Foruminci.net

Teşekkür Teşekkür:  0
Beğeni Beğeni:  0
Beğenmedim Beğenmedim:  0
9. Sayfa - Toplam 9 Sayfa var BirinciBirinci ... 7 8 9
Gösterilen sonuçlar: 81 ile 89 ve 89

Konu: Büyük Düşünürler

  1. #81
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    EL KİNDÎ
    (800 - 873) Ebu Yusuf Yakup İshak El-Kindi MS800 civarında Kufe'de doğdu Babası Harun el-Reşit'in bir memuru idi El-Kindi; el-Memun el-Mutasım ve el-Mütevekkil'in bir çağdaşı idi ve büyük ölçüde Bağdat'ta yetişti Mütevekkil tarafından resmi olarak bir hattat olarak görevlendirildi Onun felsefi görüşlerinden dolayı Mütevekkil ona sinirlendi ve bütün kitaplarına el koydu Ancak bunlar sonradan iade edildi El-Mutamid'in hükümdarlığı esnasında 873'te öldü

    El-Kindi bir filozof matematikçi fizikçi astronom hekim coğrafyacı ve hatta müzikte bir uzman idi Onun bu alanların tamamına özgün katkılar yapmış olması şaşırtıcıdır Eserlerinden dolayı Arapların Filozofu olarak bilinir

    Matematikte sayı sistemi üzerine dört kitap yazmıştır ve modern aritmetiğin büyük bir bölümünün kuruluşunu hazırlamıştır Arap sayılar sisteminin büyük ölçüde el-Harizmi tarafından geliştirilmiş olduğundan şüphe yoktur ancak El-Kindi de bu konu üzerine zengin katkılarda bulunmuştur Aynı zamanda astronomi ile ilgili çalışmalarında yardım etmesi için küresel geometriye de katkıda bulunmuştur

    Kimyada baz metallerin değerli metallere dönüştürülebileceği fikrine karşı gelmiştir Hüküm süren simya ile ilgili görüşlerin aksine kimyasal reaksiyonların elementlerin transformasyonunu meydana getiremeyeceğinde ısrarlı olmuştu Fizikte geometrik optiğe zengin katkılarda bulunmuş ve bunun üzerine bir kitap yazmıştır Bu kitap daha sonra Roger Bacon gibi ünlü bilim adamlarına rehberlik ve ilham sağlamıştır

    Tıpta başlıca katkısı sistematik olarak o zaman bilinen tüm ilaçlara uygulanabilecek dozları belirleyen ilk kişi olması gerçeğini kapsamaktaydı Bu hekimler arasında reçete yazmada zorluklara neden olan dozaj üzerine hüküm süren çelişkili görüşleri çözmüştür

    Onun zamanında müziğin bilimsel yönlerine ilişkin çok az şey bilinmektedir Armoni üretmek için bir araya getirilen çeşitli notaların her birinin belirli bir perdeye sahip olduğuna dikkat çekmiştir Bu yüzden perdesi çok düşük veya çok yüksek olan notalar hoş değildir Armoninin derecesi notaların frekansına bağlıdır vb Aynı zamanda bir ses çıkarıldığında bunun havada kulak zarına çarpan dalgalar oluşturduğu gerçeğini ileri sürmüştür Eseri perdenin belirlenmesi üzerine bir terkim usulünü içermekteydi

    O üretken bir yazardı: onun tarafından yazılan kitapların toplam sayısı 241 idi Göze çarpanları aşağıdaki gibi bölünmüştü: Astronomi 16 Aritmetik 11 Geometri 32 Tıp 22 Fizik 12 Felsefe 22 Mantık 9 Psikoloji 5 ve Müzik 7

    Buna ilaveten onun tarafından yazılmış çeşitli biyografiler gelgitler astronomi ile ilgili cihazlar kayalar değerli taşlar vb ile ilgilidir Aynı zamanda Yunanca eserleri Arapça'ya çeviren ilk tercümanlardan biriydi fakat bu gerçek onun sayısız özgün eserleri tarafından büyük ölçüde gölgelenmişti Kitaplarının çoğunun artık mevcut olmaması büyük bir talihsizliktir fakat mevcut olanlar onun oldukça yüksek alimlik standardını ve katkılarını ortaya koymaktadır Latince'de Alkindus olarak bilinir ve çok sayıdaki kitabı Cremonalı Gherard tarafından Latince'ye çevrilmiştir Orta çağ boyunca Latince'ye çevrilen kitapları Risale der Tanzim İhtiyarat'ül-Ayyam İlahiyat-e-Aristu el-Mosika Met-o-Cezr ve Edviyeh Murakkaba idi El-Kindi'nin bilim ve felsefenin gelişimine etkisi dönemdeki bilimlerin uyanışında önemlidir Orta Çağda Cardano onu en büyük on iki dahiden biri olarak düşünmekteydi Eserleri gerçekten yüzyıllar boyunca başta fizik matematik tıp ve müzik olmak üzere çeşitli konuların ilerideki gelişimine öndelik etmiştir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  2. #82
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    Friedrich Engels
    Friedrich Engels 28 Kasım 1820 Barmen'de (Wuppertal) doğdu - 5 Ağustos 1895 Londra'da öldü Sosyalist bir Alman düşünürüdür Yakın arkadaşı Karl Marx ile modern komünist kuramın kurucularındandır Marx ve Engels 1848 yılında "Komünist Manifesto"yu birlikte yayınladılar

    Fabrikatör bir ailenin çocuğu olan Engels liseyi bitiremeden bir ticarethanede çalışmaya başladı ve aynı süreçte bilimsel politik eğitimine devam etti Hegel doktrininden etkilenmesine rağmen onun idealizmini reddetti ve materyalist oldu Engels'in İngiltere Manchester işçilerini yakından tanıması sosyalizmin eyleme aktarılması düşüncesinin onda olgunlaşmasına temel oldu Buradan hareketle "İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu" adlı eserini yazdı Engels ve Marx birlikte "Komünist Manifesto"'yu yazdılar Manifesto bütün dünya işçilerini birleşmeye ve mücadeleye çağırır Engels sosyalizmin kurucularından biri olmanın yanısıra kararlı bir militandır da İşçilerin örgütlenmesi mücadelesi ve taktikleriyle yakından ilgilenmiştir Yine "Alienin Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni" "Doğanın Diyalektiği" vb eserlerle doğa ve toplumun gelişimine ait materyalist görüşler ileri sürmüştür 1895 yılında öldü

    Yapıtlarından Bazıları:

    İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu 1845
    Kutsal Aile (Marx ile birlikte) 1845
    Alman İdeolojisi (Marx ile birlikte) 1845-1846
    Almanya'da Köylü Savaşı 1850
    Almanya'da Devrim ve Karşıdevrim 1851
    Konut Sorunu 1872
    Doğanın Diyalektiği 1873-1886
    Anti-Dühring (Bay Eugen Dühring Bilimi Altüstediyor) 1876-1878
    Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni 1884
    Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu 1886
    Erfurt Programının Eleştirisi 1891
    Engels Marx'ın ölümünden sonra elde kalan elyazmalarından yola çıkarak Kapital'in 2 ve 3 ciltlerini yayıma hazırladı ve yayınladı
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  3. #83
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    ALBERT EINSTEIN
    1879-1955 yılları arasında yaşamış olan Alman asıllı ABD’li fizikçi
    Yirminci yüzyılın başlarında geliştirdiği teorileriyle ilk kez olarak kütle ile enerjinin eşdeğerliğini kanıtlamış olan Einstein zaman mekan ve kütleçekimi üzerine tümüyle yeni düşünme tarzları önermiştir Einstein özel ve genel rölativite teorileri yalnızca Newton fiziğinden değil fakat Eukleides geometrisinden de kopuşu simgeleyen büyük bir bilim adamıdır

    Einstein sadece dev bir bilim adamı değil fakat aynı zamanda önemli bir düşünür olaxrak değerlendirilir Etik toplum ve kültür felsefesiyle ilgili genel düşünceleri yanında bir bilim filozofu olarak da ün kazanan Einstein Kant’tan Hume ve Mach’tan etkilenmiş ve Cassirer Reichenbach ve Schilick’le sürekli bir ilişki içinde olmuştur O realizmi zihinden bağımsız bir dış dünyanın varolduğu görüşünü metafiziksel bir öğretiden ziyade motive edici bir program olarak görmüş ve determinizmin doğrudan doğruya dünyanın bir özelliği olmaktan ziyaxde teorilerin ayrılmaz bir veçhesi olduğunu savunmuştur Einstein mantıkçı pozitivizme karşı mesafeli bir tavır takınmış olmakla birlikte bilimin birliği tezine bağlı kalmıştır O yine aynı felsefi çerçeve içinde tümevarımcıxlığı reddetmiş ama holizme ve inşacılığa ya da uzlaşımcılığa bağlanırken anlam kavxram ve teorilerin mantıksal olarak deneyimxden türetilmek yerine anlaşılabilirlik empirik uygunluk ve mantıksal basitlik ölçütlerine tabi olan özgür yaratılar olduklarını iddia etmiştir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  4. #84
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    EPIKTETOS
    (55 - 135) 55-135 yılları arasında yaşamış Stoalı filozof ve ahlakçıdır
    Azad edilmiş bir köle olan Epiktetos'un Stoacılığının temelinde özgürlük tanrısal kayra insanlık ve ahlak düşüncesi bulunur Kendisine bilge kişi olarak Sokrates'le Diogenes'i örnek almış olan Epiktetos temelde ahlak ile ilgilenmiş ve gerçek eğitimin bütünüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin iradesi ya da amacı olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia etmiştir İnsan ona göre iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bulunmadığını ögrenmeli ve olayları öngörmeye ya da yönlendirmeye kalkışmayıp yalnızca onları anlama çabası göstermelidir

    İnsanın kendisinin dışındaki şeylere düşkünlük gösterme yani kölelikle ahlaki amacını hayata geçirme eşdeyişle özgürlük arasında bir tercihte bulunması gerektiğini savunan Epiktetos'a göre bir insana başka bir insan zarar vermez ona yalnızca kendisi zarar verebilir Akademik tartışma ve teoriyi hor gören Epiktetos'un mesajı Stoalıların birçoğu gibi entellektüellere yönetici sınıfa değil de ortalama insana yönelmiştir

    Siyaset alanında Epiktetos insanı Tanrı'dan başka insanları da içeren büyük bir sistemin üyesi olarak görmüştür Ona göre her insan öncelikle kendi toplumunun bir yurttaşidır Ama o bir yandan da tanrıların ve tüm insanların oluşturduğu daha büyük bir topluluğun üyesidir Kent devleti bu topluluğun yalnızca kötü bir kopyasıdır İnsanlar akıllı yanlarıyla Tanrı'nın çocuklaridirlar ve kendilerinde tanrısal ögeler taşirlar Bundan dolayı insanlar Epiktetos'a göre kentlerini ve yaşamlarını Tanrı'nın iradesine göre yönetmeye çalışmalıdır

    Epiktetos'un İki Temel Kuralı:

    Stoacı Epiktetos'un ahlak felsefesinin temelinde bulunan iki kural: 'İradenin dışında iyi ya da kötü olan hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir' ve 'Olayları öngörüp yönlendirmeye çalismak yerine onları yalnızca bilgelikle kabul etmeliyiz'

    Epiktetos'a göre insan için iyi olan tek şey iradedir ve en önemli erdem bilgeliktir Bilgelik ise insanın kendisini doğanın ayrılmaz bir parçası olarak görmesiyle ve doğanın seyrine ayak uydurmasıyla elde edilir İnsan kendisini dünyanın gidişinden sıyırıp ayıramadığına göre yapılacak en iyi iş dünyanın gidişini olduğu gibi benimserse kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginliklerden kurtarır

    Epiktetos'un bu anlayışına göre insan bir dramdaki aktöre benzer Dünya ve dünyanın tarihiyle ilgili bu dramda insan yalnızca bir oyuncudur Oyuncu oynayacağı rolü seçemez dekora oyunun kendisine etkide bulunamaz Tanrı ya da akıl ilkesidir ki her insanın bu tarih içinde ne olacağını belirler Dünya sahnesinde bir tiyatro eserindeki oyuncuya benzeyen insan hiçbir etkide bulunamayacağı şeyler karşisında kayıtsız kalmak durumundadır Onun kontrol edebileceği tek bir şey vardır: Kendi tavrı ve tutkuları

