleşme ve mali hizmetlerde yapılacak serbestleştirmelerin gerçek dışı çevre koruma standartlarının hafifletilmesinin büyüme üzerinde olumlu etkileri olacağı arz yönlü iktisatçılar tarafından savunulmaktadır.
    ABD'de bütçe açıklarının rekor düzeylere çıkması sonucunda bu büyük bütçe açıklarının kapatılmasına yönelik olarak 1985 yılında iktidar ve muhalefet partilerinin anlaşmasıyla kısaca Bütçe Dengesi Kanunu adı verilen ve teklif sahiplerinin soyadlarından hareketle Gramm - Rudman - Hollings Act (kısaca GRH) diye anılan bir kanun yürürlüğe konulmuştur. Kanun 1985'den 1990'a kadar bütçe açıklarının eşit yıllık dilimler halinde azaltılarak 1990 yılında sıfırlanmasını hedef almış daha sonra nihai hedef yılı yapılan yasal bir değişiklikle 1993 yılına ertelenmiştir. Kanun bütçe açıklarının gönüllü olarak indirilmemesi halinde otomatik kesintiler yapılmasını öngören radikal hükümler taşımaktadır. Pek çok iktisatçının klasik iktisatın etkisinde hazırlandığını ileri sürerek ağır şekilde eleştirdikleri kanun uygulamada başarılı sonuçlar vermemiştir. Aslında kanunun ABD Anayasa Mahkemesi'nin (Supreme Court) otomatik kesintileri Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmesi bütçelerin iyimser tahminlerle hazırlanarak gerçek olmayan miktarlardan kesintiler yapılması gibi nedenlerle tam anlamıyla uygulanamadığı iddiası da mevcuttur.
    Benzer bir uygulama yine iktidar ve muhalefetin işbirliği içinde başlatılmış ve 1992 yılından itibaren ABD bütçe açıklarında önemli düşüşler kaydedilmeye başlanmıştır.
    Otomatik dengeleyiciler herhangi bir yasal düzenlemeye gerek göstermeksizin kendiliğinden devreye girebildiği halde seçimlik maliye politikası araçlarının devreye sokulması genellikle yasal bazı düzenlemelerin yapılmasını gerektirir. Bu nedenle bunların devreye sokulmaları hem güç hem de zaman alıcıdır. Özellikle enflasyonist baskı altındaki bir ekonomide kamu yatırımlarının daraltılması ve/veya vergi oranlarının yükseltilmesi siyasal tepkilere yol açar. Zaten bu nedenledir ki ekonomileri kısa dönemli enflasyonist baskıların altında kalan ülkelerde parasal politika araçları mali politika araçlarına göre önem kazanmaktadır. Çünkü para politikası araçları hiçbir yasal çerçeveye gerek olmaksızın ve kamu oyunun pek yakından kolaylıkla anlayıp izleyemeyeceği uygulamalardır. Bununla birlikte ekonomisi sürekli olarak enflasyonist baskıların etkisinde kalan bir ülke eninde sonunda seçimlik maliye politikası araçlarını uygulamaya sokmak durumundadır.
    Keynesien maliye politikasının zirvede olduğu 1945 - 1970 yılları arasında seçimlik maliye politikalarının neredeyse günlük ayarlamalarla uygulanması gerektiğini savunanların sayısı oldukça yüksekti. Maliye politikasında İnce ayar (fine tuning) denilen uygulama görüşü bu dönemlerde ortaya atılmıştır. İnce ayar düşüncesi ekonomide herhangi bir istikrarsızlık ortaya çıktığı anda maliye politikası araçlarıyla özellikle vergilerle oynayarak istikrarsızlığı gidermek olarak özetlenebilir Bu düşünce karar alıp parlâmentodan geçirmenin zaman alması nedeniyle fazlaca bir uygulama alanı bulamamış onun yerine bu kez küçük istikrarsızlıkları biriktirip kalın ayar (gross tuning) yapma düşüncesi gündeme gelmiştir. Sonuçta uygulanacak mali politika önlemlerinin onay zamanı bekleyemeyeceği görüşünden hareketle siyasal iktidara bazı yetkiler tanınması tartışmaya gelmiş fakat parlamentonun en doğal hakkı olan "bütçe hakkı" ve "vergi hakkı" gibi ilkelerle bağdaşmaması konunun yaşama geçirilmesini büyük ölçüde engellemiştir.
