Hristiyan dini henüz yaygınlaşmaya yeni yeni başladığı dönemlerde felsefe ile uzlaşma gereği duyulduO dönemlerde yunan felsefesi hakim durumda olduğu için din görüşlerini yayanların bu felsefeyle bağlantı kurmaları normaldi Aksi halde inançlarını ifade edecekleri düşünceler kolayca yenik düşebilirdi Bir bakıma güç dengeleri eşitsiz olan rakiplerin mücadelesi gibi olurdu Hristiyanlığın yaygınlaştığı ilk yüzyıllardabu dinin savunucuları arasında düşünürlerin sayısının fazla olması da dikkati çeker Özellikle İskenderiye Klisesi’ne mensup din uluları bir taraftan tanrının özü konusunda çeşitli görüşler ileri sürüyordiğer taraftan felsefe sorularına cevap arıyorlardı Dokuzuncu yüzyılda hristiyanlık ile yeni-platonculuk uzlaşmıştı Ancak gerçek skolastik felsefe 11yüzyılda oluştu

Genel olarak ele alacak olursak skolastik felsefenin amacının ne olduğunu görmemiz gerekir Bu amaç onun aynı zamanda temel problemidir Her problem gibi onun da çözümü istenmiştir Gaye dine ait ilkelerin akıl ile uyumlu olmasıdır Dine ait ilkeler derkenbundan ‘dogma’ları daha eski bir dille ‘nas’ ları anlamalıyız Şöyle bir tanım da yapmak mümkündür:İnanç yani iman ile bilgiyi uzlaştırmak Böyle bir tanımlama o dönemlerin düşünsel uygulamalarına açıklık getirmektedir Zaten skolastik filkir alanında konulmuş belli temellere ve ilkelere uygun olarak düşünmektirBu haliyle de özgür değildir araştırıcı niteliği yoktur hele eleştiriye tamamen kapalıdır

Skolastiğin temel amacı olarak imanla aklı ve dinle felsefeyi uzlaştırmak şeklinde belirlenince kilisenin ileri sürdüğü dogmalar hem felsefe hem de bilgi açısından yorumlandıBöylelikle bu düşünürlere göre bilimsel bir sistem oluşmuştuUnutmayalım ki o dönemlerde bilim ve felsefe iç içedirDin ise zaten tüm yaşamı içine alıyorduDüşüncelerin adeta kalıp şeklini aldığı bu durumda skolastik düşünürlerin hepsiüzerinde tartışılması söz konusu olmayan birtakım ilkelerden yola çıkıyorlardıO ilkeler ki doğru olup olmadıklarını araştırmak bile kimsenin aklına gelemezdiÜstelik araştırmak ve tartışmak şöyle dursunonlara iman edilmesi gerekiyordu

Skolastiğin tam oluşmuş şekliyle temsilcisi olan Anselmus’un felsefe tarihine geçen ünlü sözübu konunun özeti gibidir:’Anlayayım diye iman ediyorum’Diğer taraftan Tanrı’nın varlığını ve hristiyan dinine ait dogmaları savunmak için Platon ve Aristo felsefeleri iyice inceleniyorduTabii ki yorumlar din adamı-filozof kişilerin katı düşünce kalıplarına uygun hale getirilerek yapılıyorduGene de düşünürler arasında ufak tefek yorum farkları vardıÖrneğin Aquino’lu Thomas aklın kavrayış gücünü ön planda tutarkenDuns Scotus irade gücünü önemli görüyorduAma bu ufak tefek çatlaklar bir süre sonra çok büyüyecekti

Bizlerşimdi yani bugün için genel fikirlerden ve kavramlardan söz ederizÖrneğin çevremizde çeşitli ağaçlar görürüzBu ağaçları duyu organlarımız ve algılarımız ile yani onların aracılığı ile tanırızBir elma ağacını ve bir erik ağacını duyu organlarımız ve algılarımız aracılığı ile tanıdığımız gibi aralarındaki farkı da bilirizAma bütün bu bilgilerimizden genel bir fikirbilmiş olduğumuz bütün fikirleri kapsayan bir kavram ortaya koyarızBu kavrama ‘ağaç’ derizBu ağaç kavramıelmaerik gibi tek tek ağaçları değil onların özünüyaygın niteliğini veya ilkesini ifade eden genel bir fikirdirPlaton buna idea adını vermişti

