Osmanlı Türklerinin yükseliş çağlarında XVI. asırlarda kazandıkları savaşların gerçekçi bir açıklaması yapılmış değildir. Türk ordusunun çok defa kendinden kala*balık bağlaşık Avrupa ordularını yendiğini yazan tarihler bu zaferleri Türk asker*lerinin kahramanlığının ötesinde bir açıklamaya bağlamak lüzumunu duymamış*lardır. Hâlbuki Osmanlı Cihan İmparatorluğunun kurulmasını sağlayan bu zafer*lerin sırları sanıldığından daha girifttir.

Osmanlı Türkleri’nin yükseliş çağlarında bir savaşın önce siyasî hazırlığı yapı*lırdı. Savaşılacak devlet ve çok defa devletlerin jeopolitik durumları göz önüne alınır bağlaşıklarından ayrılmaya çalışılır büyük bir diplomatik gayret sarfedilirdi. Bu çok dikkat ve incelik isteyen bir işti. Çünkü Türkiye İmparatorluğu ba*zen Fâtih Sultan Mehmed zamanında olduğu gibi 20 küsur devletle birden savaş halinde bulunurdu.

Savaşılacak kuvvetlerin hesabı iyice yapıldıktan sonra Türk ordusuna savaşa hazırlama çalışmaları başlardı. Türk ordusu daima savaşa hazır meslekleri as*kerlik olan bir kitleden müteşekkil bir kuruluştu. Ancak orduyu toplamak ve savaş alanlarına götürmek meseleleri önemliydi. Ne kadar kuvvetin ne zaman ve nerede yığınak yapacağı ve hangi yolların geçileceği kararlaştırılırdı. Bu yolların hangi konaklarında ne miktar yiyecek yem ve cephane bulundurulmak icap edeceği he*saplanır oraların sancak ve alay beylerine kadı ve naiplerine emirler gönderilirdi. Yol üzerindeki depoların mevcudu öğrenilirdi.

Geçilecek yolların durumu köprüle*rin vaziyeti ne kadar zamanda ne kadar kuvveti geçirebileceği incelenirdi. Çok defa ordu yürüyüşe geçmeden önce yollar son bir bakım ve kontrolden daha geçiri*lirdi.

Seferin nereye yapılacağı çok defa aylarca önce beylerbeyi ve sancak beyleri*ne bildirilir fakat bazen de son âna kadar gizli tutulurdu. Meselâ Fatih seferin nereye olduğunu gizli tutardı. Akkoyunlular’a karşı Otlukbeli savaşının hazırlıkla*rının hangi devlete karşı yapıldığı padişahtan başka herkesin meçhulüydü. Trab*zon İmparatorluğuna karşı seferinde de böyle yapmış ve düşmanı pek gafil av*lamıştı. Nitekim son çıktığı seferin nereye olduğuna günümüze kadar tarihçiler karar verememişlerdir. Çünkü seferin daha başında Fatih ölmüştü.

Yavuz da. Mı*sır seferine çıkarken İran üzerinde gidildiği propagandasını yaptırmıştır. Sultan İb*rahim zamanında Girit seferine giden Türk Donanması. Malta’ya gidiyor sanılı*yordu. Girit sularına iyice yaklaşırken Kapdân-ı Derya Yusuf Paşa padişahın mühürlü hattı hümâyûnunu açmış amiraller seferin Girit üzerine olduğunu öğ*renmişlerdi. Bu gizlilik yabancı haber alma teşkilâtlarına karşıydı. Türklerin Av*rupa’da son derece mükemmel bir haberalma teşkilâtı olduğu gibi. Avrupalıların da Türkiye’de aynı işi gören casusları vardı. Fakat Türk haber alması çok üstün*dü. Avrupa devletlerinin son durumlarını bütün teferruatıyle Divân-ı Hümâyûn’a yani hükümete bildirirdi.