    1.3. Borçlanma Politikası
    c. Borç Yönetimi Politikası
    Bir diğer mali araç-borç yönetimi politikasıdır. Devlet bul politika ile kamu borçlarının miktarını ve bileşimini değiştirerek bazı amaçları gerçekleştirmeye çalışır. Ancak ekonomik istikrarsızlık ve özellikle kriz dönemlerinde kamu açıklarının sonucunda devletin borçlanma gereğinin GSMH'ya oranının yüksek olması durumunda bu politikanın bir araç olarak kullanılma olanağı ortadan kalkar. Başta mali olmak üzere diğer politika araçları ile kamu açıklarının azaltılması sağlanarak K.KBG/GSMH oranı düşünülmeye ve borç yönetimi ile de borçlanma faizlerinin aşağıya çekilmesine ve vadenin uzatılmasına çalışılır.
    Kamu borçlanması yalnızca gelir-gider açığını kapatmaya yönelik bir araç değildir aynı zamanda maliye politikasının da etkin bir aracı olarak kullanılabilmektedir. Bütçesi açık vermeyen ve fakat durgunluk içinde bulunan bir ekonomide devlet borçlanarak yeni fonlar elde edip kamu yatırımlarını arttırmak ve bu yolla da ekonomiye bir canlılık kazandırmak isteyebilir. Ya da tam tersine eğer özel kesimde durgunluğa karşın bir yatırım yapma hevesi varsa devlet borçlanmasını azaltıp piyasadaki ödünç verilebilir fonları özel kesime yönlendirmek isteyebilir. Bütün bunlar basit bütçe denkleştirmesi amacından farklı olarak maliye politikasının araçları olarak karşımıza çıkar.
    Öte yandan borçlanma piyasada oluşmuş aşırı talebi kısmanın ve enflasyonist baskıları kırmanın yolu olarak para politikasının yardımcı bir politika aracı şeklinde de gündeme gelebilir.

    2. Para Politikaları
    Para politikası amacı olarak fiyat istikrarını sağlama ve koruma amacının gerçekleşebilmesi için merkez bankalarının bu amaca ulaşmada yeterli yetkiye ve gerekli para politikası araçlarına sahip olmaları gerekir.
    Merkez bankalarının inisiyatifinde kullanabilecekleri para politikası araçları; reeskont politikası açık piyasa işlemleri yasal karşılık politikası ve kantilatif kredi kontrolü politikasıdır.
    2.1. Para Politikası Araçları ve Uygulamalar
    2.1.1. Reeskont Politikası
    Para politikası araçlarından biri olan reeskont bir bankanın belli bir faiz karşılığında emre yazılı bir senedin bedelini vadesinden önce senet alacaklısına ödemesi yani iskonto etmesi sonucunda söz konusu bankanın bu senedi nakde çevirmek istemesi üzerine merkez bankasına ikinci kez iskonto edilmesi işlemidir. Bu işlemle merkez bankası bankaya kısa vadeli kredi sağlamış olur. Merkez bankasının bu işlem için yürüttüğü faiz oranına da "reeskont oranı" denir. Merkez bankası işte bu reeskont oranı sayesinde bankalarının kredi talepleri üzerinde etkili olmaya çalışarak bankaların açtıkları kredi miktarını etkileyebilir. Merkez bankası reeskont oranını yükselmesi durumunda bankalar da ticari senetler uyguladıkları iskonto oranını yükseltirler. Bu durum kredi faiz oranlarının yükselmesi anlamını taşır. Bu durumda kredi talebi azalır. Tam tersi bir uygulamada yani merkez bankasının reeskont oranını düşük tutması durumunda ise bankaların merkez bankasına reeskont amacıyla getirecekleri ticari senet sayısı artacaktır. Bu durum kredi hacminin artmasıyla sonuçlanacaktır.
    Merkez bankası ticari bankalara gereksinim duydukları gücü yüksek parayı senet ya da tahvil karşılığı sağlayabilir. Bunun için de bir reeskont oranı uygular. Merkez bankası bankaların kendisinden para ya da kredi elde etme arzularını etkilemek için reeskont oranlarını değiştirir. Bankaların merkez bankasından ödünç aldıkları paralar gücü yüksek paradır ve merkez bankasının belirlediği reeskont oranının parasal taban üzerinde belli bir etkisi olacaktır (Parasız 1998.136).
