Foruminci.net

Teşekkür Teşekkür:  0
Beğeni Beğeni:  0
Beğenmedim Beğenmedim:  0
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 4 ve 4

Konu: Osmanli devleti bir cihat ve şeriat devletiydi.

  1. #1

    www.foruminci.net

    MeY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.02.2009
    Bulunduğu yer
    sözün bittiği yer..
    Mesajlar
    30.861
    Post Thanks / Like
    Blog Girişleri
    90
    Mentioned
    14 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    1000

    Question Osmanli devleti bir cihat ve şeriat devletiydi.


    OSMANLI DEVLETİ BİR CİHAT VE ŞERİAT DEVLETİYDİ.

    Osmanlı döneminin geriliği yer yer Osmanlı döneminin ilkelliği Osmanlı döneminin insancıl olmayan tarihe saygısız uygulamaları bir anlamda Türk ulusunun Türk ırkının Türk soyunun tarihini ve şanlılığını da gölgeliyor.

    Zaten dini ile dilini de değiştiren bir ulusa Osmanlı Devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır.

    “Şurası memnuniyetle hatırda tutulmalıdır ki Türk milletinin asıl kütlesi Osmanlılık vasfını üzerine almamıştır. Hakikaten Anadolu halkı her zaman saray ile onun etrafında toplanmış zümreye Osmanlı demiş ve kendini daima onun dışında tutmuştur.”

    Osmanlılar 600 yıl boyunca Avrupa’da ve Asya’da haraç alıp insanları kılıçtan geçirdiler cihat yaptılar ancak bu zulüm ve katliamlarla ayakta kalabildiler.

    “Osmanlı’yı biz bugün inkar etmiyoruz Osmanlıyı Mustafa Kemal Atatürk’ün buyurduğu bir şekilde belgelediği biçimde kanıtladığı biçimde bu anlamda reddediyoruz. Suçsa suç hesabını da vermeye hazırız. Bu anlamda bir tarihsel ret davranışı içindeyiz”.

    Şimdi Osmanlı Hanedanını Türk’lere ve Türk'lüğe bakışlarını genel başlıklarla inceleyim...

    OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KURULUŞ TARİHİ

    Osmanlı İmparatorluğun bilinenin aksine asıl kuruluş tarihi 1299 değil 27 Ocak 1300'dür.(Sultan Abdülhamit bilim adamlarına resmen 4 Cemaziyelula 699 olarak tespit ettirmiştir)

    OSMANLIYI TÜRKLER Mİ KURDU?

    Osmanlı Hanedanının Oğuzların Kayı boyundan geldiği söylenir fakat böyle bir kesin delil ve ispat yoktur. İspatı tam olarak olmadığı gibi aksini savunan ve tarihe not düşülmüş ifadelere de bakmak lazım.

    1597’de Şerefhan tarafından yazılan Şerefname 'de;

    “Rum hükümdarı Fatih Sultan Mehmet” diye geçiyor.

    Yunan ve Rum tarihçilerde Fatih Sultan Mehmet in Rum kökenli olduğunu söylüyor. Rumların o dönemde nüfus olarak çoğunlukta olduğu belli oluyor. Demek ki Türkmenler azınlıkmış.

    OSMANLI TÜRK MÜ? TÜRKLÜĞÜ KABULLENDİLER Mİ?

    Araplar İslam’ı dünyaya getiren kavim olduğu için Osmanlı’nın gözünde “kavm-i necip” idi. Yani “üstün ırk”!. Osmanlı onlara “üstün ırk” derken onlar Osmanlı'ya “etrak-ı bi idrak” diyordu. Yani “idraksız (akılsız) Türk’ler”!. Bu deyim Osmanlı ricali tarafından da benimsendi. Sarayda seçkinler kendi aralarında konuşurken Türk halkını bu sözlerle niteliyordu.

    Birçok tarihçi Osmanlı Türk mü değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar en çok da Türkiye deki tarihçiler Osmanlıyı Türk kabul eder; fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ispatlamaktadır. Osmanlıya Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür daha öncesinde böyle bir şey yoktur. Avrupa Türk kelimesini ırki manada kesinlikle kullanmamıştır. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir nede Türklüğü kabul etmiştir.

    Geçmiş yüzyılda Jön Türkler ’in kendilerine bilinçli olarak Türk demelerinden önce Türk kelimesinin ”geri kalmış köylü” anlamında kullanıldığını bilmekteyiz.

    Osmanlı düşüncesinde "kavmi necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması dinsizlik kafirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti" "Türk ordusu" "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.

    1913 tarihli "Mecmuai Ebuzziya" dergisinin 94. sayısında;

    "Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil sadece müslümanız. Buharalı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan'ı zapt etmiş olan Araplardan başka bir şey değildir" demekle kendisini ve Anadolu'da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu.

    Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim 1913 yılında yazdığı "İslam'da Davai Kavmiye" adlı kitabında Türk’e karşı savaş açmış ve "Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı öğrenmektir" demiştir.

    1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise Türk’e Türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur. (Mustafa Coşturoğlu a.g.y. s.278 279.)

    Bu tutum ve koşullar içerisinde "Türk" kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul'dan uzak savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır.

    Zaman içinde "Türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki kimi kez "Osmanlı Efendisine Türk' demek hakaret sayılmış" "Türk" sözcüğü Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. ( Bozkurt Güvenç Türk Kimliği s.22 23 Cahen'den aktaran Bernard Lewis Modern Türkiye'nin Doğuşu s.1)

    Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi'nin kurduğu; Türk geleneğini dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren (Bektaşilik gibi) tarikatlar Anadolu'da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken öte yandan da Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendi Tarikatı yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar(!) arasında yayılan Mevlevilik yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde Türk kökenli olanları doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı.

    Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "Kaba Türk" "Anlayışsız Türkler" "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu. (Özer Ozankaya Türkiye'de Laiklik İstanbul 1990 s. 253)

    Kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. Yabancılar Türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar Arapların esiri olan Türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir" şeklinde yorumluyorlardı. (Warshew'den aktaran Bozkurt Güvenç a.g.y. s. 311)

    Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında "Dünya Tarihi" kitabının yazarı Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa "Osmanlı devletin adıdır milletimizin adı Türk’tür" görüşünü savunmasına karşın bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti. ( Bozkurt Güvenç a.g.y. s.26)

    Abdülhamit'in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti Türkü Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında "Türküm demek Türk’ten söz etmek büyük suçtu". ( Esat Kamil Erkut a.g.y. s.63.)

    Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. (M.Rauf İnan Atatürk'ün Evrenselliği Önder Kişiliği Eğitimci Kişiliği ve Amaçları Ankara 1983 s.198.)

    Osmanlı yönetimi kendilerini Türk olarak görmedikleri için Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak örneğin bir köyün “Türk” veya “Türkmen” olup olmadığını sorarsın ya da bir hakaret deyimi olarak örneğin İngilizce söyleyeceğin “eşek kafalı” anlamında “Türk kafa” diye homurdanırsın... (Ramsay'dan aktaran Bernard Lewis a.g.y. s.331)

    Aynı yıllarda Türk-Yunan Savaşı ortamında Şair Mehmet Emin'in yayımladığı kitapta "Ben bir Türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer alıyordu. Ancak üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. Kendi yöneticisi tarafından aşağılanan üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan Türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın Türk’e yaklaşımından farklı değildi. Türkologlara göre Türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar...

    İslam dininin Türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. Türkler Müslüman Asya'nın Avrupa'ya karşı savaşan askeri oldu. Müslümanlık Türk dehasına ters düştü. İslam bu "Yarı Çinli ’lerden” "Acımasız İranlılar" yarattı. ( Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran Bozkurt Güvenç a.g.y. s.308)

    1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere ”soysuzlar” yakıştırmasında bulunmuştur.

    Ziya Gökalp eserinde şu bilgileri veriyor:

    ”Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: ‘Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk vatanımı kaybederim korkusu ile ‘Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim’
    demeye mecbur edilmişti” (Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları S.34).

    ”Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür idare ettiği Türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. Osmanlı Türk’e daima eşek Türk derdi…” (Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları S.2)

    Falih Rıfkı Atay ise şunları yazıyor:

    ”Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘Din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti. Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık...

    Okullarda da Arap ’a Arap Arnavut’a Arnavut Rum’a Rum fakat kendimize Osmanlı derdik.” (Rıfkı Altay Batış Yıllar).

    Ahmet Vefik Paşa Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa uğradığı bir ilçede halkla sohbet ederken etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar konuştuklarının Çerkez Arnavut Boşnak Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak cevap vermek istemeyen bir ihtiyara ”hangi milletten” olduğunu ısrarla söyletmek isteyince o bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek titrek bir sesle ”Ben Türküm Efendim” diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mı? Bak ben de Türküm” diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş ha” diye sevinçle karışık hayret ifade edince Vefik Paşa ”Paşa da kim oluyormuş Padişah da Türk Padişah da” diye haykırıyor. Sonra imparatorluğun iki dertli ihtiyarı sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar. (Türk ve Türklük Türk Standartları Enstitüsü Yayını s.238).

