KARA TAŞIN ÖYKÜSÜ
KİBELE
(Sibel: Kubaba: İnanna: İştar: Dilbet: Astarte: Agdistis: Artemis: Afrodit: Diana: Nana: Nanna; Cybele: Kybele: Kube: Küp: İsis: Hebat: Matar Kubile: Matar Kubulaya: Meter Megale: Dindymene: Spylene: Marienne: Gaia: Rhyea: Zeus’un Anası: Demeter: Meter: Meter Oreie: Tanrıların Anası: Tanrıça Matar: Magna Deorum Mater Idaeai: Kaz Dağının Anası: Mother of Mount Ida: Mother of Earth: Bakire Meryem: Mary Magdelene: Magna Mater: Aziz Petrus: Black Madonna: Hübel: Hacer’ül Esved: Allat: Kaab: Kıble: Kabala: Havva: Kabe: Venüs; Zühre; Zöhre; Zehra; Ay Tanrısı; El İlah: Allah)

Kişioğlu 100.000 yıl önce ölüsünü gömmeye başladı. Avrupalı neandertaller ölülerini ilk defa 70.000 yıl önce ölü gömdüler. Avustralyalı Aborjinler 40.000 yıl önce ölü yakma ritüelini keşfettiler. 38.000 Yıl önce ilk Taşınabilir Put insan eliyle oyuldu. Bir kaç onbin yıl önce dünyamız son buzul çağının etkisinden uzaklaştı ve insanların hızla üreyip çoğalmasına olanak veren bir iklime kavuştu. Bu tarihten sonra insanoğlu Mezopotomya’da ve Anadolu’da tarımı keşfetti. Tarım Devrimi ile birlikte ambarlar buğday ile dolunca insanlık ilk defa yerleşik hayata geçti ve kerpiçten evindeki ahşap sofasında arkasına yaslanrak “boş vakit” sahibi oldu. Bu boş vakit sayesinde insan artık gündelik hayatın ötesinde düşünebilmeye hayal kurabilmeye; yani kendi kendine yalanlar söyleyebilmeye başladı. 10.000 Yıl önce buzul çağının ve tarım devriminin ardından derhal Urfa Göbeklitepe’de Taşınmaz Put barındıran dinler ortaya çıktı.
Tarih (yani “yazı”) 6.000 yıl önce Sümerle başlar ama Sümer’den önce de Konya vardır: Çatalhöyük. 9.000 Yıl öncesinin Konyalısı döneminde dünyanın en yaratıcı adamıydı. Bu kendi kısa; ama anlattığı öz insan medeniyetiyle yaşıt öyküye konu olan Kara Taş; uzayın bilinmeyen derinliklerinden gelen ve atmosferde kütlesinin büyük kısmını kaybederek en son M.Ö. 6500 yılında Konya bozkırına düşen yarım metre civarı çapında bir meteorittir. Türkçesi ile Göktaşı. Uzay boşluğunda serbestçe gezen metal ya da mineral içerikli ve dünya atmosferine girdikten sonra yanıp kaybolan taşlara Meteor denirken; bunlardan dünyaya ulaşan çarpan ve oluşturduğu kraterin içinde bulunan taşlara Meteorit deniyor. M.Ö. 6500 Yılında Agama isimli Konyalı bir çiftçi yeni hasat yaptığı buğdayını suda kaynatıp da Karadağ eteklerindeki kayalıklarda kurduğu tuzakla yakaladığı yaban kazının kurutulmuş etiyle karıştırarak “keşkek” yaptıktan sonra sofrasına oturdu. Oturur oturmaz sanki gök ufuk çizgisinden kubbesine dek yırtılıyormuş gibi bir sesle yerinden fırladı ve havaya baktı. Bir ateş ve ardından onu kuyruk şeklinde takip eden ışık huzmesi düşüyordu karşı dağın eteğine. Bu taşın göklerden gelerek Karadağ’ın eteğine düştüğünü gören ilk kuşak Konyalılar zaten boş vakit sahibi olmanın getirdiği konforla varoluşlarını anlamlandırmaya çabalıyorlardı bu taş tam vaktinde geldi ve Agama da dahil olmak üzere tümü bu taşın Tanrı olduğuna inandılar. Onun için köyün merkezindeki kerpiç haneyi kutsal bir tapınağa dönüştürerek baş köşesine taşı yerleştirdiler. Adına da Kibele dediler. Kibele: Her şeyin yaratıcısı tanrıydı. Çumra Çatalhöyük eşrafının önde gelenlerinden ortalamanın üzerinde zekaya sahip keşkeksever çiftçi Agama düşündü taşındı ve bir sonuca ulaşarak ufak bir tepenin yamacına topladığı ahaliye taşın açıklamasını yaptı:
“Kişioğulları! Ben anamdan doğdum ve anam da kendi anasından doğdu. Her insan bir kadından doğar; demek ki dünyaya gelmiş ilk insanı da doğuran bir kadın vardır. İşte o ilk insanı doğuran kadın yüce bir kadındır oysa bu dünyadaki bildiğimiz kadınların hepsi vasat kadınlardır. Demek ki ilk insanı doğuran ilk kadın bu dünyadan değildir. Muhakkak bu dünyanın dışından olmalıdır. Bu dünyanın dışından gelen tek şey de hepimizin gözlerinin önünde göklerden düşen bu Tanrısal Kara Taştır. Bu Tanrı Taş Kibeledir: Kibele anamızdır. Yani hepimizin anasıdır. Yaşamış yaşayan ve yaşayacak olan herkes ondan doğmuştur.”
Bu açıklamasıyla insanlara akıl yoluyla Tanrıyı arama ve yorumlama yöntemini hediye eden yani Teolojiyi sözlü biçimde başlatan adını ben de dahil kimselerin bilmediği ilk peygamber Agama’dır. Konyalılar bu açıklamayı çok mantıklı bulurlar ve Kibeleye tapınmaya başlarlar. Göklerden gelen bu taş öyle güzel parlak pürüzsüz ve siyahtır ki Konyalılar bakmaya doyamazlar. Bu yüzden bu taşın imitasyonunu yaparlar: Kibele Heykelcikleri. Elbette taşın kopyaları ortalıkta başka göktaşı olmadığından mermerimsi kayalardan mamul ve kadın şeklinde olur. Hatta antik zamanlarda çok kullanılan doğum oturağında (birthing chair) oturan ve doğum yapan kadın şeklinde olur. Heybetli ve görkemli olsun diye iki tarafına da birer anadolu parsı (Ferox ve Atroxu) eklerler.