    Enflasyonist bir süreçte reeskont politikasının etkinliği sınırlıdır. Çünkü reeskont oranının yüksek tutulması nedeniyle bankaların iskonto oranını artırması fiyatlar genel seviyesinin sürekli arttığı bir ortamda girişimcilerin banka kredilerine olan talepler üzerinde yeterince etkili olmayabilir. Ayrıca reeskont politikasının etkisini göstermesi belli bir zaman gerektirmektedir. Bu nedenle enflasyonist ortamda diğer para politikası araçlarıyla desteklenmesi gerekir.
    Reeskont politikası bankaların her an likiditelerinin korumalarını sağlamak ve şekilde para arzı üzerinde etkili olmaktadır. Ayrıca reeskont oranı bankaların uygulayacakları faiz oranını belirleme konusunda da etkilidir.
    2.1.2. Açık Piyasa İşlemleri ve Kullanılması
    Bir diğer para politikası aracı olan açık piyasa işlemleri işe merkez bankasının dolaşımdaki para miktarı üzerinde etkili olmak üzere devlet tahvili hazine bonosu ve döviz alıp satmasını ifade eder. Merkez bankasının devlet tahvili hazine bonosu ve döviz satın alması durumunda dolaşımdaki para miktarı ve dolayısıyla kaydi para hacmi artar. Bu tahvillerin alıcıları ticari bankalar ve onların müşterileridir. Böylece ticari bankaların para rezervleri dolayısıyla kredi hacmi ve müşterilerinin mevduatları artmış olur. Enflasyonist bir ortamda merkez bankasının devlet tahvili hazine bonosu ve döviz satması halinde ise ticari bankaların para rezervleri azaldığından açtıkları kredileri azaltmak zorunda kalırlar. Bu işlemin dolaşımdaki para miktarını azaltmadaki başarısı ticari bankaların para rezervlerini reeskont ve avans işlemleri ile çoğaltmamalarına bağlıdır. Aksi takdirde açtıkları kredi miktarında bir azaltmaya gitmelerine gerek kalmayacaktır.
    Açık piyasa işlemleri ile merkez bankası parasal tabanı etkilemeye çalışır. Buna göre açık piyasa işlemleri yoluyla devlet tahvili hazine bonosu ve döviz satın alınması parasal tabanı artırıcı bir etki yapar.
    Açık piyasa işlemleri para arzıyla birlikte faiz oranları üzerinde de etkili olmaktadır. Çünkü merkez bankasının tahvil satın alması tahvil fiyatlarını yükselecek durumunda dolaşımdaki para miktarı ve fiyatlar artacak tasarruf eğiliminde de artış olacaktır. Bu durumda banka mevduatlarındaki artış faiz oranlarını düşürecektir.
    2.1.3. Karşılık Politikası
    Yasal (zorunlu) karşılık politikası bankalar tarafından kabul edilen mevduatların garanti altına alınması amacıyla uygulanan bir politikadır. Ticari bankalar yasalar gereğince topladıkları mevduatın belli bir oranını merkez bankasına yatırmak zorundadırlar. Bu oran "yasal karşılık oranı" olarak tanımlanmaktadır. Merkez bankası bu oranı belirleyerek hem mevduatları güvence altına almayı hem de bankaların yarattıkları kaydi para hacmini ve dolayısıyla para arzını etkilemeyi hedefler. Fakat mevduat sigortası uygulaması durumunda yasal karşılık politikasının mevduat güvencesi fonksiyonu önemsiz olmaktadır. Yasal karşılık oranının artırılması kaydi para hacmini ve para arzını azalır bu oranın düşürülmesi ise para arzını artırıcı bir etki yapacaktır. Enflasyonist süreçte ticari bankaların yeterince likiditeye sahip olmaları halinde yeterince etkili olmayacaktır. Bu durumda yasal karşılık reeskont politikalarının ve açık piyasa işlemlerinin koordineli bir şekilde yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
    2.1.4. Kantitatif Kredi Kontrolü
    Kantitatif kredi kontrolü politikası ile de bankaların verecekleri kredi miktarı üzerinde doğrudan etkili olunabilmektedir. Bu politika ile merkez bankası bankaların açacakları krediler için bir üst sınır belirler. Bu sınır toplam krediler için miktar olarak belirlenebileceği gibi sektörlere açılacak kredi miktarları için ayrı ayrı da belirlenebilir. Bu da dolaylı olarak dolaşımdaki para miktarı üzerinde etkili olmaktadır.
