"Jeopark" kavramı 1991 yılında Fransa'nın Digne kentinde düzenlenen Birinci Uluslararası Jeolojik Mirasın Korunması Sempozyumu sırasında 30'dan fazla ülkeden gelen 100'ü aşkın katılımcı tarafından imzalanan bu bildirgeyle ortaya çıktı.Bildirgede de vurgulandığı gibi o güne değin pek çok ülkede kültürel mirası ya da belli bir bölgedeki bitki örtüsünü korumaya yönelik stratejiler uygulanmaktaydı. Ne var ki bilimsel açıdan önemli yerkürenin oluşumuna ışık tutan ya da estetik değeri olan jeolojik oluşumların korunmasıyla ilgili herhangi bir önlem alınmamış yürürlükte olan pek çok çevre koruma programı jeolojik oluşumların bilimsel ve estetik değerini önemseyecek biçimde tasarlanmamıştı. Oysa jeolojik miras niteliğindeki yerler hem yerkürenin oluşumunu daha iyi anlamamız hem de bu bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması bakımından çok önemli.
Digne Bildirgesi'nin ardından (1992 yılında Rio de Janeiro'da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Gelişme Konferansını da unutmamak gerekir) giderek daha fazla ülke kendi ülke sınırlarındaki önemli jeolojik ve jeomorfolojik yerleri dikkate almaya ve korumaya yönelik stratejiler geliştirmeye başladılar. Çoğunlukla birbirinden bağımsız geliştirilen bu stratejilerden ortak bir kavram "jeopark" kavramı gelişti.

Jeopark Nedir?
Jeopark deyince akla başta jeolojik miras niteliğindeki öğeler olmak üzere tüm doğal ve kültürel mirasın korunmaya alındığı ancak bu yapılırken sosyoekonomik kalkınmanın da amaçlandığı sınırları belirlenebilen bir bölge gelmeli. Bir başka deyişle bir jeopark
Yerel bölgesel ekonomik gelişmeyi (jeoturizm yoluyla) sağlayacak kadar geniş bir alana sahip olmalı;

Bilimsel açıdan önemli seyrek rastlanan ya da estetik değeri olan jeolojik miras niteliğindeki yerleri kapsamalı. Ancak jeolojik öneme sahip oluşumların dışında bölgedeki arkeolojik ekolojik tarihsel ya da kültürel açıdan önemli yerler de jeoparkın önemli öğeleri olarak kabul edilmeli;
Bir jeoparkın kapsadığı tüm bu önemli öğeler (yerler) birbirleriyle ilişkilendirilerek bölgeyi gezmeye gelecek olan ziyaretçilerin bilgilenmesini sağlayacak biçimde düzenlenmeli (parkurlar bilimsel bilgi içeren levhalar panolar broşürler müzeler gibi).

Bir jeopark tıpkı bir ulusal park gibi korunma statüsüne sahiptir. Yerel yönetim kendi yerel sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma politikalarını bu yeni oluşumla uyumlu hale getirerek jeoparkı yönetir. Bu tür politikalar bölgeyi doğrudan etkiler. Örneğin yerel halkın bölgeye özgü yaratıcı ve yenilikçi ürünler yaratması özendirilerek yeni iş olanakları elde edilmiş böylece de bölgedeki yaşam kalitesinde artış sağlanmış bir ölçüde göç engellenmiş yerel halkın kendi bölgesine sahip çıkması sonucu da yerel kimlik güçlenmiş olur.

O halde bir jeopark oluşturulurken şu üç amaç gözetilmelidir:

1. Geniş halk kitlelerinin yerbilim ve çevre konularında eğitimi
2. Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması
3. Jeolojik mirasın gelecek kuşaklar için korunmaya alınması

Kısa Bir Jeopark Gezisi

Jeopark kavramı henüz yerleşip yaygınlaşmadan bu tür çalışmalara yönelen ilk ülkelerden birisi Fransa. Bu ülkede daha 1984 yılında. "Haute-Provence Jeolojik Rezervi" içinde 269 hektarlık bir alan "jeopark" ilan edilerek alana özel korunma statüsü kazandırılmıştı. Güney Alpler'de yer alan bu jeopark pek çok fosil türünü ve ilginç kayaç oluşumlarını barındırmasıyla Avrupa'nın en büyük jeolojik açık hava müzesi sayılıyor.