M.Ö. 6000 yılına tarihlenen en eski Kibele Heykelciği 1961'de Konya’nın Çumra ilçesindeki Çatalhöyük’te bulunmuştur. Bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Üstteki fotoğrafta yer alan heykelcik günümüzden 8000 yıl önceye aittir. Yazının tarihi ise 6000 yıl önce başlar. Dolayısıyla o devirdeki Çatalhöyüklülerin üstteki heykelciğe ne isim verdiklerini bilmiyoruz. O heykelciğin 3000 yıl önce Frigya’daki isminin ise “Kubele” ya da “Kibele” olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla Çatalhöyük’te bulunan heykelciğe de Kibele diyoruz. İşte Kibele’nin günümüze dek gelen 8000 yıllık bir yolculuğu var ve bu yazı özünde onu anlatıyor. M.Ö. 6000 yılındaki Konya Çatalhöyük’ün Tanrıçası Kibele M.Ö. 4000 yılında Sümerlere geçer: İnanna olur. M.Ö. 2600'lerde (bir görüşe göre) Antik Mısır’a geçer ve orada İsis olur. M.Ö. 2300 yılında Sümerlerden Akadlara geçer: İştar olur. M.Ö. 2100'lerde Fenikelilere geçer ve Astarte olur. Tümünde doğurganlık bereket aşk ve savaş Tanrıçasıdır.

Manisa Spil Dağı Kibele Kaya Oyması (Hitit Dönemi M.Ö. 1300)
Bu sırada Anadolu’da zaten binlerce yıldır olduğu haliyle bilinmektedir Anadolu’dan Hurriler Hattiler ve Hititler geçmiştir ve Kibeleye tapmaya devam etmişlerdir. Taşınabilir Kibele Putları ile yetinemeyen Anadolulular artık Kibele’nin büyük Taşınmaz Putlarını dikmeye başlamışlardır. M.Ö. 2000- M.Ö. 1200 yılları arasındaki Hitit dönemine dair bulunan önemli Kibele kalıntılarından biri Manisa Spil Dağı’ndaki kabartma heykeldir. Hitit kaynaklarında geçtiği üzere Kibele’nin bir diğer ismi “Kubaba”dır. Hititologların açıklamasına göre Hitit hiyerogliflerinde “Kubaba” yazısı; Tanrı anlamına gelen bir işaretten sonra “ku” olarak okunan eşkenar dörtgen “ba” şeklinde okunan kuş çizimi ve “ba/pa” şeklinde okunan kap şekliyle ifade edilmiştir. Anadolu’da Kibele’nin izleri çoktur: Foça’da Kibele Tapınağı kalıntıları var. Şanlıurfa Birecik’te Hitit dönemi M.Ö. 9. Yüzyıla ait Kibele (Kubaba) heykeli bulunmuştur. İsa’dan önceki yüzyıla ait Kibele heykeli Ordu’da geçtiğimiz yıllarda bulunmuştur. Girit adasına bile gitmiştir Kibele Giritli Minoalılar ona Rhea demiştir. Bir çok Anadolu kentinde Kibele’den izler bulunmuştur: Çorum’da Kütahya’da Malatya’da Kayseri’de İzmir’de Niğde’de…
M.Ö. 1200'lü yıllardan itibaren ise Anadolu’da Frigya dönemi (M.Ö. 1200– M.Ö. 700) başlar artık. Hikayemizin önemli bölümlerinden biri Frigya dönemidir.

M.Ö. 7. Yüzyıl Frigya Döneminden kalma Kibele heykelciği. Çorum Boğazköy’de bulunmuştur ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Frigya denilen yer için iç batı anadolu diyebiliriz. Eskişehir merkez olmak üzere Denizli Bilecik Çorum Konya dörtgeninde bir alan. Kibele Frigya’nın en önemli dini öğesidir. Öyle ki Frigya döneminde Kibele Heykelleri koruyucu olarak şehirlerin giriş kapısına dikilirmiş. Kendi kendinden doğarak ondan sonra doğan tüm insanları doğuran Bakire Kibele Frig efsanelerine göre de gökten dünyaya düşen bir taştır. Kibele ay tanrıçasıdır hilal şekli genç kızlığı ve dolunay da kadınlığı temsil eder. Erkek ve kadın’da genital organ kesiminin (sünnetinin) kökeninin Antik Mısır’a dayandığı iddia edilir. Ancak Kibele’den geldiği iddiası da mevcut. Cevat Şakir’in yazdıklarına göre Erkeklik organının Kibele’ye kurban edilmesi sevap sayılırdı. İşte bundan dolayı tam bir kökten kesiliş ve özverililiğin (insan yerine koyun kurban etmek gibi) hafifletilmiş ve simgeleş*tirilmiş biçimi olan sünnet Sami ırkında gelenek oldu. Tam kökünden sünnet Kibele’ye tapanlarda simgesel sünnet de Sami ırkında yani Yahudi ve Araplarda platonik sünnet de kadınla ilişkide bulunmayan Hıristiyan rahiplerinde hâlâ uygulanır.

Kaynak: Myth and Geology 2007
O Kutsal Kara Taş Friglerden sonraki 500 yıl boyunca Anadolu’da kalmıştır. Frigya’da Kibelenin merkez tapınağı Pessinus şehridir. Ve Pessinus şehri ismini Yunanca “düşmek” fiilinden almıştır. Yani Frigya’daki Pessinus şehri gökten düşen Kibele taşı ile isimlendirilmiştir. Halikarnas Balıkçısının yazdığına göre Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi (beton çıkana kadar) baştan sona bu Pessinus Antik kentinin taşları ile inşa edilmiştir.