    O bir başkasına daha iyi bir rol verildiği için kıskançlık duymamalı makyajı yapan burnunu çirkin gösterdiği için kendisini aşağılanmış hissetmemelidir Yani insan kendisine ne verilmişse onunla yetinmeli erişemeyeceği sahip olamayacağı şeyler için açlık kıskançlık duymamalıdır Bütün bu duygular onu mutsuz kılar Öyleyse yapılması gereken şey akla uygun olmayan duygular tutkular karşisında kişinin güçlü olması bağımsızlığını kazanmasıdır Bu bağımsızlığa giden yol ise bilgelikten geçer İnsan kendisini bu olumsuz duygulardan kurtarabilirse yani duygusuzluk haline ulaşabilirse bilge insana özgü olan huzur ve mutluluğa kavuşabilir Zira yalnızca bilge insan rolünün ne olduğunu bilebilir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  5. #85
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    EPICURUS(EPİKÜROS)(MÖ 341 - MÖ 270) MÖ 341-270 yılları arasında yaşamış ve felsefesi Hellenistik dönemin diğer öğretileri gibi daha çok ahlak ağırlıklı bir sistem kurmuş olan Yunanlı düşünür

    Epiküros varlık görüşünde Milattan önce beşinci yüzyılda Demokritos ve Leukkipos tarafından kurulmuş olan atomcu ögretiyi benimsemiştir Ona göre gerçekten var olan herşey son çözümlemede iki ve yalnızca iki türden şeye indirgenebilir: Atomlar ve boşluk O var olan cisimlerin iki türden olduğunu öne sürer Bunlar bileşik cisimler ve söz konusu bileşik cisimlerin kendilerinden meydana geldiği birimler olarak atomlardır Epiküros işte bu çerçeve içinde bileşik olmayan cisimlerin yani atomların bileşik cisimler dağıldığı zaman yok olarak hiçliğe gitmemek ve tam tersine varolmaya devam etmek durumundaysa eğer bölünemez ve değişmez olması gerektiğini iddia etmiştir

    Bundan başka atomlar doğaları itibariyle katı ve bölünemez olmalıdır Şu halde Epiküros'a göre evrenin temelinde bölünemez olan atomlar vardır O ayrıca evrenin kendisi sınırlanmamış olduğundan evrendeki atomların sayısı ve boş mekanın kendisinin de sınırsız olduğunu söylemiştir Yine bölünemez olma atomların temel bir özelligidir Bir atom varlığa gelmiş olamayacağı gibi yok olup gitmez de O değişmez nicelik bakımından artmaz ve azalmaz Atom homojen bir birimdir Atomların bundan başka büyüklük şekil ve ağırlık gibi özellikleri de vardır Epiküros atomların büyüklük ve şekil bakımından birbirlerinden farklı olabilmelerine karşi çikar çünkü atomların farklı büyüklük ve şekillere sahip olabilmeleri onları sonsuzca küçük ve algılanamaz olan birimler olmaktan çikarir

    Bununla birlikte Epiküros'a göre atomlar birbirlerinden ağırlık bakımından farklılaşirlar O atomların boşlukta aşağıya doğru düşmeleri ve yukarıya doğru yükselmeye direnç göstermelerinin ancak ağırlık özelligiyle açıklanabileceğini savunmuştur Başka bir deyişle ağırlığı olmayan bir cisim hareket etmeyeceğinden evrendeki değişme ve bileşik cisimlerin hareket etme olgusunu açıklayabilmek için Epiküros'a göre ağırlığı atomların başka bir zorunlu özelligi olarak kabul etmek gerekmektedir

    Buradan da anlaşilacağı gibi Epiküros'un metafiziğinin atomlar ve boşluktan sonraki üçüncü temel kategorisi hareket ya da değişmedir Atomlar her zaman aşağıya doğru hareket etmiştir ve gelecekte de aşağıya doğru hareket edecektir Bununla birlikte Epiküros'un atomların hareketine ilişkin açıklaması atomcu görüşün kurucusu olan Demokritos'un açıklamasından farklılık gösterir Bunun da nedeni Hellenistik felsefede pratik felsefenin dini kaygıların ve ahlakın ön plana çikmasidir Epiküros insanda irade ve seçme özgürlügüne açık kapı bırakmak için Demokritos'un mutlak anlamda determinist bir evren görüşünden belli ölçüler içinde uzak durmuştur

    Demokritos'un görüşünde atomlar boşlukta yukarıdan aşağıya doğru farklı hızla hareket eder Atomların hızlarındaki farklılık ise onların farklı ağırlıklara sahip olmalarından kaynaklanır Atomlar boşlukta farklı hızlarla hareket ettiklerinden birbirleriyle çarpisir Bu çarpismalar ise tıpkı bilardo toplarının birbirleriyle çarpismalarina benzer Bu çarpismalar sonucunda atomlar birbirlerinin yönlerini değiştirirler Her çarpisma evrende yeni bir düzenlemeye ve yeni bileşik cisimlerin doğuşuna yol açar Evrende duyularımız aracılığıyla tecrübe ettiğimiz tüm değişme ve oluşumlar atomların söz konusu çarpismalarinin ve bu çarpismalara gösterilen zincirleme tepkilerin sonucunda ortaya çikar Demokritos'un evren görüşü mutlak anlamda determinist bir evren görüşüdür Başka bir deyişle onun görüşüne göre evrenin belli bir andaki hali evrenin bundan bir önceki halinin zorunlu sonucu olarak ortaya çikar Buna göre atomların belli bir andaki konumları hızları ve onların hangi yönde hareket ettiği bilinirse gelecekte nelerin olacağı tam bir kesinlik ve dakiklikle bilinebilir Epiküros ise bu görüşe karşi atomların yalnızca aşağıya doğru hareket ettiğini değil fakat aynı zamanda normal yollarından küçük bir sapma göstererek hareket ettiğini söyler Böyle bir sapma ortaya çiktiğı zaman ise tüm atomların yönleri değişir ve dolayısıyla her şey belirlenmiş olamaz Bununla birlikte sapmanın bir nedeni yoktur bundan dolayı gelecekteki olayların seyri önceden bilinemez

    Şu halde Epiküros'un evren görünüşünde rastlantıya da yer vardır O evrenin mutlak anlamda belirlenmiş bir evren olmadığını öne sürmekle birlikte evrendeki herşeyin maddi bir yapıda olduğu konusunda Demokritos'la uyuşur Buna göre ruh ve Tanrı da dahil olmak üzere evrendeki herşey maddi bir yapıdadır Cisimler gibi ruhlar ya da zihinler de maddi nesnelerden başka hiçbir şey değildir Zihin cisimden ruh atomu adı verilen özel bir türden atomlardan meydana gelmiş olması bakımından farklılık gösterir Ruh atomları maddi cisimleri oluşturan sıradan atomlardan daha ince ve küresel olmak bakımından farklı olan atomlardır Epiküros'un görüşünde düşünce türünden zihinsel olaylar da ruh atomlarının çarpışmalarıyla açıklanır