Yerkürenin 300 milyon yıl kadar öncesine uzanan tarihine ışık tutan jeoparkta dolaşırken milyonlarca yıl önce yaşamış olan kuşların ayak izlerine ve fosilleşmiş bitkilere her an rastlamak olası. Yolunuz Digne kentinin iki kilometre kuzeyindeki Saint Benoit bölgesine düşerse sıradışı bir doğal anıtı görmeden geçmeyin. Kireçtaşından oluşan bir kayaç kütlesinin yaklaşık 350 m2 boyutundaki bir yüzeyi sayıları 1500'ü aşan amonit (yaklaşık 450 ile 100 milyon yıl öncesi dönemde yaşamış spiral biçiminde kabuğu olan kafadanbacaklı canlı) fosilleriyle kaplı.Jeoparkta ayrıca içinde bölgenin jeolojisini yansıtan örneklerin sergilendiği bir sergi salonunun ve kitaplarla video filmlerinin ödünç alınabildiği bir kütüphanenin bulunduğu bir "jeoloji merkezi" yer alıyor. Ichthyosaurus adlı bir ilkel canlının bedeninin izinin görülebildiği yer gibi parkın ilgi çekici noktalarını görmek ve bilgi almak isteyenler için rehberli turlar da düzenleniyor. Jeoparkın doğasını tüm güzellikleriyle keşfetmek isteyenler içinse 21 km uzunluğu ve 700 metreye varan yüksekliğiyle Fransa'nın en görkemli kanyonlanndan olan Verdon Kanyonu çok uygun bir yer. Tüm bu olanaklara ek olarak farklı dallardan sanatçıların doğal çevrelerinden etkilenerek yaptıkları çalışmaların sergilendiği değişik müzeleriyle Haute-Provence jeoparkı özellikle öğrencilerin başlıca uğrak yerlerinden biri. Bölgeye her yıl yurtiçinden ve yurtdışından gelen 100.000 dolayında turistin dışında ülkenin farklı yerlerinden 10.000 kadar öğrenci de bölgeyi ziyaret ediyor. Keşif ve eğitim amaçlı geziler sırasında öğrenciler "jeolojik miras" kavramının anlamını ve bu mirası korumanın gerekliliğini öğreniyorlar. Tüm bu özellikleriyle Haute-Provence Jeoparkı bölgesel ekonomik kalkınmanın doğanın hiç bozulmadan sağlanabildiği örnek bölgelerden biri.

Fransa'daki Haute-Provence Jeoparkı'nı oluşturma çalışmaları sürdürülürken aynı düşünceden hareketle ancak birbirlerinden habersiz olarak Almanya'daki Vulkaneifel bölgesinde Yunanistan'daki Midilli Adası'nda ve İspanya'daki Maestrazgo/Terruel bölgesinde de jeopark kavramına paralel çalışmalar yürütülüyordu.

"Eifel'in Gözleri" olarak da bilinen Almanya'nın Vulkaneifel Jeoparkı'ndaki maar gölleri her yıl binlerce ziyaretçiyi çekiyor.