Roma döneminde kalma bir sikke: Arka Yüzünde bir Taş taşıyan araba var

Kaynak: Myth and Geology 2007
Kibele Taşı’nın fiziksel tasviri M.S. 300'lü yılların başlarında yaşamış Arnobius isminde bir Romalı tarafından yapılmıştır:

“Bir tür taş fazla büyük değil bir insanın elinde kolayca taşıyabileceği kadar. Renk olarak koyu ve siyah. Belirgin düzgün olmayan köşeli-çıkıntılı yerleri var. Bugün hepimizin gördüğü bu taşta bir ağıza benzer pürüzlü düzensiz şekil var ancak bir yüz şekline benzerlik söz konusu değil.”
Ve M.Ö. 204 Yılında o kara parlak taş bugün İzmir’in ilçesi olan Bergama’daki limandan bir gemiye yüklenerek Roma’ya götürülür. Kibele Tanrıçası çok öncelerde Greklere Artemis ve onlardan da Romalılar Diana adıyla geçmiştir. Yani Romalılar Kibele kültünü öteden beri Diana olarak almışken Kibele Taşının bizzat kendisini de Magna Deorum Mater Idaeai (Kaz Dağının Anası Mother of Mount Ida) ismi ile Çiçero ve Strabon’un yazdığına göre Pergamon Kralı’ndan alıp Roma’ya götürmüşlerdir daha sonra Romalılar ona Latince’de kısaca Magna Mater (Büyük Ana) demişlerdir:

Kibele’nin (Kara Taşın) M.Ö. 204 Yılında Bergama’dan Roma’ya yolculuğu (Kayn: A. Nikoloska The Sea Voyage of Magna Mater to Rome 2012)
Romalılar aslında Kibele’ye bütün bu yolculuğu o dönemlerde Kartacalılarla yaptıkları Pön Savaşlarına dair bir kehaneti gerçekleştirmek için yaptırmışlar. Roma Senatosunda karar almışlar ve dönemin Bergama kralından bu taşı istemişler (veya çalmışlar). Kibele Roma’ya getirildikten 13 sene sonra M.Ö. 191'de bu Kara Parlak Taş Roma’nın Palatino Tepesinde kendi adına inşa edilen tapınağa yerleştirilir. Roma da tıpkı İstanbul gibi 7 Tepeli Bir Şehirdir ve Palatino Tepesi Roma’nın ilk kurulduğu yerdir merkezidir. Roma’nın bu 7 tepesinin dışında Tiber nehrinin karşısında başka bir tepe vardır: Phrygianum denilen bu yere ikinci bir Kibele- Magna Mater tapınağı daha yapılmıştır. Ve o tapınağın bulunduğu tepede bugün bilin bakalım ne var:

Aziz Petrus Bazilikası (St. Peter Basilica) Vatikan
Evet Roma Cumhuriyeti’nin Kibele adına yaptırdığı tapınağın yerinde bugün Vatikan vardır resmi adı ile Aziz Petrus Bazilikası. Aziz Petrus Bazilikası’nın yapımına Roma’nın ilk hristiyan İmparatoru 1. Konstantin döneminde (M.S. 306 — M.S.337) başlanır; 1000 sene sonra eski küçük katedral yıkılır ve bugünkü hali ile yapımı ise 1506 yılında gerçekleşir. Şunu tekrar etmek gerekir ki: Aziz Petrus Bazilikasının yapıldığı yer Konstantin öncesinde bir Kibele Tapınağıdır. Phrygianum’un bir diğer ismi Vatinakum’dur ve buraya yapılan yeni tapınağın ünü Galyalılardan Germenlere kadar tüm Pagan Avrupalılara yayılmıştır ki onlar da Magna Mater (Kibele) için kendi şehirlerinde yaptıkları tapınaklarına Romadakine bir özenme hali olarak “Vatinakum” demişlerdir.

Katolikliğin merkezi olan bazilikanın ismi neden Aziz Petrus’tan gelir? Yaklaşık 500 yıldır dosta güven ve düşmana korku veren İsviçreli askerler tarafından korunan Vatikan ülkesinin (ki Vatikan ile Roma Kolezyumu arası mesafe 5 km’dir) orta yerinde Papa Hazretlerine de ev sahipliği yapan Hristiyan Dininin Katolik Mezhebinin kurulduğu yer Aziz Peter Bazilikasıdır. Hristiyanlar Aziz Petrus’un İsa’nın 12 havarisinden biri olduğuna Kudüs’ten Roma’ya kadar geldikten sonra M.S. 64 yılında İmparator Nero döneminde Vatikan Tepesinde tersten (kafaüstü) çarmıha gerildiğine ve bu bazilikanın altında bir türbesi olduğuna inanıyorlar. Gerçi Reformcu Protestanlar ve mesela aziz dostum meşhur Fransız filozofu Voltaire Aziz Petrus’un ta Kudüs’ten çıkıp da en az 3241 km’lik yolu teperek Roma’ya kadar geldiği efsanesinin doğruluğunu sorgulamıştır ancak Kilisenin de kendi cevapları vardır elbette. Aziz Petrus ayrıca Katolik mezhebine göre İlk Papadır. Petrus hakkında Kitab-ı Mukaddes’te (avam tabir ile İncil’de) Matta İncilinin 16. bölümünün 19. ayetinde İsa şöyle konuşur:

Matta 16:19- Ben de sana şunu söyleyeyim sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek.
Peki Petrus aslında ne demektir? Petrus’un kökü olan Petra’nın o tarihte (ve bugün) Yunanca’daki karşılığı:

Zaten Katolikler de gayet iyi bilirler Petrus/Peter’ın “taş” anlamını ve hatta “üzerine kilise kurulan taş” olduğunu (İngilizce’de “Peter the Rock” derler) zira yukarıda verdiğim Matta incilindeki ilgili ayet Papalık tarafından Katolikliğin “İşte İncilde Yazdığı Gibi Kiliseyi Petrus’un Üzerine Kurduk En Gerçek Hristiyanlık Bizim Mezhebimiz” iddiasının delillerinden biri sayılır. Yalnız burada bir taşın M.Ö. 6500'lerde başlayan hikayesini anlatırken dünyanın en büyük dini olan Hristiyanlığın en büyük mezhebinin ilk Kilisesinin Kibele Taşı Tapınağının üzerine yapılmış olması ile bu mezhebin ilk Papasının isminin bildiğin Taş anlamına gelen Petrus olması aslında pek rastlantısal bir durum değil. Roma halkının paganlıktan Hristiyanlığa geçişi sırasında buna benzer sembolik transferler çok fazladır. Harvard’lı Profesör Gönül Tekin katıldığı TV programında çok güzel açıklamıştı bunları. Mesela İsa’nın doğumunun aslında 25 Aralık ile alakasının bulunmadığını 25 Aralık’ın ta Sümerlerden gelen bir gün olduğunu Roma halkının binlerce yıldır kutladığı 25 Aralık tarihini sırf Hristiyanlık Dini uğruna terk edemediğini bu yüzden Romalı Hristiyan ulemanın halkın geleneği ile uzlaşmak amacıyla İsa’nın doğumunu 25 aralıkmış gibi kutlamaya başladığını anlatmıştı. Keza Meşhur Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ da yine katıldığı bir TV programında aynı şeyden bahsetmiş 21 Aralığın en uzun gece olduğu dolayısıyla 21 aralıktan sonra artık gecelerin kısalmaya başladığı; yani 22 aralıktan itibaren günün geceye galip geldiğini ve Sümerlilerin bunu kutladığını anlatmış; bu kutlamanın Hristiyanlığa sanki İsa’nın doğum günü 25 aralıkmış gibi geçmiş olduğundan bahsetmişti. Yine İsa’nın 12 havarisindeki 12 sayısının kökeni ortadoğunun bütün tarihinde vardır: 12 burçtan 12 aydan gelir.
Aslında yazının başında bu Kara Parlak Taşın Konya’daki Karadağ’ın eteğine bir meteorit olarak düştüğü hikayesini tahmin ettiğiniz üzere ben uydurdum. Ancak tarih boyunca “Gökten Düşen Kutsal Taş”a dair hikayelerin içinde en tutarlı hikaye benimkidir. Çünkü benim hikayem direkt olarak en eski Kibele Heykelciğinin bulunduğu Çatalhöyük mevkiine en yakın dağ olan Kara Dağ’ı esas almaktadır. Oysa Frigyalılar bu kara taşın yani Kibele’nin Çatalhöyük’ten 5000 küsür yıl sonra ve yaklaşık 300 km kuzey-batısında bugün Eskişehir Sivrihisar’da bulunan Pessinus antik şehrinin yakınlarına düştüğüne inanırlardı. Hatta Romalılar da böyle inandığından Frigler’den yüzyıllar sonra Pessinus’a Kibele için yeni bir tapınak yapmışlardır ve o tapınağın kalıntıları halen oradadır gidip görebilirsiniz. Göklerden bir taşın süzülerek düşmesine dair diğer bir hikaye de Efeslilere aittir. Kibele Greklere bir çok farklı isimle geçer: Meter (ana) Meter Oreie (dağın anası) ve Artemis. Efeslilere de en yaygın haliyle Artemis ismiyle geçer ve Efesliler onun adına Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olarak görülen meşhur Artemis Tapınağını yapmışlardır. İşte Efesliler de o Artemis’in (Yani Kibelenin) göklerden yere düşen bir taş olduğuna inanıyorlardı. İnandıklarını biliyoruz zira bu Kitab-ı Mukaddes’in “Elçilerin İşleri” isimli kitabının 19. bölümünün 35. ayetinde yazar:
Elçilerin İşleri 19:35- Kalabalığı yatıştıran belediye yazmanı “Ey Efesliler” dedi “Efes Kenti’nin ulu Artemis Tapınağı’nın ve gökten düşen kutsal taşın bekçisi olduğunu bilmeyen var mı?

Evet konunun özüne dönecek olursak; peki M.S. 330'larda Romanın ilk Hristiyan İmpratoru 1. Konstantin Aziz Petrus Bazilikasını inşa ettirdikten sonra Kara Taşa Kibele Anamıza ne oldu? Bundan sonrası için çok kısa hatları ile Roma’nın Siyasal Kronolojisini hatırlayalım:
Bilindiği üzere Roma tarihi üç dönemde incelenir: Krallık (M.Ö. 735-M.Ö. 510) Cumhuriyet (M.Ö. 510- M.Ö. 27) ve İmparatorluk (M.Ö. 27-(Batı Roma) M.S. 476 — (Doğu Roma) M.S. 1453). Roma’nın ilk Hristiyan İmparatoru 1. Konstantin tetrarşinin diğer agustus ve sezarlarını (bkz: tetrarşi) savaşta yenerek mutlak imparator olur ve M.S. 330 yılında başkenti Roma’dan İstanbul’a taşır. Arada çiftbaşlılıklar olsa da Roma bu süreçte bir bütün olarak devam eder ancak Birinci Theodosius M.S. 395 yılında öldükten sonra İmparatorluk kalıcı olarak iki parçaya bölünür: 1. Tehodosius’un büyük oğlu Arcadius İstanbul’da Doğu Roma İmparatoru; ve küçük oğlu Honorius da Roma’da Batı Roma İmparatoru olur. Batı Roma M.S. 476 yılına kadar devam eder. Batı Roma’nın son imparatoru Romulus Augustulus’tur. 476 Yılındaki savaşta Germen kökenli olduğu sanılan Odoacar isimli bir general Romulus’ü savaşta yener. Bu savaş sonucunda Roma; imparatorluktan İtalya’dan başka yerde toprağı olmayan (ve Bizans himayesinde) bir krallığa yani İtalya Krallığı’na dönüşür. İşte tam bu noktada Aziz Peter Bazilikası’nda bulunan ve 700 sene önce ta Bergama’dan getirilmiş o Kara Parlak Taş ortalıktan kaybolur. Yani Romulus Augustulus yenilip de Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra İmparatorun kutsal emanetlerin üzerindeki koruması kalkınca yağma sürecinden Kara Taş da nasibini alır muhtemelen çalınır ve başka bir yere götürülür. Batı Roma İmparatorluğunun M.S. 476 yılında tamamen yıkılması sonucunda Kara Taşa dair rivayetler bıçak gibi kesilir.