    Atomların bir çarpismasi duyu organını harekete geçirdiği zaman bu durum ruh atomlarını hareket ettirir ve düşünce bu durumun sonucunda ortaya çikar Epiküros'a göre canlı bir varlık ile cansız bir cisim arasındaki tek farklılık cansız varlıklarda ruh atomlarının bulunmadığı yerde canlı varlıkların ruh atomlarına sahip olmasıdır Canlı bir varlık bir insan öldügü zaman ruh atomları atomların söz konusu canlıyı meydana getiren düzeninden ayrılıp gider ve geride yalnızca cisimsel atomlar kalır MÖ 341-270 yıllarında yaşadığı sanılan Epikuros’un MÖ 310’da Mytilene’de kurduğu ve MÖ 306 yılında Atina’ya taşıdığı okul kitaplıkları ve sınıfları ile gerçek bir okul değil bir kardeşler topluluğudur Belli bir felsefeyi benimseyenlerin toplandığı bir manastır görünümündedir Atina’daki bahçe 26 kg gümüş verilip kardeşlerce satın alınarak toplantılar yapılmaya başlanınca buraya “bahçe okulu” dendi Epikuros Stoacılığın kurucusu Zenon’dan beş altı yaş büyüktür Zenon bir asyalıdır Bahçenin hocası ile belli başlı arkadaşları gibi Atina’nın köklü ailesindendir

    Epikuros’un öğretisi MÖ 3 Yüzyılda Metrodoros Hermarkhos Polystrates tarafından sürdürülür MÖ 2 Yüzyılda Apollodoros ve Philodemos Epikuros’un öğretisi yayarlar Latin ozanı Lucretius’un dizelerinde ve özellikle şeylerin doğası’ında Epikurosçuluğun bilimsel öğretilerine yeniden rastlanır Epikuros’un çeşitli kesin bilgi biçimleri açıklanır Bu tür bilgilerin en alt basamağında duyumlar vardır (acılık tatlılık vb) en yüksekte ise sezgi bulunur Epikuros evrenin yapısını açıklarken Demokritos’un atom kuramını yeniden gündeme getirir:

    Evrendeki herşeyi yapan atomlar sonsuz bir devinim içindedirler Bazen önceden kestirilmesi olanaksız donanımlar yaparlar Bunlara “atomların sapması” denir Böylece Epikuros doğa yasalarının saltık olmadığını evrende zaman zaman taşmalar bulunduğunu da vurgular

    Ahlakın amacı acıları ve sıkıntıları ortadan kaldırmak ruhu dinginliğe ulaştırmaktır Bilge isteklerini yaparak onları doyurarak dinginliğe ulaşır Epikuros ahlakı amaçta Stoa ahlakına benzer Ayrılık amaçlardadır Epikurosçulukta zevkler derece derecedir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  6. #86
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    Martin Heidegger