Bu bölgelerden aynı zamanda sevilen bir tatil yeri olan Vulkaneifel Jeoparkı geniş bir volkanik alanı temsil ediyor. Kayaçların ortalama 400 milyon yıl yaşında olduğu bölgede meydana gelen olağandışı volkanik etkinlikler sonucu 67 dev maar (yüksek oranda gaz içeren magmanın yeryüzeyine çıkması ya da yeraltı suyuyla karşılaşması sonucu büyük patlamalarla yüzeye püskürtülerek dev patlama çukurları oluşturması) oluşmuş. Bunlardan sekizi suyla dolu (maar gölü). Bölgedeki en son volkanik etkinlik yaklaşık 11.000 yıl önce meydana gelmiş. Yerbilimciler önümüzdeki 5-10.000 yıl içinde herhangi bir volkanik etkinliğin görülmeyeceğini tahmin ediyorlar.Bölgede ayrıca günümüzdeki atın atasına ait ilginç bir fosil keşfedilmiş. Karnındaki ceninle fosilleşmiş olan ilkel ata Eckfeld Maarı'nın yakınında bulunduğu için "Eckfeld Atı" adı verilmiş. Eckfeld Atı dışında bölgede bir dinozor fosiline ve farklı trilobit (yaklaşık 550 milyon yıl önce ortaya çıkan ilk eklembacaklı canlı türü) türlerine ait fosillere rastlanmış. Jeoparkın tanıtımı amacıyla yerel halkın da katılımıyla bölgenin jeolojik tarihine ilişkin bilgilerin levhalar aracılığıyla verildiği yürüyüş parkurları bölgede bulunan değerli jeolojik oluşumlarla fosil örneklerinin sergilendiği yerbiliminin tanıtılması ve sevdirilmesine yönelik görsel gösterilerin gerçekleştirildiği müzeler yapılmış.

Yunanistan'ın Midilli Adası'ndaki Taşlaşmış Orman'dan bir ağaç gövdesi



Bir başka güzel jeopark örneğiyse Midilli Adası’nın batısındaki Sigri bölgesinde yer alan Taşlaşmış Orman. Dünyanın en önemli doğal miraslarından sayılan bu bölge yalnızca taşlaşmış ağaçlarıyla göze çarpmıyor; 15.000 hektarlık bir alanı kapsayan ve bir zamanlar var olan bir ekosistem yerinde ve bütün olarak fosilleşmiş. Taşlaşmış olan ağaçların büyük bir bölümünün hâlâ dik konumda hatta köklerinin bile belirgin olması bunların bulundukları yerde taşlaşmış olduklarını gösteriyor. Fosilleşme sırasında organik malzemenin molekül molekül silisçe zengin eriyiklerce yer değiştirmiş olması nedeniyle ağaç gövdelerindeki ağaç kabukları ve halkalar biçim olarak hâlâ belirgin.Bölgede ağaç gövdeleri dışında dallar meyveler ve yapraklar da fosilleşmiş. Taşlaşmış Orman oluşumunu Kuzey Ege Denizi'nde yaklaşık 15-20 milyon yıl önce görülen yoğun volkanik etkinliğe borçlu. Midilli Adası'nın merkezinde meydana gelen şiddetli volkanik patlamalar sonrasında geniş alanlar lav tüf ve başka volkanik malzemelerle kaplanmış. Patlamaların ardından görülen şiddetli yağışlar sonucunda volkanik malzeme içeren çamur akıntıları oluşmuş. Bunlar adanın doğusundan batısına doğru hızla akarak adanın batısındaki yarıtropik ormanı kaplamış. Orman ağırlıklı olarak Kuzey Amerika'daki sekoyalara benzeyen dev ağaçlardan iğne yapraklı kozalaklı ağaçlardan meşelerden ve tarçın ağaçlarından oluşuyordu. Ormanın üzerini örten volkanik malzeme bitki dokularını dış etkilerden korumuş. Bu sırada silisçe zengin eriyiklerin yoğun bir hidrotermal dolaşım yaratması bitkilerin oldukları yerde taşlaşmalarına yol açmış. Her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği Taşlaşmış Orman'ın yakınında yer alan Sigri'de ayrıca bölgenin araştırılmasını korunmasını ve tanıtılmasını sağlamak amacıyla bir Doğa Tarihi Müzesi kurulmuş.

Struthiosaurus adlı bu cüce dinozor yaklaşık 100 milyon yıl önce Romanya'nın Transilvanya bölgesinde yaşıyordu.