Kara Meryem — Fransa Notre Dame de La Chapelle Geneste
Bu tarihten itibaren Orta Çağ’ın başlamasıyla enteresan bir şey olur: Fransa’da ve ardından İspanya’da Black Madonna (Kara Meryem =Vierge Noires=Black Virgin) heykelleri ortaya çıkmaya başlar. Madonna İtalyanca “Hanımefendimiz” demek. Heykeller İsa’nın Anası Bakire Meryermi temsil ediyor. Bir farkla ki renkleri hep siyah. Kara Meryem heykelleri Avrupa ve Amerika kiliselerinde yaygın olarak bulunmaktadır. Elbette çoğunlukla Katolik Mezhebinin olduğu yerlerde. Efes Antik Kentini gezdiyseniz iç tarafta araçla gidebileceğiniz bir tepede Meryem Ana Evi diye bir yer vardır yabancı turistler falan çok gelirler yazın önünde kuyruk olur. 2006 Yılında Papa Benedict ziyaret etmişti orayı:

Papa 14. Benedict’in 2006'da Efes’teki Meryem Ana Evini (içinde Kara Meryem Heykeli) Ziyareti
İsa 33 yılında/yaşında Kudüs valisi Pontius Pilatus’un emri ile çarmıha gerilerek öldürüldükten sonra annesi Meryem’in 6 sene Kudüs-Filistin civarında ve ardından da 9 sene İzmir Efes’te yaşadığına inanıyorlar. İşte Efes’te yaşadığı evin de bu tepenin başındaki ufak harabe olduğuna 19. yüzyılda gaipten haber alan Alman bir kadın ve 1891 yılında bir grup Hristiyan tarafından yeniden karar verilmiş. Olayın aslı ise muhtemelen; oğlu öldürülen Meryem o yaşlı hali ile Kudüs civarından hiç uzaklaşamadı. Tıpkı Aziz Peter’in Roma’ya hiç varmadığı gibi. 2000 Yıl önce kolay mı o kadar yolu yürümek; hırlısı var hırsızı var yırtıcı hayvanı var. Bizim bir kaç yüzyıl öncesinin Anadolu dervişleri bile Anadolu’da gezerken yırtıcı hayvanların tehlikesinden korunmak için çeşitli delici kesici şişe benzer aletler taşımışlar yanlarında Kırşehir’deki Hacı Bektaş-ı Veli Türbesinin müze bölümünde görmüştüm. Efes bölgesinde Meryem’in bu derece kutsanmasının ardındaki gerçek Efes’in meşhur Artemis Tapınağıdır. Esasında Artemis de Kibeledir bildiğiniz üzere ve Artemis Tapınağı Dünyanın 7 Harikasından biridir. Efes bölgesinde çok yoğun biçimde var olan Ana Tanrıça Kültü Hristiyanlık sonrası “Bakire Meryem: Tanrının Annesi” şeklinde sürmüştür. Bu durumu Halikarnas Balıkçısı çok güzel açıklar Efes Halkının Hristiyanlığa geçiş sürecinden bahseder ve Katolik Ortodoks Luteran Anglikan vesair tüm mezheplerin kabul etiği 431 yılındaki Efes Konsülünde Meryem Ana’ya Kibele’nin özelliklerinin verildiğini söyler:

Ephesos Artemis’ine inanmış fakat Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Ephesos’lular Hıristiyanlığın 431. yılında Ephesos’ta toplanan ve Meryem Ana’nın sıfatlarını saptayacak olan kilise büyüklerini zorlayarak Meryem Ana’ya tanrı anası niteliğini verdirdiler. Böylece Meryem Ana Kybele gibi tanrı anası oldu.
Kutsal Kara Parlak Taş olan Kibele’nin Roma İmparatorluğunun yıkılmasının ardından ortadan kaybolması ile Kara Parlak Meryem heykellerinin ortaya çıkması aynı döneme denk geliyor. Aslında burada yine din değiştirme sürecinde bir semboller geçişi görüyoruz. İnsanlık o Kutsal Kara Taşından bir türlü vazgeçemiyor ve kara taş kaybolmuşsa bile onu Kara Meryem Heykeli ile yad ediyor. Bunlardan bir tanesini de getirip Efes’teki o tepeye koyuyorlar. Daha önce bahsettiğim gibi Matta İnciline göre Efeslilere Artemis gökten düşen siyah taştı.

Hristiyan mezheplerin üzerinde anlaşamadığı bir mesele Mary Magdalane yani Mecdelli Meryem’dir. Bu Meryem İsanın annesinden ayrı daha genç bir Meryemdir. Hikayeye göre İsa ile köy köy dolaşan havariler ekibindendir ama 12 havariden biri olarak sayılmamaktadır. İsa’nın son akşam yemeğinde masada olup olmadığı tartışmalıdır: kimi tablolarda vardır kimilerinde yoktur. Katolikliğin papası 591 yılında Mecdelli Meryem’e fahişe demiştir. 2016 Yılında mevcut papa/vatikan ise Mecdelli Meryemi havarilerin havarisi olarak tanıdığını resmen beyan etmiştir. Bu Meryem de aslında Artemis’ten (yani Kibele’den) dönüşerek Hristiyanlığın içine girmiş bir karakterdir.

“Tanrıların Anası: Kibele’den Bakire Meryem’e”
Kibele’den Black Madonna’ya geçiş süreci oldukça anlaşılır aslında: Kibele tüm Tanrıların anasıydı Kara Meryem de tek Tanrı olan İsa’nın anasıdır. İnsanoğlu çok Tanrılı dinden Tek Tanrılı dine geçiş yapınca Tanrıların Anası yok oluyor ve yerine Tek Tanrının Anası ortaya çıkıyor. Kibele’nin Roma Hristiyanlığında hem Aziz Petrus’a Hem Mecdelli Meryem’e hem de (Bakire) Kara Meryem’e dönüşmesi bu taşın / Kibele kültünün insanlar için ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor.
Hikayemizin konusu olan Parlak Kara Taş Batı Roma İmparatorluğunun çöküşünden sonra Avrupa civarında bir daha ortalıkta görünmüyor. Ancak binlerce yıllık gelenekten gelen bu kadar kıymetli bir taşın bir anda ortadan kaybolması yok olması mümkün müdür? Sizce de bu işte bir bit yeniği yok mu? 6. ve 7. yüzyıl civarlarına geldiğimizde ise çok enteresan bir şey oluyor ve ortaya başka bir Kutsal ve Parlak Kara Taş çıkıyor:

Kabe’deki Hacer’ül Esved (Tr. Kara Taş)
Bugün Kabe’de bulunan Hacer’ül Esved (ki Türkçe çevirisi tam olarak “Kara Taş”tır) tarih sahnesine İslamiyet ile birlikte çıkar. İslamiyetin kendi yanlı tarihi bu taşın binlerce yıl önceden kaldığını; Allahın taşı cenneten dünyaya gönderdiğini (mitolojiye göre M.Ö. 2000'lerde) peygamber İbrahim’e hediye ettiğini ve ardından Mekke’ye getirildiğini iddia etse de; İslam öncesinden kalan eski metinlerde “Mekkenin Kara Taşı” diye bir taşa rastlayan çıkmamıştır. Esasında Mekke şehrinin kendisi ile ilgili ortalıkta dolanan tonlarca sansasyonel iddia var; en çok dile getirileni de Mekke’nin çok yeni bir şehir olduğu milattan sonraki tarihlerde kurulduğudur. Arap Yarım Adasının tarihi çok eskidir. Kuzeyde Nebatiler ve Güneyde de Yemenliler Muhammed’e kadar binlerce yıl boyunca devletler kurmuş medeniyetler ortaya çıkarmıştır. Ancak İslam Öncesi Arap Yarımadasını anlatan akademik kitapları incelerseniz Mekke ve Medine’nin yer aldığı Hicaz bölgesinin tarihi ile ilgili bölümler neredeyse boştur. En eski kayıt olarak Ptolemy (Batlamyus)(M.Ö. 85) ve Diodorus Scilus (M.Ö 30) isminde iki antik tarihçinin Mekke’den bahsettiği iddia edilir ki bunlar çok tartışmalı iddialardır (Macoroba=Mekke midir gibi tartışmalar). Elbete bu sorunda Suudi Arabistan Devletinin kendi sınırları içerisinde arkeolojik araştırmalara müsaade etmeyişi büyük bir rol oynuyor.
Kibele Kültü çeşitli isimlerle Arap Yarımadasına çok uzun zamanlar çnce girmiştir. Heredot’a göre o bölgelerde Sami ırktan çeşitli toplumlar Tanrıça Afrodit’i “Alilat” diye çağırırlardı. İslamın kendi tarih anlatısına göre de Muhammed’in Kabe’de devirip kırdığı 360 puttan en büyüğünün adı savaş tanrısı olan Hübel idi. Hübel’in ses ve harf benzerliğiyle Kibele’nin Hicaz versiyonu olduğu gayet açıktır. Diyanet’in İslam ansiklopedisine göre Hübel:

İslâm öncesi dönemde Kâbe’nin içinde ve çevresinde bulunan putların en büyüğü olan Hübel kırmızı akikten yapılma bir insan şeklinde tasvir edilmiş sağ kolu kırık olarak Kureyş’e intikal eden bu puta daha sonra altın bir kol takılmıştır. Hübel Mekke’nin fethi esnasında diğer putlarla birlikte kırılarak ortadan kaldırılmıştır.

Reşidüddin’in Meşhur Cami-üt Tevarih (M.S. 1307) isimli kitabından bir minyatür: Muhammed’in hakemliği ve Hacer’ül Esved’in Kabe’deki yerine konulması
İslamın kendi yanlı tarih anlatısına göre aslında bu kara taş bin yıldan fazladır Mekke’dedir ama öyle bir dönem olmuştur ki bu taş kaybolmuştur ve ardından yeniden bulunmuştur. Tesadüfe bakın ki 476 yılında Batı Roma bütünüyle yıkılıp da Roma’daki Kutsal Kara Taş kaybolduktan 95 sene sonra 571 yılında orta doğuda Muhammed isminde biri doğar ve onun gençliğinde Mekke’de kaybolan bir Kutsal Kara Taş bulunur ve o dönem de tam Kabe Muhammed’in kabilesi olan Kureyşliler tarafından yeniden inşa ediliyordur. Bu da yetmezmiş gibi; bu taşı yerine koymak isteyen rakip kabileler birbiri ile tartışırken “kapıdan ilk giren hakem olsun denir”. Kapıdan ilk giren Muhammeddir. Yani Muhammed tamamen tesadüfi şekilde olay yerine gelir ve onun hakemliğinde Kutsal Kara Taş onun elleri ile ait olduğu yere konur. Sizce de bu olaylar dizisinde tesadüfün ötesinde bir şeyler yok mu? Bu olay Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisinde şu şekilde anlatılır:
İslâm’dan önceki dönemde Huzâalılar tarafından Mekke’den çıkarılan Cürhümlüler’in sakladığı Hacerülesved uzun süren aramalardan sonra bulunarak tekrar yerine konmuştur. Hz. Muhammed henüz otuz beş yaşında iken Kâbe’nin Kureyşliler tarafından yeniden inşası sırasında Hacerülesved’in yerine yerleştirilmesi hususunda kabileler arasında anlaşmazlık çıkmış bu şerefli görevi hiçbir kabile diğerine bırakmak istememişti. Bunun üzerine Kureyşliler’in en yaşlısı Ebû Ümeyye b. Mugīre’nin teklifiyle belirlenen bir yöntem sonunda hakem kabul edilen Hz. Muhammed Hacerülesved’i bir örtü içine koyarak bütün kabile reislerinin iştirakiyle kaldırmış yerleştirileceği yerin hizasına gelince de bizzat kendisi bu görevi yerine getirmişti.
Bugün Mekke’de bulunan Kutsal Kara Taş; tıpkı Romalıların 2000 yıl önce Roma’da taptığı Kutsal Kara Taş gibi Frigyalıların 3000 yıl önce Eskişehir civarında taptığı Kutsal Kara Taş gibi ya da Hititlerin 4000 yıl önce Çorum civarında taptığı Kutsal Kara Taş gibi Ya da Çatalhöyüklülerin 8500 yıl önce Konya civarında taptığı Kutsal Kara Taş gibi insanları çılgınlık seviyesinde cezbediyor kendine çekiyor:

Mekke’de Hacılar Hacerül Esved’i öpmek için birbiri ile yarışıyor
Kütüb-i Sitte’de Hacer’ül Esved’e dair hadisler çoktur. Mesela o Kara Taşın; cennetten geldiği Muhammed’in onu öptüğü Ömer’in onu öptüğü kendisine dokunanlara ahirette şefaat edeceği aslında İbrahim zamanında beyaz olduğu ve insanların günahları yüzünden gün geçtikçe karardığı gibi hadisler vardır:

Tirmizi Hadisi: Muhammed dedi ki; Kara Taş cennetten gelmiştir bu taş ilk başlarda beyazdı ama insanların günahları yüzünden zamanla karardı.
Bugün bu Kutsal Kara Taşın olduğu yöne Kıble deniyor. Halikarnas Balıkçısı nam-ı diğer dönemin Fransa Cumhurbaşkanının hayranlık duyduğu büyük allame Oxford’lu Cevat Şakir’in Anadolu Efsaneleri isimli kitabında söylediği gibi Kıble kelimesi ile Kibele kelimesi büyük benzerlik gösteriyor ve muhtemelen aynı etimolojik kökten gelmeler. Hatta benim fikrim Yahudilerin Kabala’sının kelime olarak kökeni de muhtemelen Kibeledir. Kıble ve Kabala kelimelerinin Arapça ve İbranice’de çekim sonucu farklı köklerden ortaya çıktığını iddia edenler olacaktır ancak bu durum bu kelimlerin 4000 yıl önce Aramiceye Anadolu’daki bir dilden geçmediğini kanıtlamaz.

Bu noktada önemli sorulardan biri şudur: M.S. 476 Yılında Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Kara Taş Mekke’ye nasıl ve kimler aracılığı ile ulaştı? Yahudi tüccarlar tarafından götürülmüş olabilir. Zira Kara Taş efsanesi o dönem için en az 6000 yıllık bir efsane. Sikkelerin üzerine işlenmiş adına tapınaklar yapılmış… Batı Roma’nın yıkılışındaki kargaşa sürecinde zaten Hristiyan olan ve eski putları kırmaya başlayan Roma halkı umursamamıştı ve bu arada yahudi bir tüccar taşı alıp filistin bölgesine götürmüştür. Orada da hala puta tapan Araplara satmıştır. Sonuçta Araplar o dönem kolaj bir putperestlik yaşıyorlar. Buldukları her putu alıp tapınaklarına götürüyorlar.
Şu anda Kabe’de bulunan Kara Taş’nın boyutları ve şekli Romalı Arnobius’un M.S. 300'lü yıllarda yaptığı tarifi karşılıyor: çok büyük değil siyah köşeli kolayca taşınabilecek büyüklükte(30–40 cm) bir taş bu. Ancak taşın yapısına dair bilgi yok. Gerçek bir Meteorit mi? Demir mi? Kristal mi? Mineral mi? Granit mi? Kara Elmas mı? Akik mi? Mesela dünya üzerinde bulunan en büyük kara elmas 3167 karatmış (hesaplarıma göre uzun kenarı yaklaşık 10 cm). Ve görüntüsü aşağıdaki gibi Kabe’deki taşa biraz benziyor bence:

1895 Yılında Brezilya’da bulunan Sergio Kara Elması (3167 Karat=633 gram=180 cm³)
Mekke ve Medine’ye 1920'li yıllara kadar her türden gayrimüslüm kafir seyyah girmiştir. Ancak geçtiğimiz yüzyılda müslüman olmayanların girmesini yasaklamış Suudlar zira bu islama göre Allahın emridir. Bu yüzden gayrimüslüm jeologlar taşa dokunmak şansını yakalamak suretiyle dahi taşın yapısı tahminini yapamıyorlar. Müslüman jeologlar zaten kutsal diye yapmıyorlar bunu. Bu yüzden aslında iş biraz ılık müslüman hafif münafık Türk jeologlara düşüyor ama onlar da Hicaz tarafına uğrayacak adamlar değiller. 1970'lerde illinoi Üniversitesi’nden biri bir makale yazmış bu konuda: “Meteorite benzemiyor muhtemelen akiktir” demiş.
Diğer bir husus ise taşın halihazırda kırık olduğu tarihte bir çok kez hasar gördüğü ve en son 8 parçanın bir şekilde yapıştırılarak oluşturulduğu söyleniyor. Bu taşın ufak bir parçasının Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a getirildiği ve şu anda Türkiye’nin 4 farklı yerinde: İstanbul’da Kanuni Türbesi Sokullu Cami Sultan Ahmet ve Edirne’deki Eski Camide bazen dış ve bazen iç cephe mermerlerine gömüldüğü de rivayetler arasında. Buralarda hakikaten mermere gömülü küçük siyah taşlar vardır:

İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman Türbesi- ön cephede mermer kemere gömülü küçük kara taş: Hacer’ül Esved’in bir parçası olduğu rivayet edilir.

Sokullu (Şehit) Mehmet Paşa Camisi İçerisinde Küçük Siyah Taş: Hacer’ül Esved’in bir parçası olduğu rivayet edilir.

2010 Yılında İstanbul’a gezmeye gelen (sanırım) Polonyalı ve aynı zamanda Jeolog olan turistler Kabenin Kara Taşının küçük parçalarının İstanbul’da da olduğunu duyunca hemen heyecanla Sokullu Camiine ve Sultan Ahmet Camiine gitmişler. Çeşitli zorluklarla taşları inceleyerek fotoğraflarını çekmişler ve onlar da sonunda taşın ne olduğunu anlayamamışlar.

