İnsanların özellikle ürkütücü bulduğu fenomenlerden bir tanesi; insanın yaptığı -iyilik veya kötülük- her işi kaydeden hiçbir şeyin kendisinden gizlenemeyeceği hüküm gününde insanın karşısına bu kayıtla birlikte çıkacak olan tabiat-üstü bir kaydedicinin var olduğu mitidir. Bu mit realitede doğru değildir; ama psikolojik olarak doğrudur. Bu acımasız kaydedici insanın bilinçaltının bütünleştirme mekanizmasıdır; tutulan kayıt insanın hayat hissidir.

Bir hayat hissi metafiziğin kavramsallık-öncesindeki eşdeğeridir: insan ve mevcudiyet üzerinde duygusal bilinçaltı bir bütünleştirmeyle yapılmış bir değerlendirmedir. Bir insanın hayat hissi o insanın duygusal tepkilerinin tabiatını; o insanın karakterinin asli çizgilerinin tabiatını belirler.

Bir hayat hissinin oluşmasında anahtar kavram "önemli" kavramıdır. Bu kavram değerler alanına dahil bir kavramdır; çünkü "Kimin için önemli?" sorusunu zımnen içerir. Ancak önemli kavramının anlamı ahlaki değerlerin anlamından farklıdır. "Önemli" mutlaka "iyi" anlamına gelmez. "Önemli" çoğu sözlük anlamına göre: "Dikkat veya düşünce gerektiren bir nitelik karakter veya durumdur." Temel bir anlamda bir insanın dikkat veya düşüncesini gerektiren şey nedir?: Realite.

Bir hayat hissi tek başına güvenilir bir bilgisel rehber değildir. Eğer kötülüğün dereceleri olduğu kabul edilirse; mistisizmin -insana verdiği ıstıraplar açısından- en kötü sonuçlarından biri: aşkın bir zihin değil "kalp" meselesi olduğu; aşkın akıldan bağımsız bir duygu olduğu; aşkın felsefenin kudretine kapalı olduğu inancı oldu. Aşk bilinçaltı felsefi bir hulasanın felsefenin ifadesidir; belki insan mevcudiyetinin hiçbir veçhesi felsefenin bilinçli kudretine o kadar şiddetli bir ihtiyaç duymaz. Bu kudret duygusal bir değerlendirmenin doğruluğunu tahkik etmek ve bu değerlendirmeyi desteklemek için göreve çağrıldığında; aşk aklın ve duygunun zihnin ve değerlerin bilinçli bir bütünlüğü haline geldiğinde; o zaman -ve sadece o zaman- insan hayatının en büyük mükafatı haline gelir.

İrrasyonel bir insan için kendi bedhah hayat hissinin somutlaştırılmış modeli ileri hareket etmek için bir yakıt veya esin olarak değil hareketsiz kalmak için bir ruhsat olarak hizmet görür: değerlerin elde edilemeyeceğini; mücadelenin nafile olduğunu; korku suçluluk ıstırap ve başarısızlığın insanlığın yazılı kaderi olduğunu; o insan tarafından yapabilecek hiç bir şeyin olmadığını; ilan eder. Veya irrasyonelliğin daha aşağılık düzeylerinde; habis bir hayat hissinin somutlaştırılmış modeli o insana öyle bir imaj gösterir ki; kötülük muzaffer olmuştur; mevcudiyete karşı nefret duyulmaktadır; güzel başarılı iyi insanlardan intikam alınmıştır; insani değerler yenilmiş tahrip olmuştur; yani o tür sanat o irrasyonel insana kendisinin haklı olduğu kötülüğün metafiziken kudretli olduğu anlık yanılgısını yaşatır.

Rasyonel bir insanın bir aynada görmeyi beklediği şey bir selamdır; irrasyonel bir insanın o aynada görmeyi beklediği şey haklı görülmektir: kendine-saygı-ve-güven erdeminden yoksun olmakla ihanet ettiği benliği son çırpınışında hiç değilse içinde bulunduğu dalaletin düşkünlüğün haklı görülmesini istemektedir.Kendi mevcudiyet görüşünü somutlaştırmak isteyen insan; bunu ya kavramlar vasıtasıyla (lisan) ya da varlık-algılayan duyular vasıtasıyla (görme ve dokunma) yapmak zorundadır.