    (1889-1976) Felsefe tarihinin yatağını değiştirme amacı güden düşünceleriyle XX yüzyıl Eelsefesine damgasını vurmuş kimi felsefe çevrelerinde "varoluşçuluk"un kurucularından sayılan Alman fılozof Başyapıtı sayılan Varlık i!e Zaman (Sein und Zeit) henüz 192Tde yayımlanmış olmasına karşın Heidegger bütün yaşamı boyunca daha pek çok önemli yapıt vermiştir Bu yazı üretkenliğinin altında hiç kuşkusuz Heidegger'in çeşitli üniversitelerde yaptığı konuşmaların verdiği derslerin başli başına bir kitap değeri taşıyor olmasının çok önemli bir payı vardır 1933 ile 1934 yıllarında Hitler rejimine verdiği destek nedeniyle pek çok eleştiriye maruz kalan Heidegger sonradan verdiği desteği temellendirmeye çalışmış; dönemin atmosferinin gerçek sorumlu olduğunu belirtmekle birlikte özellikle Hitler'in ülkülerini desteklemek amacıyla yaptığı rektörlük konuşmasının ("Alman Üniversitesi' nin Kendini Doğrulamasi “yanlişliğını üstü örtük bir biçimde de olsa kabullenmiştir Bir bütün olarak Heidegger 'in düşünceleri görüngübilimden yorumbilgisine yapısökümden yazın kuramına insanbilimden tanrıbilime çok geniş bir alanda çok geniş yankılar uyandırmıştır ve uyandırmayı da sürdürmektedir Heidegger 'in çoğu yerde izlemesi son derece güç diliyle (kendine özgü Almancası ile Yunancasından kendine özgü bir sözcükbilgisi türetmiş; her biri "çetrefıl" yüzlerce yeni kavram üretmiştir) ortaya koyduğu felsefeyi özetlemek bu düşüncelerin doğasıyla çelişkili bir durum oluşturmaktadır Yine de düşüncelerine şöyle bir bakıldığında Heidegger 'in en genel anlamda "varlık" denilen şeyin ne olduğunu açıklıkla ortaya koymak istediği açıktır Nitekim başyapıtı Varlık ile Zaman da bütünüyle varlığın anlaşılmasına yönelik olarak yazılmış bir kitaptır Söz konusu yapıtında ortaya konan felsefeye Heidegger genelde varlığın anlamını açıklığa kavuşturma amacı doğrultusunda insan varlığını (Dasein) dizgeli bir biçimde bütün yönleriyle olduğu gibi kavramayı amaçlayan "temel varlıkbilgisi" adını vermektedir Ne var ki başta tasarlandığının tersine kitabın yalnızca yansını oluşturan bölümleri yazılmıştır Heidegger'in uğradığı dönüşüm ya da geçirdiği dönemeç (Kehre) nedeniyle kitabın geri kalan yarısı için öngörülen izlence büyük ölçüde başkalaşıma uğrayarak ilerleyen yıllarla birlikte dizgeli olmayan bir biçimde ele alınmıştır Heidegger varlık (varolan herhangi bir şey) ile varlığın Varlığı arasında çok önemli bir ayrım yaparak işe koyulur "Varlıkbilgisel ayrım" diye adlandırdığı bu ayrımın bir tarafında yer alan "varlığın Varlığı" ile Heidegger insanın deneyimlerinde varlığın bulunuşuna anlam kazandıranı anlamaktadır Heidegger 'in hep büyük harfle yazma gereği duyduğu Varlık bir varlığı varlık yapan onun nasıl öyle olduğunu tanımlayan hep olduğu gibi olmasını sağlayandır Bu bağlamda insanın varlık olmaktalığını öteki varlıklardan ayıran varlık olmaktalığına değgin varoluşsal farkındalığıdır Heidegger Batı felsefesinin genelde varlığın anlamını ve özelde de insan tekinin varlığının doğasını baştan beri yanlış kavramış olduğu inancındadır Kendi bakış açısına göre bu iki şey iç içe geçmiş derecede birbiriyle bağlantılıdır İnsan olmak buna göre olmakta olanın varlığını ortaya sererek anlamaktır Dolayısıyla insan varlığının doğru ya da yanliş anlaşılması son çözümlemede başka her şeyin varliğının doğru ya da yanliş anlaşılması anlamına gelmektedir Heidegger 'in "Dasein" diye adlandırdığı "insan varliğı" bu bağlamda geleneksel Eelsefenin söz- dağarağına yer etmiş kimi teknik terimlerle anlamlamayacak bir şeye karsılık gelmektedir "Dasein" geleneksel felsefelerde temellendirilmeye çalışıldığı gibi ne bilinçtir ne öznelliktir ne de ussallik "Dasein" kendine özgü bir varlik türü oluşuyla (her insan tekinin olduğu üzere) hem kendisini hem de öteki bütün varlikların varliğını açığa vurmaktadır Heidegger bu özel varlığın varlığını "varoluş" olarak nitelendirerek "Dasein" diye adlandırdığı bu insan varlığının en belirgin niteliği olarak "zamansal" oluşunu öne çıkarmaktadır Burada zamansal oluştan anlaşılması gereken saatte içerimlenen "kronolojik" zamansallik olmayıp doğrudan varoluşun kendine özgü yaşamasının zamansallığıdır Son çözümlemede varoluş ile aynı anlama gelen insan varlığı öteki varlıklar arasında bir varlık olarak bu dünyada durağan bir biçimde ya da tamamlanarak son halini almış biçimde varolan bir şey değildir Tersine insan olmak demek Heidegger'e göre olanaklar içinde geleceğe yansıtılmış bir biçimde kişinin oluşmasıyla kişinin oluş içinde olmasıyla eşdeğerdir Bundan daha da önemlisi Heidegger bu oluş sürecinin seçime konu olmayıp doğrudan zorunlu olduğunu söylemektedir Dasein'ın kendi olanaklarında içerimlenen ufku önünde her zaman için geleceğe yönelmiş olduğunu söyleyen Heidegger Dasein'ın zamansallığının bir başka yere değil doğrudan doğruya kendi ölümüne doğru yönelmiş olduğunu belirtmektedir Bir başka deyişle insan varlığının varoluş sürecindeki enson olanağı yaşamındaki bütün olanakların hepsini birden sona erdiren olanak "ölüm"dür İnsan varlikları özünde sonludur ve zorunlu olarak ölümlüdür; dolayısıyla da kişinin oluş sürecindeki farkındalığı ölüm beklentisi içinde olmasından öte bir şey değildir Nitekim Heidegger bu ölümlü oluşu "ölüme doğru olmakta olan varlik" diye adlandırmışar Bu anlamda oluş içinde olunduğunu bilmek daha açıkçası ölümlü olunduğunu bilerek geleneksel felsefenin diliyle söylenecek olursa kişinin kendini bilmesine karılık gelmektedir Ne var ki Heidegger 'e göre insanın varlığının sonlu oluşuna kendi ölümüne doğgin varoluşuna değgin farkındaliğı çoğunluk gündelik yaşam içinde karşılaşacağı şeyler içinde yitirilmekte; dolayısıyla da böylesine önemli bir varoluş gerçeğinin unutulması gibi son derece kabul edilemez bir durum doğmaktadır Heidegger' in "bırakılmışlik" (Verlassenheit) ya da "fırlatılmışlik" (Geworfenheit) adını verdiği bu durum gerçek anlamda şeylerle karşılaşmayı olanakli kılan oluşun da bütünüyle unutulmasına yol açmaktadır Heidegger böyle bir firlatılmışlik içinde insan varlığının unuttuğu sonluluğunu ona yeniden anımsatacak olanın kendisini ancak birtakım temel yaşantı biçimlerin- de açığa vurduğunu savunmaktadır Bu en temel yaşantı biçimlerinin başında "içdaralması" "kaygı" "kuşku" ve "merak" gelmektedir Söz konusu yaşantıların hepsinin de insanın buradalığının burada olmama zemini üstüne kurulduğunu göstermesi bakımından uyuyan "Dasein" üzerinde "ayıltıcı" bir etkisi vardır Heidegger bu ayıltıcı etkiyi betimlemek amacıyla çoğunluk şiirsel bir dil söylemi içinde yarattığı özel eğretilemelere başvurma gereği duymuştur Sözgelimi kaygıyı "vicdanın çağrısı" eğretilemesiyle anlamlandırma yoluna gitmiştir Ancak burada "vicdan" ile denmek istenen geleneksel felsefede anlaşıldığı biçimiyle ahlâksal bir yeti olmaktan çok uyuklayan varlığın uyanmakta oluşunu yani sonluluğunu anımsamaya başlayışıdır Söz konusu vicdan çağrısı insan varlığının suçluluğunu anlayıp kabullenmesine yönelik bir çağrıdır aynı zamanda Bu çağrıyı yanıtlamak Heidegger'e göre kişinin sonluluğunu seçmekle seçmemek arasında yaşanan bir çatışkı olarak yaşanır Yani kişi çağrıyı olurlayarak sonlu olduğunu seçebileceği gibi kendisine gönderilen bu çağrıyı olumsuzlayarak ya da göz ardı ederek sonlu olduğu gerçeğini çağrıyla bir dahaki