    D- TÜRKİYE DEĞERLENDİRMESİ
    1-TÜRKİYE'DE EKONOMİK İSTİKRARSIZLIĞA YOL AÇAN SONUÇLARIN GELİŞİMİ
    Türkiye’de iç ve dış açıklar ekonomik istikrarsızlığın nedeni olarak görülür. Neden-sonuç zinciri içinde bakıldığında ekonomik istikrarsızlık bir sonuç iç ve dış açıklar da onun nedeni durumundadır. Oysa yapısal analizin bir gereği olarak neden-sonuç zinciri içinde geriye doğru gidildiğinde iç ve dış açıklar belli yapıların sonucudur. İç ve dış açıklar nedenler olarak kabul edildiğinde asıl nedenler göz ardı edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla iç ve dış açıkların asıl nedenlerin sonucu olarak görülmesi gerekir. Yapısal bir analizdeki neden-sonuç ilişkisi içinde sonuçlardan başlanarak nedenlere doğru inilmesi bir gereklilik olduğundan Türkiye'de öncelikle ekonomik istikrarsızlığa yol açan bu sonuçların uzun bir dönem içinde nasıl bir gelişim gösterdiği önemlidir.
    Bu durumda bu sonuçlardan olan enflasyon işsizlik deflasyon sorunlarının çözümleri ve bu çözümlerde tercih edilen para ve maliye politikaları önem kazanır.
    1.1. Türkiye’de İstikrar Politikaları ve İstikrarı Sağlamadaki Rolü
    1.1.1 1980 Öncesi Para ve Maliye Politikaları
    Türkiye 1923 yılında cumhuriyetin kurulmasından 1970'lerin sonuna kadar (1950-1953 arası kısa süreli liberalizasyon dönemi hariç) büyük ölçüde hükümet müdahalelerine dayanan içe dönük bir iktisat politikası izlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında özel sektörün eksikliği nedeniyle hükümet sanayileşmeyi hızlandırmak için kamu iktisadi teşebbüsleri kurmak suretiyle ekonomide önemli bir görev üstlenmiştir. Benimsenen Devletçilik ilkesi çerçevesinde Birinci (1933-1937) ve ikinci (1938-1942) Beş Yıllık Sanayi Planları uygulamaya konmuştur.
    1950'lerin başında Demokrat Parti iktidarıyla başlayan ekonomik büyümenin Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesi enflasyonun artmasına ve ödemeler dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler sonucundaki 1958 yılında bir istikrar programı uygulanmak zorunda kalınmıştır. İç açıkların önlenmesi için denk bütçe politika uygulanması ön görülmüştür. Özellikle kamu harcamaları kontrol altına alınarak bütçe denkliği sağlanmak istenmiştir.
    1960 ihtilalinden sonra iktisat politikasında değişiklik olmuş ve planlı kalkınma anlayışı benimsenerek 1963 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Planlı kalkınma anlayışıyla birlikte ekonomik kalkınma stratejisi değişmiş ve ithal ikameci sanayileşme stratejisi benimsenmiştir (Öniş ve Riedel 1993: 17; ve Akbank 1980: 96-97). Beş Yıllık Kalkınma Planlarının ilk ikisi (1963-1967 ve 1968-1972) de bu içe dönük stratejiyi resmi hale getirmiştir.
    1960'ların sonuna doğru yaşanan uluslararası rezerv eksikliği ve artan dişe ticaret açığından kaynaklanan ödemeler dengesi krizinin bir sonucu olarak 1970 istikrar politikasında iç tüketimin kısılmasına yönelik olarak bazı vergilerin oranları değiştirilmiş yeni vergiler getirilmiş kit ürünlerinin fiyatları arttırılmıştır.
