Üniversitelerin Sorunları -1-
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Adana
En üst eğitim ve araştırma kurumu olarak üniversiteler her türlü sorunların (maddi ve manevi) en üst düzeyde incelenip irdelendiği elde edilen bulguların yine öğretim ve yayın yolu ile aktarıldığı merkezler olarak evrensel ölçekte insanlığa hizmet vermektedirler. Eğitimin tek yetkili kurumu olan üniversitelerin bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde birer felsefi tartışma ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumlulukları bulunmaktadır. Üniversitelerin öncü gücü olan bilim insanlarının görevi ise gözlemleyen düşünen araştıran sorgulayan ve kuram geliştirerek bilinmeyeni bilinir hale getirip bütün bunlardan faydalanarak yaşamı kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektir. Üniversitelerin tarihsel misyonuna bakıldığında; bulunduğu çağın önünü açması sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı kolaylaştırması için uygun modeller oluşturması ile anılırlar. Bu yönüyle üniversiteler en üst düzeyde teknik imkanlarla donatılmış ve örgütlenmiş geleceğe yönelik planı ve projesi olan vizyonu açık maddi ve manevi sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadırlar.
2002 yılında yukarıda tarif edilen üniversite gerçeği ile ülkemiz üniversitelerinin gerçeğinin birbirine pek de uymadığı görülmektedir. Bugün üniversiteler kendisine yakışır şekilde etkin sorun çözen ve saygın bir kurum olma yerine kendi kendisi ile uğraşan maddi gücü olmayan öğretim üyelerinin bir kısmı ‘gözlerimi kaparım vazifemi yaparım’ veya ‘salla başını al maaşını’ anlayışında kendisine biçilen alanın dışına çıkamayan felsefesi ve dünya görüşü daraltılmış bir konuma gelmişlerdir.
Üniversiteler genç fikir sahibi ve yüksek kapasiteli insanların bulunduğu ortamlarda değişik fikirlerin ve bakış açılarının doğması aykırı bulunmuş ve bir tür sindirme ile üniversiteler fikirlerin tartışıldığı yerler olmaktan çıkarılıp doğru kabul edilen fikirlerin öğretildiği yerler olarak toplum nezninde küçültülerek etkinliği düşürülmeye çalışılmıştır. Öğretim üyeleri ekonomik yönden yoksulluk sınırına getirilmiş zamanının büyük çoğunluğunu laboratuvar ve kütüphanede geçirmek yerine geçinmek için kısmen ek iş yapmaya zorlanmışlardır.
Üniversitelerin bu duruma düşmesine neden olduğunu düşündüğüm ve kendi izlenimlerimi yansıtan belli başlı sorunlar aşağıda sıralanmıştır.
1. Bilim Politikası ve Bilimsel Araştırma Programı Yetersizliği Sorunu a: Amaç ve Hedef Oluşturmada Kısırlık
Bugün Türkiye’de üniversitelerin en ciddi sorunu geleceğe yönelik bilimsel program ve hedeflerinin olmaması olarak görülmüş ve bir çok sorun da bilimsel bakış açısının olmaması ile ilişkilendirilmiştir. Bir çok üniversiteler ana bilim dalı düzeyinden başlayarak üst örgütü rektörlük makamına kadar geleceğe yönelik hedeflerden projelerden ve stratejilerden yoksun bulunmaktadırlar. Toplumun en örgütlü ve vizyonu olması gereken kurumu halen bulundukları ortamda planı projesi olmayan ve hangi misyona hizmet ettiğinin bilincinden yoksun okyanusta pusulasız yüzen bir gemiyi andırmaktadır. Gelişmiş üniversitelerde uzun ve kısa vadeli projeksiyonlar çizilir ve aralıklarla bunların gerçekleşme durumları tespit edilir. Başarılı olan birimler ve kişiler ödüllendirilir; başarısızlar ise zamanla işini kaybetmekle yüz yüze kalırlar. Üniversiteler en alt biriminden en üst kuruluşuna kadar aralıklarla hedefler belirlemeli ve hedeflerin gerçekleşmesi ve öğretim üyelerinin yıllık faaliyetleri izlenmelidir.
b: Kalite sorunu
Son yıllarda üniversitelerin bilimsel yayın sayısının arttığı bir gerçektir fakat bu artış tamamen ülkenin bilim politikası ve altyapı iyileştirilmesinin bir sonucu olarak değil daha çok akademik aşamadaki zorunluluk TÜBİTAK teşviki (az da olsa maddi destek) ve yurtdışında doktora öğrenimi görüp yurda dönen genç araştırıcıların geçmişten getirdikleri birikim sonucudur. Türkiye’nin bilimsel aktivitesini yükselten bu artış istekli ve sürekliliği olan bir durum arz etmemektedir.
c: Statüko
Bugün üniversiteler çağın koşullarına göre hareket eden dinamik unsurlar olmak yerine mevcut statükoya bağlı yavaş hareket eden hantal kurumlar haline gelmiştir. Duruma göre yeni enstitü merkez ve eğitim programlarının açılması araştırma gruplarının kurulması ve gerektiğinde kendilerini yenilemeleri son derece zor ve zaman alıcı olup statükoya uygun olarak üst makamlarca halledilmektedir.