yüzleşmesine değin erteleyebilir de Burada seçilen ya da ertelenen Heidegger'e göre uyumayı sürdürmek ile ayılmayı istemek arasında verilecek bir varoluş kararıdır Böyle bir durum karşısında insan varlığının ağrıyı yanıtlaması kendi özünü gerçekleştirmesi böylelikle de "sahicilik" (Eigentlichkeit) yaşanasına geçmesi anlamına gelirken çağrının duymazdan gelinerek yanıtsız bırakılması sahici olmayan bir yaşana durumunda kalınarak sahici olmayan bir kendini anlamayla varolmak demektir Heidegger Varlık ile Zaman 'da şeylerin insan varlığına neden anlamlı bir biçimde sunuldukları yanında şeylerin insan varliğına sunulma biçimlerini de ayrıntılı bir biçimde incelemektedir Buna göre insanın kendine yeter görüldüğü kuramsal "ben" tasarımına dayalı insan varlığı kuramlarının tersine Heidegger insan varlığını hiçbir içkinlik varsayımında bulunmaksızın hep toplumsal etkileşim ile pratik ilgilerce belirlenen "dışarısı" olarak kavramaktadır Heidegger bu varoluş gerçeğinin en temel kanıtı olarak insanın her zaman için verili bir dizi ilişki ve ilgi içinde varolmasını göstermektedir Bütün bu ilgi ve ilişkiler alanını "dünyâ' diye adlandırmasına karşın burada Heidegger'in dünyadan anladığı kesinlikle belli varlıkların uzam ile zaman içinde varolduğu güneş sisteminde yer alan "yeryüzü" gezegeni değildir Dünya daha çok bütün insan olanaklarının düzene konduğu dinamik bir ilişkiler evrenine karşılık gelir Dünya'da insan varlığının ilişkide bulunduğu şeylere anlam ve önem kazandırılması söz konusudur Tıpkı sanatçının dünyası ressamın dünyası ya da filozofun dünyası gibi deyişlerle parmak basıldığı üzere dünya anlam ve önem kazandırma yoluyla her anlamda yaratılan bir şeydir Heidegger için insan çoğunluk birbiriyle örtüşen bu türden pek çok dünya içerisinde aynı anda yaşamaktadır Ama bu dünyaların özünü oluşturan Heidegger'in kendi deyişiyle "bütün bu dünyaların dünyaliklarını" belirleyen insan ilgileri bağlamında şeyler üzerine kunılan olanakli anlamlandırmalardır Heidegger bu düşüncelerini Sanat Yapıtının Kökeni nde (Der Ursprung des Kunstwerkes 1960) Van Gogh 'un "Köylü Ayakkabıları" adli portresine ilişkin yaptığı açımlamalarla ayrıntılı bir biçimde dile getirmiştir Buna göre köylü ayakkabılarında o ayakkabıları giyen köylünün bütün bir dünyası açıklıkla gözler önüne serilmektedir Heidegger'e göre burada kendisini gösteren dünya doğrudan Varlığın kendisini göstermesi olarak anlaşılmalıdır Buna karşı Heidegger in- san varliklarına en yakın olan dünyayı "gündelik yaşam dünyası" diye adlandırmaktadır Bu dünyanın en belirgin özetliği insanın yaşamsal gereklerini yerine getirmek amacıyla oluşturulmuş bir dünya olmasıdır Sözgelimi barınmak için bir ev yapma amacı böyle bir yaşamsal gereğin sonucudur Bu anlamda gündelik yaşam dünyasının anlamlandırımı birtakım araç-gereçlerin belli amaçlar doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı olarak kullanılmasıyla kendisini gösteren yararlardan doğmaktadır Heidegger 'in düşüncelerinin önemli bir başka boyutunu da varlık ile dil arasında kurduğu özsel bağlantının temellendirilmesi oluşturmaktadır Geleneksel felsefede hep yapılageldiği üzere dil ile varlik arasında öncelik sonralik ilişkisi doğrultusunda anlaşılması gereken bir ayrılık olmadığını savunan Heidegger en iyi anlamını "Dil varliğın evidir" tümcesinde bulan ve dile hak ettiği saygınliğı yeniden vermeyi amaçlayan bir felsefe anlayışı geliştirmiştir Varlığın ancak dilde kavranabileceğini ancak dilde dile getirilebileceğini ileri süren bu görüş daha sonra Heidegger in en önemli öğrencisi sayılan Gadamer tarafından "Anlaşılabilecek tek varlık vardır o da dil" biçiminde yeniden dillendirilmiştir Nitekim Heidegger dil ile anlama görüngüleri üzerine dile getirdiği düşünceleriyle yakın dönem çağdaş felsefenin gözde akımı yorumbilgisinin son biçimini almasına büyük katkılarda bulunmuştur Heidegger bu bağlamda hemen bütün düşüncelerini pratik deneyimler dünyasının varlıkların varlığının kavranmasına beşik oluşturduğu savı üstünden dile getirmektedir Anlamanın her zaman için birtakım ilişkilere değgin bir farkındalık gerektirdiğini savunan Heidegger insan varlıklarının daha en başta şeylerin varlığına yönelik kuram öncesi ya da varlik- bilgisi öncesi bir anlamaları olduğunu belirtmektedir Yorumbilgici anlama buna göre bütün yönleriyle dünyada olmaktalığı insanın olanaklar içerisine bırakılmışlığını ve bu bırakılmışlık içindeki yapıp etmelerini anlama çabasıdır Bu anlamda "özne-yüklem" çatısı ile kurulan gidimli usyürütmenin tersine varlıkların varliğını yani varlığın kendini açığa vurma biçimlerini anlamanın en temel yoludur Bu noktada Heidegger Eski Yunanca'daki aletheia sözcüğünün sunduğu çokanlamlılık olanaklarından hareketle "doğruluk"ya da "hakikat"in örtüsü kaldırılarak görülebilen bir şey olduğunu ileri sürer Doğruluk insan anlaması önünde çelişik bir durum sergilemektedir Doğruluğun bir yandan kendini açığa vururken öbür yandan kendini gizliyor oluşu açıkça gidimli usyürütme yoluyla kavranamazlığının kanıtıdır Özellikle son dönemlerinde Heidegger felsefenin geleceği yolunda şiirsel düşünmenin gücünü öne çıkarmış başta Georg Trakl ile Hölderlin 'in şiirleri olmak üzere şiir dilinin çok büyük olanaklar sunduğu düşüncesiyle çeşitli şairlerin şiirlerine getirdiği yorumlarla düşünme yolunu seçmiştir Bunun en belirgin örneğini Dil Yolunda (Unterwegs zur Sprache 1959) başlıklı kitabında görmek olanaklıdır Heidegger neredeyse kitabın bütününde Trakl'ın "Tin gariptir şu yeıyüzünde" dizesine dayanarak insan varlığının dünyada olmaktalığını ne anlama geldiğini açık kılmaya çalışmaktadır Heidegger’in kendine özgü düşünceleri kendinden sonra gelen düşünürler üzerinde çok önemli etkilerde bulunmuş olmakla birlikte "gizemciliği" özellikle Soktates öncesi fılozoflar bağlamında kendisini gösteren "geçmiş özlemciliği" en önemlisi de siyasal bakımdan tutucu içerimleri bulunan varlık anlayışı büyük eleştiriler almıştır Üretkenlik konusunda sınır tanımayan Heidegger'in başyapıtı Varlık ile Zaman dışında öteki önemli yapıtları şunlardır: Rickert ile Husserl 'in öğrencisi olduğu yılların hemen ardından doktora tezi olarak sunduğu ve Husserl 'in görüngübiliminden açık izler taşıyan ilk yapıtı Die Lehıe wom Urteil im Prychologirmus Ein krisisch-poritiver Beitrag zur Logik (Ruhbilimde Yargı Öğretisi: Mantığa Eleştirel- Olumlu Bir Katkı 1914) Kant und das Pmblem derMetaphysik (Kant ve Metafizik Sorunu 1929) ; Wast ist Metaphysikl (Metafızik Nedir? 1929) Wom Wesen des Grundes (Temellendirmenin Neliği Üzerine 1929) Hölderin und dıu Weren der Dichtung (Hölderlin ve Şiirin Neliği 1936) Platons Lehre von der Wabreit (Platon'un Doğruluk Öğretisi 1942) Brief über den Humanismus (İnsancılik Üzerine Mektup 1947) Holzwege (Ormanyolu 1950) Die Technik und die Kehız (Teknik ve Dönüş 1950) Einführırng in die Metaphysik (Metafiziğe Giriş 1953); Wast Beisst Denken (Düşünmek Ne Demektir? 1954) Was ist das die Philasophie (Nedir bu Felsefe? 1956) Der Satz wom GrıındTemellendirme Ilkesi 1957) Identitüt and Differenz(Özdeşlik ve Ayrım t 957) Nietzsche Kants These über dar Sein (Kant'ın Varlik Üstüne Savı 1962)
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  7. #87
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    SİMONE DE BEAUVOİR