    1970 yılında ithâlatâ yönelik miktar kısıtlamaları artırılmış ve Türk lirası devalüe edilmiştir. 1970'lerin ilk yıllarında hızlı bir büyüme oranı düşük enflasyon ve cari işlemler fazlasına sahip olan Türkiye ekonomisi iyi bir performans yakalamıştır. Ancak Türkiye'nin ithalatında önemli yeri olan petrolün fiyatında büyük bir artışa neden olan birinci petrol krizi ülkenin bu performansını olumsuz etkilemiştir. Büyüme performansı Üçüncü Beş Yıllık Plan döneminde (1973-1977) de sürdürülmesine rağmen bu durum enflasyon ve ödemeler dengesinde bozulmaya yol açmıştır. 1970'lerin ikinci yarısında cari işlemler fazlası petrol fiyatlarındaki artış ile ihracat ve işçi dövizlerindeki durgunluğun da etkisiyle açığa dönüşmüştür. Türkiye 1970'lerin sonunda yüzde 100'e varan enflasyon ağır borç yükü ve döviz darboğazıyla karşı karşıya kalmıştır.
    Yüksek enflasyon oranının giderek kötüleşen ödemeler dengesinin ve negatif büyüme oranının baskısıyla yapısal reformların gerekli olduğuna sonunda kanaat getiren hükümet 24 Ocak 1980'de Ortodoks bir istikrar programını uygulamaya koymuştur.

  2. #2
    BaŞKa ZaMaN.... YaGMuR_YüReKLiM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    13.09.2009
    Bulunduğu yer
    Hayat 0'ın 6'da
    Mesajlar
    4.368
    Post Thanks / Like
    Blog Girişleri
    4

    Sosyal Aglarim

    Add YaGMuR_YüReKLiM on Facebook
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    210

    Standart

    1.2. 1980 Sonrası Maliye Politikaları
    1.1.2.1. 24 Ocak Kararlarındaki Maliye Politikaları
    a) Mali Araçlar
    24 Ocak Kararları ile enflasyonun önlenmesi tasarrufların ve yatırımların arttırılması yönünde bir maliye politikası izlenmiştir. Bir taraftan vergi gelirlerinin arttırılması ve kamu harcamalarının kısılması suretiyle iç tüketim azaltılmak istenmiş diğer taraftan teşvik edici vergi politikası ile özel tasarruf ve yatırımların arttırılması hedeflenmiştir. Görüldüğü gibi kısa vadede sıkı maliye politikası ile iç tüketim kısılarak enflasyon düşünülmeye ve mali teşvik önlemleri ile de orta ve uzun vadede üretim arttırılmaya çalışılmıştır.
    Bu çerçevede kısa vadede vergi gelirlerini arttırmaya yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Vergi oranlan arttırılmış (1981 yılında ilk gelir dilimine uygulanan oranın %10'dan %'10'a çıkarılması gibi) muafiyet ve istisnaların kapsamı daraltılmış gelir vergisinde «peşin ödeme sistemi» getirilmiş ve Kurumlar Vergisinde finansman fonu gibi teşvik önlemlerine yer verilmiştir. Vergi sisteminde kısa vadede vergi gelirlerini arttırmaya yönelik düzenlemeler yapılırken uzun vadede devletin küçültülmesi ile birlikte arz-yönlü iktisadın önerileri doğrultusunda vergi tabanının genişletilerek vergi oranlarının düşürülmesi hedeflenmiştir.
    Kamu harcamaları politikasında personel ve diğer cari harcamaların azaltılması yatırım harcamalarının enerji gibi belli altyapı alanları ile sınırlı tutulması transfer harcamalarının ise yeni iktisadi ve mali amaçlı sübvansiyonlardan kaçınılarak azaltılması öngörülmüştür. Kamu harcamaları politikasının da kısa vadeli amacı enflasyonun önlenmesi uzun vadeli amacı kamu ekonomisinin küçültülerek serbest piyasa ekonomisinin egemen kılınmasıdır.
    Yine mali araçlar kapsamında kit fiyat politikasında değişiklik yapılmıştır. İç açığın nedenlerinden birisini oluşturan kit açıklarının kapatılması için fiyatların piyasa koşullarında belirlenmesi ilkesi benimsenmiş ve kit ürünlerine % 100 ve % 400 arasında gerçekleşen zamlar yapılmıştır.
    Ülkemizde 1980’den bu yana sürdürülen neo-liberal uygulamalar beklenenin aksin ulusal tasarrufları arttırmamış yatırım hacmini genişletmemiş ve istikrarlı bir büyüme ortamını bir türlü sağlayamamıştır. 1994’e gelindiğinde 5 Nisan kararları alınmıştır.
    Ayrıca 1980 sonrası maliye politikalarının para politikalarına göre etkinliği daha azdır.