Bütünleştirme insanın bilgisel gelişmesinin her düzeyinde insan bilincinin temel fonksiyonudur. Önce; beyni duyu verilerini algılar halinde bütünleştirerek duyusal kaosa bir düzen getirir; bu bütünleştirme otomatikman yapılır: gayret gerektirir ama bilinçli irade gerektirmez. Sonraki basamak; konuşmayı öğrendikçe algıların kavramlar halinde bütünleştirilmesidir. Daha sonra; bilgisel gelişmesi kavramların gittikçe genişleyen kavramlar içinde bütünleştirilmesi haline yükselir; zihninin menzili büyür. Bu aşama tamamen iradidir ve aralıksız bir gayret gerektirir. Duyusal bütünleştirmeler yapan otomatik süreçler bebeklikten çocukluğa geçtiği dönemde tamamlanır.

Bir insanın psiko-epistemolojisinin fonksiyon etme yöntemi çocukluğunun başlarında gelişir ve otomatikleşir; bu yöntem büyüdüğü kültürün egemen felsefesince etkilenir. Eğer açıkca ve zımnen (genel duygusal tavırlar vasıtasıyla); bir çocuk bilgi peşinde koşmanın -yani kendi bilgilenme yeteneğinin bağımsız çalışmasının- önemli olduğunu ve kendi tabiatının bunu gerektirdiğini kavrarsa; bu çocuk büyük bir ihtimalle aktif ve bağımsız bir zihin geliştirecektir. Fakat kendisine pasiflik körü körüne itaat korkmak soru sormanın veya bilgilenmenin nafileliği öğretilirse; ister bir cangıl kabilesinde isterse en büyük metropolün en zengin ailesinin içinde büyüsün büyük bir ihtimalle zihnen fukara bir vahşi olarak yetişecektir. Fakat sahibi hayatta olduğu sürece bir insan zihninin tamamen tahribi mümkün olamayacağından; o insanın beyninin karşılanmamış ihtiyaçları adeta bir kimlik kazanacak; bu kimliğe sahip muğlak bir duygu zihnini işgal edecek; kafatasının içinde huzursuz tutarsız el yordamıyla dolaşan bir mecnunun varolduğu hissi onu sürekli korkutacaktır.

Herhangi bir çetenin mensupları -sloganları motifleri veya amaçları ne olursa olsun- sokaklarda gezinip insanların gözlerini oyacak olsalar; insanlar isyan ederler; haklı protestolarını dile getirecek kelimeler bulurlardı. Fakat böyle bir çetenin mensupları kültür içinde gezinip insanların zihinlerini yok etmeğe giriştiğinde insanlar sessiz kalmaktadır. İhtiyaç duydukları kelimeleri ancak felsefe onlara sağlayabilirdi; fakat modern felsefe o çetenin hamisi ve yaratıcısıdır.
İnsan zihni en iyi bilgisayardan daha komplekstir; ve dış etkilerin olumsuz etkilerine karşı ondan daha hassastır. İnsan zihninin en hassas olduğu yer onun en önemli fonksiyonu olan bütünleştirme yeteneğidir;işte "modern sanat" bu yeteneğe karşı yöneltilmiştir. Dağılma (dekompozisyon) insan bedeninin ölümüne yazılmış bir sonsözdür; parçalanma insan zihninin ölümüne yazılmış önsözdür. Parçalama -insanın kavramsal yeteneğinin parçalanması ve bir yetişkinin zihninin bir bebeğin zihni durumuna ricat ettirilmesi- "modern sanat"ın teması ve amacıdır.

Fakat "modern sanat" denen sefaletin manzarasında felsefi ve psikopatolojik açıdan öğretici bir öge vardır. Bu manzara -yokluktan doğan bir negatif vasıtasıyla- sanat ile felsefe arasındaki ilişkiyi akıl ile insanın varkalması arasındaki ilişkiyi akıldan nefret ile mevcudiyetten nefret arasındaki ilişkiyi teşhir eder. İrrasyonel filozoflar akla karşı yüzyıllardır sürdürdükleri savaşın sonunda -viviseksiyon yani canlı hayvan üzerinde bilimsel amaçla cerrahi kesişler yapma yöntemiyle- rasyonel yeteneklerinden mahrum kılınmış bir insanın nasıl olacağının örneklerini yaratmayı başardılar; bu örnekler de şimdi bize boş bir kafatasını taşıyan bir insan açısından mevcudiyetin nasıl göründüğünün imajlarını vermektedirler.

