Kendisini nesneleştirirken bizleri de meselenin doğal parçası kılan mütevazı kaleminin altında her an yüzeye çıkıp bizi hafifçe tırmıklayan bir derinlik var. Basit gözüken konuların karmaşıklığını idrak ederken birçok karmaşık meselenin de insani açıdan ne denli basit bir ilkeselliğe dayandığını Milas’ın yazılarında görüyoruz. ‘Hakaret Alınganlıklar ve Yasaklar’ başlıklı yazısı da bir zihniyet meselesinin nasıl tersyüz edilebileceğinin karşımızdakine atfettiğimiz nitelemelerin bazen nasıl bize de işaret ettiğinin epeyce hin oğlu hin bir biçimde sergilenmesiydi.

İfade özgürlüğünü işlediği bu makalede Milas yasakların bizzat yasaklayanın zararına olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymakta: “Sonuç olarak siz okuyucular benim bu konuda ne düşündüğümü hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz. Kapalı toplumlarda sık rastlanan bir durumdur bu. Hatta kapalı toplumun tanımı belki de budur: Herkesin ‘kabul edilebilir’ herkesin ‘hazmedilebilecek’ lafların dışında bir şey yazmadığı konuşamadığı ve duymadığı bir toplum. Böyle bir çevrede ‘fazla’ farklı olanı öğrenemezsiniz. Ben kendimi yasalara ve yasaklara bakarak hizaya getirdikçe siz de genel ifade özgürlüğü kısıtlamaları çerçevesinde farklı düşüncelerden uzak kalacaksınız...” Açıktır ki bu paragraf farklılığı olumlu bir değer olarak görenler için anlamlı... Diğer bir deyişle Milas söylemese de belirli bir zihniyetin içinden sesleniyor. Farklılığı zararlı gören otoriter bakışa sahip biri için yazarın bu görüşleri bile yeterince farklı ve zararlı olabilir. Öte yandan farklılığı olumlu bulanlar da monolitik bir yapıda değil: Bu bağlamda Avrupa ve ABD yasal sistemini mukayese eden Milas fikir özgürlüğünün kolaylıkla ‘hakaret’ olarak yorumlanmasına karşı “gocunanlara ‘gocunmamaya çalışın’ tavsiyesinde bulunan” bir yargı anlayışını benimser gözüküyor.

İşin adalet dağıtma kısmı bir yana gerçekten de ‘gocunmamaya çalışma’ hem kişi hem toplum düzleminde en temel olgunlaşma süreçlerinden biri. Kendi kimliğinin kudsiyetine bel bağlayan gocunma halinden o kimliğe mesafe almanın ötesinde tüm kimliklerin üzerinde insani ve felsefi bir bakışı yansıtan gocunmama haline geçiş; başkalarıyla birlikte yaşayabilmenin de sırlarından biri. Ancak bu olgunluğun birlikte yaşama açısından yeterli koşul olduğunu öne sürmek güç. Çünkü bir de ‘gocundurmamaya çalışma’ diye başka bir olgunluk hali var. Alınganlık yapmayan insanların kendilerini zihnen özgürleştirdikleri ne denli doğru olsa da; buna yaslanarak bazılarının bilerek alınganlık yaratacak eylemlere girişmelerini nasıl değerlendireceğiz? Bunu ifade özgürlüğünün gereği olarak kenara koyup dokunulmaz kılmanın anlamı birlikte yaşamanın olanaksızlığı olmayacak mı?

Belki bu noktada eski bir konuya liberaller ile demokratlar arasındaki farklılığa gelebiliriz. Liberaller için çoğunluğun belirlediği ve herkese uygulanan kuralların varlığı meşru bir toplum yaratmak için yeterli. ‘Kendin için istemediğini başkasına da yapmadığın’ an mesele çözülüyor. Liberaller için toplum esas olarak hukuki bir varlık... Oysa demokratlar açısından kritik olan kuralların ‘nasıl’ oluştuğu ve bu mekanizmanın ‘öteki’ni ne denli kuşattığı. Meşruiyet ötekini duymakla ilgili. Dolayısıyla başkasına ne yapıp yapmayacağın onunla konuşmadan bilinebilir değil... Demokratlar için toplum esas olarak ahlaki bir ilişki ağı...

Filozof dürtükleyince insan ister istemez düşünüyor...

Etyen Mahçupyan