    1.1.2.2. 5 NİSAN Karalarındaki Maliye Politikaları
    Kamu kesimi borçlanma gereğinin azaltılması ve bütçe denkliğinin sağlanması için vergi gelirlerinin arttırılması ve kamu harcamalarının kısılması şeklinde sıkı maliye politikasının uygulanması öngörülmüştür.
    Vergi gelirlerinin artırılmasına yönelik olarak yapılan düzenlemelerin başlıcaları «Net Aktif Vergisi» «Ekonomik Denge Vergisi» «Ek Motorlu Taşıllar Vergisi» ile «Ek Gayrimenkul Vergisi»nin getirilmesi; götürü usulde vergilendirilmenin daraltılmasıdır.
    Kamu harcamalarının kısılması yönünde alınan önlemlerin başlıcaları başlangıçta yatırını harcamalarında 3 trilyonluk kısıntı yapılması; tüm kamu projelerinde %20'lik bir kesintiye gidilmesi; bütçenin diğer kalemlerinde 10 trilyonluk kesinti yapılması; memur alımının durdurulması; yurtdışı kadroların azaltılması; gezi harcamalarının sınırlandırılması; kamuya ait lojmanların yazlıkların ve taşıtların satılmasıdır .
    KİT açıklarının kapatılması için KİT ürünlerinin fiyatları arttırılmıştır. Petrol ürünlerine %49-90 TKKKL ürünlerine %70-100 şekere %52-62 çaya %64-72.7 THY iç hat biletlerine %47-53.3 arasında değişen oranlarda zamlar yapılmıştır.
    1.1.2.3. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri ve Maliye Politikaları
    Kriz dönemlerinde maliye politikaları etkin bir biçimde kullanılamamıştır.
    Maliye Politikası
    2000 yılına ilişkin olarak maliye politikasının temel hedefi toplam kamu kesimi faiz dışı dengesinde GSMH’nın % 22’si oranında elde edilmesini sağlamaktır. Depreme ilişkin harcamalar hariç tutulduğunda bu oran % 37’ye yükselmektedir.
    Program kapsamında kamu kesimi faiz dışı fazlasının GSMH’ya oranının 2001 ve 2002 yıllarında da % 37 olması hedeflenmektedir.
    Maliye politikası kapsamında programın temel hedeflerinden birisi de özelleştirmenin hızlandırılmasıdır.
    Bu kapsamda 2000 yılında 76 milyar dolar özelleştirme geliri sağlanması hedeflenmektedir. Özelleştirme gelirlerinin 2001-2002 döneminde 103 milyar dolar olması öngörülmektedir.
    Maliye Politikasına İlişkin Düzenlemeler
    Programın maliye politikasına ilişkin hedeflerine ulaşılmasını sağlamak amacıyla
    - Ek gelir ve kurumlar özel iletişim özel işlem ve faiz vergisi getirilmiş
    - Temel gıda maddeleri dışındaki KDV oranları 2 puan artırılmış
    - Çeşitli gelirler üzerinden yapılan stopajlar yükseltilmiş
    - Devlet iç Borçlanma Senetlerinin değerleme yöntemi değiştirilmiş
    - Peşin verginin üçer aylık dönemlerle ödenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı çıkartılmış
    - 2000 yılı bütçesinin faiz personel ve sosyal güvenlik transferleri dışındaki ödeneklerinin % 2’si bloke edilmiştir.
    1. MALİYE POLİTİKASI
    Maliye politikasının temel amacı kamu açıklarının kalıcı bir biçimde azaltılması ve sürdürülebilir bir finansman yapısına geçişin sağlanması olacaktır. Bu çerçevede kamu harcama gelir ve borçlanma politikaları tutarlı ve etkin bir biçimde uygulanacaktır.
    Kamusal faaliyet alanı içinde yer alan ve hizmetin niteliği itibariye ile ilgisi kurulması gereken kamusal harcamalar bütçe içine alınacaktır.
    Kamusal karar alma surecinde etkinliği arttırmak amacıyla politika oluşturulması planlama ve bütçeleme arasında kurulması gereken zorunlu ilişki orta vadeli bir harcama sistemi perspektifine dayanan bütçeler hazırlanması suretiyle sağlanacaktır. Bu çerçevede bütçe hazırlanması süreci ile ilgili yasal çerçeve yeniden düzenlenecek modem bütçe sistemlerinin gerektirdiği kurumsal ve fonksiyonel işleyiş ve mekanizmalar sisteme dahil edilecektir.