    1908-1986 arasında yaşamış başta Le Dewuxieme Sexe [İkinci Cins] adlı kitabı olmak üzere denemeleri kısa öyküleri otobiyografik yazıları ve romanları yüzyılımızda feminist düşüncenin gelişiminde önemli bir başlangıç noktası oluşturmuş olan çağdaş Fransız kadın düşünür

    Hemen hemen bütün yaşamı boyunca birlikte olduğu Sartre’ın etkisi dolayısıyla düşünceleri varoluşçu bir çerçeve içinde ve belli bir özgürlük kavramı üzerinde oldukça bireyselci bir temele dayanan Beauvoir’a göre özgürlük asla ve asla insana Tanrı tarafından verilmiş bir şey değildir Tam tersine özgürlük insanın uğruna hergün yeniden savaşmak zorunda olduğu bir imkan onun kendisini sürekli olarak yeniden yaratması için bir fırsattır Özgürlüğü başlangıçta olabildiğince bireyselci bir açıdan yorumlayan ve bu bağlamda ötekilerini insanın kendi planına göre eylemesinden başka hiçbir şey olmayan özgürlüğün önündeki bir engel olarak gören Beauvoir savaş deneyimlerinin ardından ötekinin özgürlüğünü insan için bir tehdit olarak değil fakat kişinin kendi özgürlüğünü gerçekleştirmesinin zorunlu bir koşulu olarak değerlendirmeye başlamıştır Buradan hiç kuşku yok ki her insanın başka insanların özgürlüğü için kaygılanmak gibi ahlâkî bir ödevi olduğu sonucundan başka kadının topxlumsal durumu ve onun erkek cinsiyle olan ilişkileri bağlamında önemli sonuçlar çıkar

    Özgürlüğün temel koşulu eylem kişinin kendi plânlarına göre eylemesi gelecek için amaçlar saptayarak bunu şimdide dışlaştırması ise eğer Beauvoir’a göre bu geleneksel kadın rol ü içinde gerçekleşmemektedir Bundan dolayı onun gözünde kadın özerk değil görelidir Başka bir deyişle kadınların kendilerini erkek olmadan düşünemediklerini ve düşünülmediklerini öne süren Beauvoir’a göre erkeğin özne ve mutlak olduğu yerde kadın yalnızca erkeğin eksik ötekisidir Öteki de kendi bağımsız özüne sahip bir şey olarak görülemez

    O eskiden beri varolan bu durumu kadının biyolojik analık göreviyle geride tutulmasına erkeğin dışarıya gitmesine ve kendisini ‘homo faber’ olarak gerçekleştirmesine izin verilirken onun içsel olanın bekçisi yapılmasına bağlar Beauvoir erkeğin egemenliğinin sıklıkla iddia edildiği üzere onun bedensel gücünün bir sonucu olmaktan ziyade eylemde bulunan özne olmasının bir sonucu olduğunu düşünür Fakat erkek sadece ve sadece eylem yapmayan nesne sayesinde ve kadına göre başka bir deyişle dışlaşma ve içselleşme ilişkisinden dolayı ve kendisinin ötekisine göre böyle olabilir Beauvoir’a göre kadınların verilmiş olan bu durumu kabul etmemeleri gerekir Zira ona göre kadına toplumsal örf adet ve kurumlar tarafından yüklenen bu ikindi rol biyolojik ekonomik ve psikolojik yazgının yüklediği bir rol değildir Yani Beauvoir dünyaya kadın gelinmediğini ama kadın olunduğunu söylemektedir
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  8. #88
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    Comte Auguste

    1798-1857 yılları arasında yaşamış olan pozitivizmin kurucusu Fransız filozofu Temel eserleri: Course de Philosophie Positive (Pozitif Felsefe Dersleri) Systeme de politique positive (Pozitif Politik sistem)

    Kartezyen veya Aydınlanma geleneğinin en önemli temsilcilerinden olan Comte'un temel amacı toplumun reformdan geçirilmesi toplumun yeni baştan düzenlenmesi olmuştur Bu amaç ona göre toplumu yöneten yasaların bilgisini toplumu konu edinen bir bilimi gerektirir Bu bilim için ise yeni bir bakış açısına yeni bir felsefe anlayışına gerek duyulur Bu nedenle Comte arzuladığı toplumsal reform ve düzenlemeyi bilimsel temelleri olan bir felsefe pozitif felsefe ya da pozitivizm üzerine inşa edilmiş olan bir toplum bilimi geliştirerek gerçekleştirebileceğini düşünmüştür O pozitivizmi yalnızca yeni bir felsefe anlayışı bir düşünce tarzı olarak değil fakat toplum problemi için temelli bir çözüm olarak öne sürmüştür