    Gerçek şudur ki Osmanlı hanedanı birazda saltanatının diğer soylu Türk ailelerince de tehdit edilmemesi için özellikle devletin üst kademelerine ve orduya Türk soylu halkın geçişini tamamen engelleme yoluna gitmiştir. Bunun yerine devlet adamı ihtiyacını Avrupa ülkelerinden 7 yılda bir ve her bölgeden en az 40 kişi olacak biçimde 12-15 yaşlarındaki sağlıklı ve akıllı çocukları ailelerinden zorla koparıp Enderun ve yeniçeri ocağında yetiştirerek karşılama yoluna gitti. Yani bahtsız Anadolu Türklüğüne kendi soyundan gelen bir devlette hem ordu hem de devlet yönetimi yolu kapanmış oldu.

    Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Bu belgelerde Tek bir Türkçe kelime yoktur.

    Şu an Anadolu’da ki eski şehir ilçe vs isimlerinin çoğu Cumhuriyetin ardından değiştirilip Türkçeleştirilmiştir. Mesela İstanbul’un resmi ismi 1930’lara kadar Konstantiniye idi. Arapçada “Konstantin’in şehri” manasına gelir. Konstantiniye’nin adı 1930’da çıkarılan bir kanun ile değiştirilerek İstanbul yapılmıştır. Osmanlı kayıtlarında da 1920’lere kadar İstanbul’un adı Konstantiniye diye geçer. Ki zaten İstanbul kelimesi de Yunancadır.

    İstanbul: Grekçe; Eis Ten Polin (Şehire doğru)

    Osmanlının Constantinopoli feth edip İstanbul yapması tarihi bir yalandır. İstanbul adı 1930’da verilmiştir. (Şevket Süreyya Aydemir Makedonya'dan... C.2 s.440.)

    Büyük Türk İmparatoru Timur’un 2. Beyazıt’ı 1402 ‘de yendikten sonra “ Bre Frenk dölü Yıldırım” diye kafese koyduğunu ve 8 ay öyle dolaştırdığını da anımsatmak ve neden Yıldırım’a “Frenk Dölü” dediğini de sorgulamak lazım.





  2. #2

    www.foruminci.net

    Logic@ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.02.2009
    Bulunduğu yer
    @frminci
    Mesajlar
    28.149
    Post Thanks / Like
    Blog Girişleri
    1

    Sosyal Aglarim

    Follow Logic@ On Twitter
    Mentioned
    6 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    1000

    Standart

    Çok tartışılacak ve çok konuşulacak bir konu aslında..
    Daha doğrusu öyle olması lazım ama bu konu üzerine konuşmak işimize gelmez sevmiyoruz biz kendimizi eleştirmeyi.
    Bazen Türk tarihini düşündüğümde karahanlıların kulaklarını çınlatmıyorum desem yalan olur.





    Üstüne imza tanımam!!

    Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.

    www.foruminci.net


  3. #3

    İnanın Çocuklar ! Güzel Günler Göreceğiz, Güneşli Günler.

    Ötüken - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.03.2009
    Mesajlar
    7.673
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    3 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    1000

    Standart

    Çok karışık bir konu ama her ne kadar inkar eder isek edelim bizim mirasımız. Neden mi?

    Selçuklular - Anadolu Selçukluları - Karamanoğulları - Osmanlılar.

    Bu kronolojik sıra herşeyi belli ediyor. Yükselme dönemine kadar tam bir Türkçü ve İslam anlayışı hakim. Daha sonrasında ise çeşitli ulusların bünyemize katılması ile saf kan padişah soyu dışında herkes gayrı Türk ve gayrımüslim.

    Ziya Gökalp yani Ata'mızın fikir babası bile Türkçülüğün Esasları adlı kitabında Osmanlı da Türklere " Eşek Türk " dendiğini belirtmiştir. Tabi azınlıklar dahil olduktan sonra. İlginç bir tespit ise; Yüzyıllar sonra ben Türk'üm diyebilen tek padişah Abdulhamittir. Diğer padişahların birçoğu devleti bir arada tutmak herkese yaranmak için Osmanlıyız yani günümüzün kavramına benzeri ile Türkiyeliyiz kavramıdır.

    Her daim derim benim için Avarlar Göktürkler Hunlar bir başkadır. Çünkü bu devlet isimleri geçince tüylerim diken diken olmaya yetiyor.
    Bir Köpeğin Dostluğu Bir Dostun Köpekliğinden Daha İyidir.

  4. #4

    www.foruminci.net

    MeY - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    23.02.2009
    Bulunduğu yer
    sözün bittiği yer..
    Mesajlar
    30.861
    Post Thanks / Like
    Blog Girişleri
    90
    Mentioned
    14 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    1000

    Standart

    tartışılması gereken bir konu tarihçilerimiz bizi aydınlatsalar ..ama gerçek anlamda..





Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

  • Şikayet, Telif hakları ve Yasal bildirimler için tıklayın.
  • .

    İletişim: [email protected]