Sırtında sanki kanla altınla işlenmiş ağır parıl parıl bir manto! Başında vahşi ruhunun timsali gibi balta şeklinde kıpkırmızı tacı! Yerde hançer gibi keskin bir gaga! Sonra ayaklarındaki mahmuz dediğimiz sivri süngüleri! Dikkat ederdim: Tavukların hiçbirini sevmezdi.

Yerde bir şey bulup “gıt gıt” diye çağırması beni hiddetlendiren bir yalandı. Yiyecek bir şey buldu mu kendi yutardı. Yenmeyecek yutulmayacak bir taş bir kum parçası buldu mu hemen tavuğa ikram:

− Gıt gıt gıt!.
Ö.Seyfettin

"Bu küçük yerleşim merkezindeki tüm caddeler merkezinde hükümet konağının bulunduğu meydana çıkıyordu. Hükümet konağı en azından yüz yıllık bir taş yapı idi. Onun tam karşısında hükümet konağına göre çok yeni sayılabilecek belediye binası yer alıyordu. Belediye binası ile Şehir Parkı birbirine bitişikti. Parkın içinde yaz - kış yeşilliğini koruyan elliye yakın büyük çam ağacı vardı. İlçedeki iki bankanın reklam amaçlı koyduğu banklar bu ağaçların altında duruyordu..."


"Yeşil yumuşak çimenlerin üzerine oturmuş gözlerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan gözyaşları arasından bana bakıyor. Oturduğu yerdeki çimenlerin sarı yeşil parıltısı gözlerimi kamaştırdı. Gerideki bahçe duvarını gözden saklayan mor leylaklardan etrafa hafif serin bir koku yayılıyordu." (Tektaş AĞAOĞLU)

"İstanbul'da beklenmeyen bir şekilde nüfusun artması ve buna bağlı olarak gecekonduların çoğalması altyapının kurulmasını zorlaştırmakta su yol gibi sorunlar çözümsüz kalmaktadır. Kentlerin dokusunda önemli değişmeler görülmektedir. İstan-bul'un eski semtleri olan Beyoğlu Sirkeci Eminönü ve Beyazıt'ta taş ve ara sokaklarda ahşap binalar birbirlerini kesen dar sokak ve caddeler yer almaktadır. Bakırköy Caddebostan Etiler Nişantaşı Levent gibi yeni semtlerde çoğu kez doğrusal uzanış gösteren ve birbirlerini dik olarak kesen cadde ve sokaklar vardır. Ataköy Bahçeşehir gibi planlı olarak kurulan semtlerde daha düzenli caddeler yer almakta çok katlı binalar yapılmaktadır."(Prof. Dr. ibrahim ATALAY)

"Bulunduğumuz yer denizden bin beş yüz metre kadar yüksekte idi. Akcedil; ay iskelesinin önünde duran kayıklar ağaçların arasındaki seyrek binalar iğne topuzu kadar ufaktı. Karşıda Burhaniye'nin arkasında yatan Madra dağları şekilsiz bir yığından ibaretti. Güneşin altında göz kamaştırıcı pırıltılarla yanan deniz ta uzaklarda açıklı koyulu gölgelere bürünen Midilli Adası'na kadar uzanıyor bunun sağ yanından geçerek ufukta sisler içinde gökle birleşiyordu. Kazdağı'nın körfeze kadar yaklaşan eteklerini sayılamayacak kadar çok her biri başka renk ve biçimde irili ufaklı dağlar ve tepeler çeviriyordu. Arkamızda Sarıkız bu dağların en yüksek tepesi ağaçsız başını beyaz bulutlara uzatıyordu."(Sabahattin Ali)

Yolumun üzerinde her sabah tesadüf ettiğim bir dilenci var. Bu zeki çehreli adam yoklama defteri imzalamağa mahkûm bir kalem efendisi intizamiyle her gün tam saat altıyı kırk geçe köşesine gelir ve tam saat on'a kadar da bir söz söylemeksizin sırf gözlerinin derin elemi ve edasının sakit (susan) belagatiyle gelip geçenlerin merhametini avlar. Merhametlerin birer şaşkın güvercin telâşıyle bu mahir avcının kurduğu tuzağa düşmek için nasıl kanat çırptıklarını görmek benim her sabahki eğlencemdir. Sabır tahammül ihtimam gibi seciye faziletlerinin en müşkülleriyle mücehhez ve aynı zamanda ustalıklı bir sükûtun vâhi (boş) bir talâkate müraccah olduğunu bilecek kadar zevk ve idrak sahibi olan bu adamın daha çetin sahalarda daha kârlı şîkârlar (avlar) arkasında koşması mümkün iken bir dilenci kisvesi (kılığı) altında gelip geçenlere el uzatmağa razı oluşunu büsbütün budalaca bir hareket addetmedim.