    Mali disiplinin sağlanması kaynakların stratejik önceliklere göre dağıtılması ve etkin kullanılması gibi temel bütçesel sonuçların elde edilmesinde önemli bir araç olan mali saydamlığın yaygınlaştırılmasını sağlayacak mekanizmalar geliştirilecektir. Bu anlamda öncelikle muhasebe ve mali raporlama standartları geliştirilecek ve sisteme aktif bir şekilde dahil edilecektir. Mali disiplini sağlamak üzere kamu harcama reformu biran önce gerçekleştirilecektir.
    Kamu harcamalarının artışı kontrol altında tutulacak ve kaynakların tahsisinde hizmet-maliyet ilişkisinin sıkı bir şekilde kurulmasına ve sektörel önceliklere önem verilecektir.
    Vergi sistemi basit ve anlaşılır hale getirmek yeterli ve etkin belge düzeni ve otokontrol mekanizmaları geliştirilecek vergi kayıp ve kaçakları azaltılacak verginin tabana yayılması sağlanacaktır. Vergi İdaresinin uygulama hizmet ve denetim gücünü arttırmak amacıyla tam otomasyon projesine büyük önem verilecek ve süratli bir şekilde tamamlanacaktır.
    Tevkif suretiyle vergi alınmasından vazgeçmeksizin gelir vergisinin kişiselliği ve mali güce göre vergilendirme ilkelerini dikkate alan üniteler vergilemeye ağırlık verilecektir.
    İstisna muafiyet ve vergi indirimi gibi vergi harcamaları ekonomik ve sosyal politikalar çerçevesinde yeniden düzenlenecek vergi harcamaları yoluyla alınmasından vazgeçilen tutarlar bütçe kanunu kapsamında ayrıntılı bir şekilde raporlanacaktır.
    Vergi affı uygulamasını gerektirmeyecek ortam oluşturulacak ve af beklentilerinin ortadan kaldırılmasını sağlayacak düzenlemeler gerçekleştirilecektir.
    Mahalli idarelerin sağladıkları hizmetlerle ilişkili olan bazı vergi ve harçların bu idarelere devri sağlanacaktır.
    Kamu borçlanmaları düzenli bir şekilde raporlanacak kamu borç stoku şeffaf bir hale getirilecektir. Kamu mali sisteminde öngörülen disiplinin sağlanması amacıyla borçlanmaya ilişkin ilke ve sınırlamaları içeren bir borçlanma programı bütçe ekinde yayınlanacaktır. Borçlanmaya ilişkin ilke ve sınırlamaların tespitinde Maastricht kriterleri dikkate alınacaktır.
    1.1.3. 1980 Sonrası Para Politikası
    1980-1989 Dönemi
    Türkiye’nin ithal ikameci büyüme yaklaşımından ihracata dönük büyüme anlayışına geçişini simgeleyen ve ekonomide yapısal değişikliklere yol açan 24 Ocak 1980 İstikrar Programı'nın genel amaçlarına ve uygulamalarına bölümde değinilmişti. Bu bölümde kararların para politikası açısından önemine ve uygulamalarına değinilecektir.
    24 Ocak Kararlarının ana unsurları "gerçekçi" döviz kuru ve faiz politikaları dış ticaretin serbestleştirilmesi ve finansal serbestleşme idi. Bu çerçevede ihracatı artırıp ithalatı azaltarak ödemeler dengesi açığını kapatmak ve böylece ekonomiyi canlandırmak amacıyla gerçekçi bir döviz kuru uygulaması amaçlanmıştı. Program öncesinde döviz kuru aşırı değerlenmişti. Öncelikle devalüasyon yapıldı ve kur 47 TL' dan 70 TL'ye çıkarıldı. Daha sonra da hükümet sık sık mini devalüasyonlar yaptı ve bu mini devalüasyonlar Merkez Bankası'nın döviz kurunu günlük olarak belirlemeye başladığı Mayıs 1981'e kadar artarak devam ettirildi. Mayıs 1981'den itibaren Türkiye'de dalgalı kur uygulamasına geçildi ve kurlar günlük olarak belirlenmeye başlandı.