Ordu birliklerini toplamaya memur komutanların sorumluluğu büyüktü. Bir tek gün kaybı için başı kesilen komutanlar vardır. Yıldırım Bâyezid Niğbolu savaşı için 43 günde yığınak yapmıştır ki o çağ Avrupa’sının aklının alamayacağı bir şey*di. Yığınak alanları her ihtimal göz önünde bulundurularak seçilirdi. Yığınak alanı çok da emniyetli sayılsa gene bütün ihtiyat ve korunma tedbirleri ihmal edilmez*di. Yığınak yapan birlikler derece derece birbirine bağlıydı. Yığınak bitmeden sa*vaş kabul edilmezdi.

Sonraki asırlarda yığınak bitmeden savaşı kabul eden birkaç Türk komutanı yenilmiştir. Türk ordusu normal olarak 20 – 25 kilometre yürürdü. Aynı çağda Avrupa birliklerinin günlük ortalama yürüyüşü ise ancak 10 kilometre idi. Bu hususiyet bütün manevra ve teşebbüs kabiliyetinin Türklerin tarafında olması demekti.

Türk ordusunun vasıflarına sahip bir ordu düşman pek üstün olduğu taktirde daima zafer kazanacak bir orduydu. Avrupalılar’ın XVI. yüzyıl strateji kaideleri “toplanmak yavaş ve az yürümek uygun yerde durup beklemek”ti. Türklerin strateji kaideleri ise şimdiki kaidelere daha uygun olup “çabuk toplanmak mümküm olabilen hızla yürümek düşmanı hemen yakalayıp yok etmek”ten ibaretti. Düşman henüz birleşmemişse parça parça yok edilmesine çalışılırdı.

Türk ordusu savaş alanında dört bölüme ayrılırdı. Merkez sağ ve sol kanatlarla ihtiyat. İhtiyat birliklerine çok önem verilirdi. Düşman büyük Türk ihtiyatını yok sanarak Türk saflarına iyice dalınca çok üstün olan Türk toplarıyla yıpratılır sonra merkezde bulunan padişahın veya “sardar-ı ekrem” denilen başkomutanın emriyle ihtiyat kuvvetleri işe karışırdı.

ihtiyat kuvvetleri son anda işe karışınca başkomutan iki kanadı bir kıskaç gibi kapatarak düşmanı yok ederdi. Türk başkomutanı ordunun bütün birliklerine hakimdi. Emirleri dakikası dakikasına yerine getirilir birliklerini dama taşı gibi oynatır bütün komutanlarını tanırdı. Türk ordusunun en büyük üstünlüklerinden birisi de bu hususiyetti. Çünkü Avrupa orduları birleşik kuvvetler dilleri milliyetleri hükümdarları komutanları ayrı birlikler hâlinde Türk ordusunun karşısına çıkıyordu. Her komutan ancak kendi birliğine söz geçirebiliyor başkomutan ünvanını taşıyan Avrupa hükümdarının iktidarı doğrudan doğruya kendine bağlı kuv*vetlerden öteye gidemiyordu.

Asrımıza kadar İngiliz ordusunda olduğu gibi Türk ordusunda da askerlik bir meslekti. Yani savaş çıkınca asker toplanmaz bu işi meslek seçmiş ve devletçe belirli yerlere yerleştirilmiş maaşlı veya tımarlı muharipler toplanırdı. Sulh zamanında talim ve terbiye çok sıkı tutulurdu. Türk silâhları daima en modern silahlardı. En küçük yıpranmada değiştirilir yenileri verilirdi. Bu işle “cebeci” sınıfı uğraşırdı. Nihayet Osmanlı Türk İmparatorluğunun bitmek tükenmek bilmeyen mâlî ve iktisadî kaynakları en büyük ve mükemmel ordu ve donanmaları en iyi şekilde savaş alanına götürebilecek güç ve kudretteydi.

Osmanlı Türklerinin yükselme çağlarında yaptıkları savaşlar XVIII. ve XIX. asırlarda Büyük Friedrich Napoleon gibi büyük Avrupalı komutanların yaptıkları savaşlardan gerek alınan sonuçlar gerek savaşa katılan kuvvetlerin sayısı bakımından çok daha büyük ve önemlidir.