    Comte'a göre inançların herkesçe ortak olarak benimsenmediği düşüncelerdeki anarşinin toplumda anarşiye yol açtığı bir çağda kurtuluşu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir O tarihin akışını tersine çevirmenin ve toplumsal birlik ve düzeni Fransız Devriminden önceki dini ve manevi değerlerle sağlamanın imkansız olduğunu savunmuştur Eşitlik insan hakları ve halkın egemenliği gibi kavramların ise metafizikle ilgili içi boş soyutlamalar ve dogmalar olduğunu söyleyerek demokrasinin yöntemlerini savunanlara da karşı çıkan ve pozitivizmi bu çerçeve içinde genel bir zihin hali bir araştırma ruhu olarak tanımlayan pozitivist Auguste Comte'un söz konusu felsefe anlayışı insan için olumlu ve yapıcı olanın yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek olduğunu öne sürer Onun pozitivizminin en önemli özelliği doğanın yüce ve mutlak bir amacı olduğu fikrini reddetmesinden meydana gelir Comte'un pozitivizmi ikinci olarak varlıkların özünü ya da varlıkların gizli içsel nedenlerini bulma çabasından vazgeçer Bu felsefe yalnızca olguları araştırmak varlıklar arasındaki sabit ilişkileri gözlemlemek gerektiğini öne sürer

    Comte'a göre bilimin tek amacı olgular arasında varolan sabit ilişkileri belirlemek doğa yasalarını bulmaktır Bu amaç yalnızca gözlem ve deney yoluyla gerçekleştirilebilir Başka bir deyişle bilim deneysel yöntemi kullanır ve bu şekilde yani deneysel yöntemle kazanılan bilgi pozitif bilgidir Comte insanların zihniyetlerinin değiştirilmesinde toplumun yeni baştan düzenlenmesinde söz konusu pozitif bilginin kullanılması gerektiğini belirtir Pozitif bilgi tarihsel bir evrimin sonucu olan bir bilgidir ve insan zihninin tarihsel olarak ulaştığı en yüksek düzeyi gösterir

    Sosyolojinin bir anlamda kurucusu olarak görülen Comte toplumsal yapının bir ilerleme ortamında varlıklarını sürdüren nitelikleri ve organları ile kendi başına var olduğunu söyler Toplumun statik yönüyle dinamik yönünü birbirinden ayıran Comte'a göre toplumun statik yönü mülkiyet dil din gibi toplumun belirli durağan yönlerinden oluşur Toplumun statik yönü insanın doğal yapısına bağlıdır O toplumun dinamik yönünü toplumun ilerleme gücü olarak tanımlamıştır

    İlerleme ise düşüncedeki ilerlemedir statik yapıdan en yüksek ölçüde nasıl yararlanmamız gerektiği konusundaki kavrayışımızı geliştirmekle ilgili bir husustur Yoksa ilerleme toplumun statik yönünü oluşturan öğelerin değişimiyle ilgili bir konu değildir Örneğin aile kurumu insanlar metafizik evreden pozitif evreye geçerken değişikliğe uğramaz Fakat pozitivizmin dinamik etkisi kadınlara yeni bir statü kazandırmaktan oluşur Aynı şekilde yeni düzende mülkiyetten tek bir insanın çıkarını değil fakat başkalarının çıkarını da hesaba katacak bir biçimde yararlanılacaktır

    Öte yandan bütün sistemin anahtarı dindir; bununla birlikte Comte'un yeni dini insanlığa inanmaktan oluşacaktır Buradan da anlaşılacağı üzere o bir tür insanlık dini kurtarmaya çalışmıştır Onun bu yeni dini ayin ve törenlerine kadar Hıristiyanlığın bütün inançlarına bağlıdır fakat o Tanrı'nın yerine insanlığı ermişlerin yerine bilginleri geçirir Bu insanlık dini devletin yönetim şekline de yansıyacaktır Artık Comte'a göre tek insan diye bir şey olmayacaktır Tek insan kendi kişisel çıkarını değil de toplumun çıkarını düşünecek onu kendi çıkarına üstün tutacak şekilde yetiştirilecektir Bu toplumda benciliğin yerini özgecilik alacaktır
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

  9. #89
    Moderator EyLüL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.01.2011
    Mesajlar
    4.527
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    236

    Standart

    DENIS DIDEROT

    (1713-84)


    Meziyetleri bol bir dahi olan Diderot uluslararası bir etki yaratmış olan Fransız Ansiklopedisi'nin önde gelen yayıncılarındandı



    Kendisinden evvel Descartes ve Voltaire'de olduğu gibi onlara karşı cephe almadan önce Cizvitlerden çok iyi bir eğitim gördü Bir meslek edinmeyi reddederek ödeneğinin kesilmesine rağmen çok uzun süre parlak bir öğrenci olarak eğitimine devam etti Matematikten ve bilimlerden eski ve modern dillere kadar her alanda temel bilgileri adım adım kazandı Bütün bu dönem yıllar yılı yoksulluk ve belirsizlik içinde geçti Önemli düşünce kitaplarını İngilizceden Fransızcaya çevirerek tanınmaya - ve para kazanmaya - başladı İlk özgün kitabı olan Felsefe Konuşmaları 1746'da çıktı ve aynı yıl Ansiklopedi'yi çıkaranlara katıldı



    Söz konusu ansiklopedi başlangıçta Chambers'ın 1728 tarihli Cyclopedia'sının İngilizceden Fransızcaya çevrilmesiyle ilgili tamamen ticari mütevazı bir işti Fakat proje büyüdü ve başlangıçtaki niyetlerle hiçbir bağı kalmadı Diderot ansiklopedinin yayıncısı oldu Bu onun ana işi ve 1722'e kadar gelir kaynağıydı Yıllar geçtikçe Diderot'un yönetiminde cilt cilt yayımlanan ansiklopedi sonunda 35 cildi buldu Bugüne dek herhangi bir dilde yapılmış en büyük yayın maceralarından biriydi bu Ansiklopediyi düşünsel ve tarihsel açıdan önemli kılan şey Voltaire'in İngiltere'den Fransa'ya ithal ettiği yeni bilgi yaklaşımını -Francis Bacon'ı ve İsaac Newton'ı bu yaklaşımın başlıca kurucuları olarak gören ve onu hepsinden önce John Locke'un temsilcisi olarak gördükleri felsefi bir yaklaşımla birleştiren bilimsel bir yaklaşımı -somutlamış olmasıydı Diderot bir yayıncı olarak amacının "yaygın düşünce tarzını değiştirmek" olduğunu belirtmişti ve çok büyük ölçüde de bunu başardı
    Fatih gibi aşık olacaksın ki
    İstanbul gibi maşuk düşsün bahtına...

9. Sayfa - Toplam 9 Sayfa var BirinciBirinci ... 7 8 9

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

  • Şikayet, Telif hakları ve Yasal bildirimler için tıklayın.
  • .

    İletişim: [email protected]