    Kamu açıkları ve dış borç yükü dikkate alındığında enflasyonist finansman kaçınılmaz olacağından böyle bir ortamda parasal hedefler belirlemek ve para arzını kısıtlayıcı politikalar uygulamak kolay değildi. Dolayısıyla para arzından çok para talebine önem verildi ve faiz oranları serbest bırakıldı. Faizlerin serbest bırakılmasının amacı tasarrufları artırmak ve dolayısıyla yatırımlar için kaynak yaratmak ve enflasyon oranını düşürmekti. Bu çerçevede mevduat faizleri Temmuz 1980'de ilk olarak serbest bırakılmıştır. Büyük bankaların kendi aralarında centilmenlik anlaşması yapmaları sonucu faizler düşük olduğu için küçük bankalar mevduat sertifikalarını bu sertifikaları daha yüksek faizle halka satan bankerlere satmaya başlamışlardır. Faizlerin büyük bankaların faizlerinden yüksek olması ve bunların geri ödenmeme riski taşıdığı yolundaki dedikodular bankerlere olan güveni sarsmış ve herkes parasını çekmeye koşmuştur. Böylece 1982 yılı ortasında banker krizi denilen kriz patlak vermiştir. Dolayısıyla ilk liberalizasyon denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış ve neticede faizler tekrar Merkez Bankası tarafından belirlenmeye başlanmıştır (Günal 1993).
    Kısacası 24 Ocak Kararları'na paralel olarak 1980'lerde gerçekçi döviz kuru ve faiz politikaları uygulanmıştır. Gerçekçi ve esnek döviz kuru politikası bir ölçüde ihracatı teşvik etmede ve ithalatı azaltmada başarılı olmuştur. Tasarrufları artırarak yatırım imkanlarını genişletmek ve enflasyonu düşürmek için uygulanan serbest faiz politikası ise ilk yıllarda enflasyonun önlenmesinde belli ölçüde başarılı olmuşsa da daha sonra banker krizi nedeniyle faizlerin yeniden kontrol altına alınmasıyla sonuçlanmıştır (Günal 1993 Saraçoğlu 1987). Genel olarak bakılınca uygulanan politikalar askeri hükümetin grevleri yasaklaması nedeniyle reel ücretlerin artmamasının da etkisiyle 1980'lerin ilk yıllarında bir ölçüde etkili olmuştur. Büyüme oranı yükselmiş ve enflasyonda ani bir düşüş gerçekleşmiştir. Ancak kısa vadeli istikrar politikalarından uzun vadeli yapısal uyum politikalarına kayıldıkça. genişlemeci maliye ve para politikaları enflasyonist finansmanı kaçınılmaz hale getirmiştir. Yani uygulanan politikalar büyüme ve ödemeler dengesi açısından başarılı olmakla birlikte enflasyon ve kamu maliyesi sorunları büyüyerek devam etmiştir (Günal 1993).
    1980'lerin ortasında özellikle de seçimin yapıldığı 1987 yılında para ve maliye politikalarında gevşeme artmıştı. Seçim sonrası devalüasyon beklentileri nedeniyle resmi ve serbest kur arasındaki fark açılmaya başlamıştı. Dolayısıyla 4 Şubat 1988 tarihinde bir dizi önlem uygulamaya konuldu. Bu çerçevede mevduat faizleri yeniden serbest bırakıldı (ancak tavan belirlendi); zorunlu karşılık oranı % 16'ya disponibilite oranı % 27'ye çıkarıldı; ihracat dövizlerinin bankalara altı ay içinde satılması zorunlu hale getirildi; ihracatta vergi iadesi artırıldı ve ithalat teminat oranı % 15'e yükseltildi (Keyder 1996: 128-129). Ancak bu önlemler TL'den kaçışı önleyemedi ve 12 Ekim 1988'de TL'nin değer kaybını önlemek için Merkez Bankası piyasaya 160 milyon dolar sürerek müdahale etti. Ayrıca mevduat faiz oranları tamamen serbest bırakıldı döviz tevdiat hesaplarına ve vadesiz mevduata uygulanan zorunlu karşılık oranları artırıldı. Kısacası 1980'lerin sonuna doğru seçim ekonomisi uygulamaları ile artan kamu açıkları hızla artan dış borçlar ve % 80'ler civarındaki enflasyon Türkiye ekonomisinin istikrarsız yapısını ortaya koymaktaydı.

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

  • Şikayet, Telif hakları ve Yasal bildirimler için tıklayın.
  • .

    İletişim: [email protected]