Bir yandan aklın sözde savunucuları "sistem-kurma" yaklaşımına karşı çıkıp somutla sınırlı kelimeler veya mistikçe uçuşan soyutlamalar üzerinde tartışmalara pazarlıklara dalarken; öyle anlaşılıyor ki; aklın düşmanları bütünleştirmenin akli süreçlere giden psiko-epistemolojik anahtar olduğunu; sanatın insanın psiko-epistemolojik şartlayıcısı olduğunu; eğer aklın tahribi isteniyorsa aklın bütünleştirme kapasitesinin tahribinin şart olduğunu bilmektedirler.

"Modern sanat"ın tatbikatçılarının ve hayranlarının onun felsefi anlamını anlayacak entellektüel kapasiteye sahip olduğu hayli şüphelidir; yapmaları gereken tek şey kendilerini sahip oldukları bilinçaltı öncüllerin en kötülerine teslim etmeleridir. Fakat liderleri konuyu bilinçli olarak anlamaktadır: "modern sanat"ın babası İmmanuel Kant'tır (tabiattaki güzellik ve "amaç" meselesine tahsis ettiği Critique of Judgement adlı eserine bakın.)

"Modern sanat"ı büyük bir sahtekarlık olarak yapmak veya içtenlikle yapmak şıklarından hangisinin daha kötü olduğunu kestirmek zor.
Bu tür sahtekarlıkların pasif ve sessiz kurbanları olmak istemeyenler felsefenin pratik önemi ve felsefesizliğin sonuçları hakkında "modern sanat" hastalığının incelenmesinden çok şey öğrenebilir. Spesifik olarak mantığın tahribi ve daha spesifik olarak tanımların tahribi kurbanları silahsız bırakmıştır. Tanımlar rasyonelliğin muhafızlarıdır; zihni parçalanmaya karşı yapılacak savunmanın ileri karakollarıdır.

İnsanın kesin tanımlara olan ihtiyacı Kimlik Kanunu'ndan kaynaklanır: A A'dır; bir şey kendisinin aynısıdır.Eğer bir şey sadece maddi bir nesne olmaktan ibaret ise maddi şeyleri içine alan herhangi bir kategoriye aittir; eğer hiçbir özel kategoriye ait değilse böyle bir fenomen için ayrılmış bir kategoriye aittir: hurda.

Hiçbir insani faaliyette -eğer insani olarak nitelenecekse- kaprise yer yoktur. Hiçbir insani üründebilinmeze anlaşılmaza tanımlanmaza gayri-objektife yer yoktur. Akıl hastahanelerinin dışında olanlar açısından; bir insanın faaliyetleri bilinçli bir amaç tarafından yönlendirilmelidir; böyle yönlendirilmeyen insanların faaliyetleri psikiyatristlerden başka kimseyi ilgilendirmemelidir. "Modern sanat"ın uygulayıcıları ne yaptıklarını veya neyin onlara bunları yaptırdığını bilmediklerini söylediklerinde; kendilerine inanılmalı ve onlar ve ürünleri hakkında daha fazla düşünülmemelidir.

Özetle metafizikte Kimlik Kanunu- epistemolojide Aklın Üstünlüğü- etikte Akılcı Egoizm- politikada Bireysel Haklar ve estetikte Metafiziksel Değerler sizin mutlaklarınız olduğu gün ATLANTİS' in sizi beklemekte olduğunu göreceksiniz.

Ancak insan dünyanın ve kendisinin geleceği ile ilgilenmemekte özgür ama bu tercihinin sonuçlarına katlanmaya mahkumdur!

Akıl nedir? Akıl insanın duyularıyla sağlanan materyali alan tanımlayan ve entegre eden melekedir. Akıl insanın algılamalarını soyutluklar ve kavramlar yoluyla entegre ederek insanoğlunun bilgi seviyesini hayvanlarında sahip olduğu ALGISAL düzeyden sadece kendisinin ulaşabileceği KAVRAMSAL düzeye çıkarır. Aklın bu işlemde kullandığı metot MANTIK dır.