Halen oluşturulma aşamasında olan bir jeopark projesiyse Romanya'daki Hateg Dinozor Jeoparkı. Ülkenin batısındaki Hunedoara idare bölgesinde yer alan Hateg adlı bu küçük bölge milyonlarca yıl önce burada yaşamış olan cüce dinozorlardan günümüze arta kalan fosilleriyle ünlü.Bölge bundan başka kendine özgü tarihsel kültürel ve doğal zenginlikleriyle de önemli bir turizm potansiyeline sahip. Hateg tüm bu özellikleri barındırması nedeniyle uygun bir jeopark adayı. Komşu bölgelerden farksız ekonomik gerileme içinde işsizlik oranının yüksek olduğu bir bölge olan Hateg'in bir jeoparka dönüştürülmesiyle birlikte bölgenin ekonomik ve sosyal yaşamının geliştirilmesi bölgenin kalkınmasının sağlanması amaçlanıyor. Bunun için de yerel halkın projeye katılımı sağlanıyor ve böylece yeni iş alanları yaratılmış oluyor. Tüm bu çabalar yerel kimliğin güçlenmesini sağlarken bir yandan da doğal ve kültürel miras korunmuş oluyor. Proje bölgedeki okullar yerel yönetimler ulusal ve uluslararası organisazyonlar özel kuruluşlar ve üniversitelerin işbirliğiyle gerçekleştiriliyor. Proje kapsamında bölgede yaşayan insanların kültürel ve doğal zenginlikleri konusunda bilinçlenmelerini sağlamak amacıyla hem yerel halkın hem iköğretim-lise düzeyindeki öğrencilerin eğitimine büyük önem veriliyor.

Şu ana değin jeoparklara ilişkin verdiğimiz örnekler aynı zamanda bir ağ oluşumunun Avrupa Jeoparklar Ağı'nın birer parçası. AB'nin "LEADER IIC-Avrupa'da Jeoturizmin Gelişimi" projesi çerçevesinde çalışmalarını yürüten Avrupa Jeoparklar Ağı'nın temel amacı halkın yerbilime yakınlaşmasını böylece jeolojik mirasın korunması kavramının öneminin anlaşılmasını yaygınlaşmasını sağlamak ve tüm bunları yerine getirirken yerel/bölgesel kalkınmayı da sağlamak.

Bunun için de yeni jeoparkların oluşturulmasına ve var olan jeoparklar arasında bilgi ve deneyim alışverişine büyük önem veriliyor. Jeopark kavramının yalnızca Avrupa'da değil dünyanın her ülkesinde yerleşmesini önemseyen yerbilimciler yeryüzünde değişik fosiller mineraller ve başka birçok değerli jeolojik oluşumları barındırmaları bu nedenle de ekonomik kalkınmaya katkı sağlayabilecek olmaları nedeniyle jeopark olmaya aday pek çok alanın bölgenin bulunduğuna dikkat çekiyorlar.Bundan yola çıkarak ülkemizin de peribacaları obrukları mağaraları volkanik oluşumları gibi jeolojik miras niteliği taşıyan pek çok yeriyle; ayrıca arkeolojik ekolojik kültürel zenginlikleriyle jeopark oluşumuna uygun bir aday olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemizde olduğu gibi farklı özellikleri olan jeolojik miras öğelerini barındıran bölgeler özellikle ek gelir kaynaklarına gereksinimleri olduğu zaman iyi bir yerel yönetimin iş başında olması halinde yeni iş alanları yaratmakla kalmayıp bölgede bir ekonomik hareketliliğin doğmasını sağlayabiliyor. Böylece bölgeler arasında gelir düzeyinde ve yaşam kalitesinde var olan farklılıklar da bir ölçüde ortadan kaldırılmış oluyor.

Sevindirici olan şu ki dünyanın pek çok yerinde doğayı korumanın gerekliliği konusunda giderek artan bir bilinçlenme söz konusu. Giderek daha fazla sayıda insan çevreden akılcı bir biçimde yararlanmada jeolojik yapıların çok önemli rol oynadığının bilincine varıyor.
Kaynak: Bilim ve Teknik Dergisi Sayı: 417 Ağustos-2002