Edirne Eski Cami’de Küçük Kara Taş: Hacer’ül Esved’in bir parçası olduğu rivayet edilir.
Sonuç olarak eğer İstanbul ya da Edirne’de iseniz 8500 yıl önce Konya’da Agama’nın keşke yemeye oturamadan göklerden süzüle süzüle düşüşünü izlediği o taşın Hitilerdeki Kubaba ve Friglerdeki Kibele Anamızın Ta Roma’ya ve oradan Mekke’ye giden o Kara Taşın bir parçasını ilgili mekanlara gidip görebilirsiniz.
Sonuç elbette bu değil. Sonuç şu ki; yukarıda anlatılan bilgiler ışığında düşünüldüğünde dinlerin birbirlerinin yerini alması süreçleri bir takım sembollerin önceki dinden çıkıp yeni dine farklı adla geçişi şeklinde olmaktadır. Gerek Hristiyanlık olsun ve gerekse de İslam olsun dünyanın en büyük iki dininin ilk iki yüzyılları metinsel anlamda karanlıktır. Dine henüz başlamışken hiç bir kayıt alınmaz hiç bir yazı yazılmaz ama iki yüzyıl sonra kitleler (büyük oranda siyasi ve ekonomik sebeplerle) bu dinlere taraf olduğunda bir anda metin patlaması yazı patlaması yaşanır. Bu tıpkı başlangıçta hiç tanınmayan ve izlenmeyen bir youtuber’ın ilk yıllarındaki karanlık dönemi gibi. Halbuki tanındıktan sonra hakkında çıkan yazılar ve haberler bomba gibi bir anda sürekli artıyor. Unutmayalım ki her iki dinin de tarihi ve içeriği o karanlık iki yüzyıl içinde oluşturuldu.
İslamın ya da Hristiyanlığın kendi yanlı tarih anlatılarına alternatif tutarlı bir tarih yazımı mümkün müdür?
Elbette mümkündür. Mesela Nasıralı İsa aslında Roma’ya karşı isyana kalkışan sıradan bir yahudidir. Zira zamanı gelince Jül Sezar ile birbirlerine en büyük politik rakip olacak Pompei Magnus bir Roma generali olarak İsa’nın doğumundan sadece 63 sene önce Kudüs’ü kan gölüne çevirmiş ve kalıcı olarak Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır.

“Pompey Kudüs Süleyman Tapınağında” tablosu.
Kudüs’te o dönem Yahudilerin ilk ve en büyük mabedi Süleyman Tapınağı vardır ve Romalı General ve Konsül Pompei Magnus Kudüs’ü fethi ile bu tapınağın içini kan gölüne çevirmiştir.(Hatta 1. Konstantin’in (Pompey’den 400 sene sonra) bu tapınaktan kalma kolonları Roma’ya getirtip Aziz Petrus Bazilikası’nda kullandığı iddia edilir).

Dolayısıyla Kudüslü Yahudiler ki buna İsa da dahil İsa 33 yaşına gelene kadar yaklaşık 98 sene boyunca Romalılar tarafından aşağılanmışlardır. O dönem Kudüs’te sürekli isyan vardır. Yahudi ayaklanmaları vardır. Romalılar Yahudileri durmadan çarmıha gerip tepelerde sallandırıyordur. Buna katlanamayan Nasıralı kendi Yahudi Tanrısını aciz görmeye başlar inancında ufak tefek revizyonlar yapar ve bunları yoldaşlarına anlatır; bir yandan da dönemin Roma Valisi Pontius Pilatus’a karşı silahlı bir mücadeleye girişir. Mücadeleyi kaybeder ama Kudüslü Yahudi ozanların sazında ve sözünde yüzlerce yıl yaşar bu süreçte İsa’yı fazla abartan biri adına bir din senaryosu yazar. İnsanlara İsa’nın suda yürüdüğünü ölü Lazarus’u dirilttiğini ölümden dirilip de göğe yükseldiğini çünkü kapısı kaya ile kapalı mağarada bulunamadığını anlatır. (devlete karşı gelen birinin cesedinin neden gömülme yerine mağaraya kapatılmasına izin verilir o ayrı bir soru zaten) E bu insanlar da ilkel adamlar 2000 yıl öncesinden bahsediyoruz zaten uçan kuştan korkuyorlar havalar biraz soğuk geçince grip olup en basit mikroptan öleni var bu dünyaları cehennem gibi ve inanacak bir öbür dünya masalı arıyorlar. Zaten İsa adına din kuracak adamın çok orijinal fikirlere de ihtiyacı yok: Kibele’yi ya da Artemis’i alıyorsun ve lokal isim olan Meryem’e çeviriyorsun geri kalan her şey toplumun o anki geleneği gelenekten çok sapmayacaksın yoksa fazla tepki görürsün eski din üzerinden yeni dini tasarlamak işe bu kadar.
Elbette İslam için de yazılabilir aynı hikaye; Batı Roma’dan ayrıldıktan sonra doğu sınırlarına odaklanan Bizans ile Sasanilerin birbirleri ile savaşıp durması sonucunda Hicaz bölgesi çok başıboş kalır. Kuzey Arabistan (Petra) ve Güney Arabistan (Felix) yerleşiktir ama Orta Arabistan büyük oranda nomaddır bedevidir göçebedir. İlk ve orta çağda; tüfek ve sanayinin olmadığı dönemde göçebe toplumların yerleşik toplumları savaşta mahvederek yok ettiği bir hakikat. Mesela göçebe Hunlar Moğollar ve göçebe Oğuzlar. İşte Orta Arabistan’ın iyice kızışan Bizans-Sasani kavgasını fırsat bilip de Orta Doğu’ya hakim olması çok uzun sürmedi. Zaten Sasanileri yıktıklarında Sasani saraylarında muhtemelen binlerce yıllık Pers imparatorluklarından kala kala birikmiş tonlarca altını elde ettiler ve bugünkü İslam işte o Sasani Altınlarından gelen sermayenin sonucudur. 7–8. yüzyıllarda elinde para olsun yeter ki: en kral dini yazarsın inanacak binlerce maaşlı adam ve cihatçı asker da bulursun: 200 sene önce Mekke’de Muhammed vardı kara taşta hakemlik yapmıştı miraca çıkmıştı namaz vardı niyaz vardı…. Burası hikayenin sonu değil hikaye bütün akıcılığı ile yaşanmaya devam ediyor zira kara taş hala insanoğlunun en popüler item’larından biri.
Kara Taşın Öyküsü işte böyledir.