Skolastik felsefenin yaygın olduğu çağlarda idealartümeller olarak ele alınıyorduTümeller varlıkların özleridirHer varlıkta bulunanhepsinin ortak noktasını oluşturan genel kavramlardırBütün varolan şeylerin içinde toplandığı sınıflardır veya türlerdirPlaton bu tümellerin varlıklardan önce ve onların dışında mevcut olduğunu düşünmüştüOnlar ayrı ve nesnel bir varlığaayrı bir gerçeğe sahiptilerOrtaçağdaki hristiyan felsefesinde Platon’un bu görüşlerini kabul eden kişilere ‘gerçekçiler’ bu görüşe ise ‘gerçekçilik’ yani realizm adı verilmiştirSözünü ettiğimiz bu gerçekçiliktümellerin gerçek olduğunu kabul etmek anlamına geliyorElbette bu kavramıo dönemlere ait şekliyle ele alıyoruzBugünkü anlamıyla ele alırsaktümeller maddesel değil düşünceyle ilgili yani manevi bir gerçek taşıdıkları için bu görüşe idealizm diyoruzZaten doğru tanım da budurMaddeden önce düşünceninveya kavramın geldiğini kabul etmek felsefi anlamıyla idealist bir düşüncedirTam tersi durumuyani maddenin ve varlığın düşünceden veya soyuttan önce geldiğini ileri sürenlere bugün gerçekçi denirOrtaçağ ile bugünün kavramlarını birbirine karıştırmamak şartı ilekısaca ortaçağda tümellerin varlıklardan önce geldiğini ileri sürenlere gerçekçi dendiğini tekrarlayalım

Aristotümellerin nesnelerden ayrı bir gerçeklikleri olmadığınıtam tersine nesnelerin içinde bulunduklarını ileri sürmüştüYani Platon’dan farklı düşünüyordu Aquino’lu Thomas başta olmak üzere bazı düşünürler Aristo’nun fikrini benimsedilerGene de bu görüşler tümellerin gerçek olduğunu ortadan kaldırmıyorduolsa olsa kavramı katı bir tanımdan daha yumuşak bir şekle taşıyorduAma kısa bir süre sonra ‘gerçekçilik’ görüşüne tam karşıt olarak bir başka görüş oluştuBuna göre tümeller nesnelerin dışında varolmadıkları gibi nesnelerin içinde de varolmazlarTümellerin hiçbir şekilde varlığı yokturOnlar sadece birer isimdirlerAncak bir ‘ad’ olarak yalnızca bizim düşüncelerimizde yer alırlarTümellerin nesnel olmadığınıbirer ad olduğunu ileri süren bu görüşe ‘isimcilik’ veya nominalizm denir

Anselmus tümellerin gerçek olduğunu ileri sürenlerin başında geliyorduBuna karşılık nominalistlerin en önemli temsilcileri Duns Scotus ve Occam’lı William’dırNominalistlerin varlıklara ait özlerinbaşka bir deyişle idealarınmevcudiyetlerinin dışında nesnel olarak varolmadıklarınısadece isimlerden ibaret olduklarını ileri sürmeleri ne anlama geliyordu?En başta hristiyanlık dininin resmi hale gelmiş olan skolastik felsefe ile çatışan bir düşünceydiZira hristiyanlığın dogma şeklinde ifade edilen skolastik ilkeleritanrı veya ruh gibi gerçeklerin birer isim olmadıklarınıbunların bağımsız ve nesnel bir varlığı olduğu temeline dayanıyorduOysa bu tümellerin sadece birer isim veya ad olduğunu söylemeküstelik sadece düşüncelerimizde(başka yerde değil) mevcut olduklarını ileri sürmek dinin dogmalarını reddetmek anlamına geliyordu

Elbette nominalistler dinsiz kişiler değillerdi ve hristiyanlığı yıkmak gibi bir amaçları yoktuTam tersine dini daha sağlam temellere oturtmak istiyorlardıKalıplaşmış düşünce formlarını kırıp serbest düşünce ile manevi kavramlara ulaşmanın daha uygun olduğunu kanıtlamışlardıDin alanında ulaştıkları bu zaferbilim alanındaki düşünürleri o devirde göreceli olarak oldukça rahat bir konuma getirmişti