d: Çeşitlilik
Üniversitelerin bir diğer ciddi sorunu da beyin fırtınasının oluşmasına olanak tanınmamasıdır. Farklı düşüncelerin oluşmaması evrensellikten ismini alan üniversitelerde gerek yöneticiler ve gerekse yetkili ve etkili makamlar tarafından farklı düşünmeye hiç tahammül gösterilmemektedir. Üniversitelerin hemen hemen hiç birinde geleceğe yönelik fikirlerin geliştirildiği tartışıldığı düşünme ve gelişme merkezlerinin oluşmadığı gözlenmektedir. Üniversitelerin en önemli özelliği yeni ve özgün düşünceye değer verilmesidir. Aykırı düşünmeyen hiç bir beyinin bilimsel anlamda buluş yapması beklenmemektedir. Üniversitelerin vazgeçilmez gıda kaynaklarından biri olan beyin fırtınası anlayışının yaygınlaştırılması ile üniversiteler gerçek bilim üretebilir ve öğretebilir merkezler haline gelebilirler. Bu şartlarda bir çok kişi beyin fırtınasına tahammül edemeyebilir fakat olmazsa olmaz deyip herkes üniversitede düşündüğünü ileri sürmeli ve bu düşüncelerden yaşamın felsefesine uygun hayatta destek görenler işlerlik kazanmalıdır. Her beyinde bir fırtına vardır.
e: Üniversitelerde Hiyerarşi Sorunu
Farklı düşüncenin gelişememesinin bir nedeni de yaygın olan akademik hiyerarşinin kendisini üniversitenin her alanında hissettirmesidir. Genelde idari ve ekonomik konularda akademik hiyerarşi bütün dünyada dikkate alınarak yapılırken bilimsel stratejilerin ve politikaların geliştirilmesinde ve projelerin değerlendirilmesinde ise bilimsel hiyerarşi ön plana çıkmaktadır. Ülkemizde ise yalnızca akademik hiyerarşi ön planda tutulduğu için konum olarak düşük düzeydeki araştırıcıların görüşleri çoğu zaman dikkate alınmamaktadır. Bu gün katı ve sıkı bir hiyerarşik yapının hakim olduğu üniversitelerimizde hiyerarşilerin mümkün olduğunca daha esnek hale getirilmesi ve yönetimlerin aşağıdan yukarıya doğru demokratik bir şekilde yeniden yapılanması artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
f: Everensellik Sorunu
Üniversite personelinin (Öğretim üyesi ve öğrencisi) ve ortamının toplumsal sorunların kaynağı olarak görülmesi ve üniversite özerkliğinin kısmen kontrol altına alınmasından bu yana üniversiteler evrensellik boyutundan ulusal boyuta taşınmışlardır. Bunun sonucu öğretim üyeleri de evrensel boyuttaki sorun çözümü ve hipotez üretmek yerine başka ülkelerden yapılan çalışmaları olanaklar ölçüsünde ülkemizde uyarlanabilirliği üzerine yönelmişlerdir. Bugüne kadar çok az sayıda öğretim üyesinin uluslararası alanda başarı göstermiş olması bu politikaların bir sonucu olsa gerektir. Fakat yurt dışında faaliyet gösteren Türkiye kökenli öğretim üyelerinin ise uluslararası alanda daha başarılı olduğu sık sık duyulmaktadır. Bu da olayın kişiden çok sistemin bir yansıması olsa gerektir.
g: Üniversitelerin Kayırmacılık Sorunu
Başarısı ve becerisi olamayan eş-dost ilişkisine dayalı personel politikası bugün üniversitelerin kalitesini önemli ölçüde zedelemektedir. Bazı üniversitelerde başta araştırma görevlisi olmak üzere öğretim görevlisi ve elemanı alımında yakınların kollandığı sık sık şikayet konusu olmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi ikinci dereceye kadarki yakınların üniversiteye alınmaması konusunda örnek bir tutum sergilemiştir.
h: Ara Elemanı ve Yardımcı Hizmetler Sınıfı Sorunu
Üniversitelerin bir diğer sorunu da yetişmiş ara eleman sorunudur. Bir taraftan binlerce işsiz üniversite mezunu bir taraftan da laboratuvarlarda arazide ve büroda çalışarak hizmetli eleman bulma sorunu söz konusudur. Bir çok laboratuvarlar teknik eleman yetersizliği nedeniyle ya hocalar veya varsa yüksek lisans öğrencileri tarafından yönetilmektedir. Mevcut personel de çok verimsizdir.
2. Nitelikli Öğretim Üyesi ve Elemanı Bulma Sorunu
Üniversitelerin esas itici gücü olan nitelikli öğretim üyesinin yetiştirilmesi ve geleceğin kadrolarının inşası üniversiteleri ve YÖK’ü en çok meşgul eden sorunların başında gelmektedir. Halen bir çok üniversitede öğretim elemanlarının atama ilkeleri oluşturulmamış atamaların çoğu zaman siyasi eğilimlere ve yakınlığa göre yapıldığı söylenmekte ya da rektörlerin oy deposu olarak değerlendirilmektedir.
Yine son yıllarda her ile bir üniversite açılması sonucu oluşan öğretim üyesi açığı öğretim üyelerinin maaşlarının yetersizliği ve siyasi tercihlerden dolayı yetenekli ve çok yönlü bir çok kişiler bugün üniversitelerin dışına itilmiştir. Bugün bir çok taşra üniversitesinde işe girmenin en kolay yolu olarak öğretim üyeliği seçilmiştir. Üniversitelerde kalite sorununu çözmek için akademik atama barajlarının düzenlenmesine çalışılmaktadır. Sonradan yapılacak bu tür düzenlemeler yerine öğretim üyeliğinin cazibesinin artırılması ve bilginin değerli olduğu bilincinin yerleştirilmesi ile üniversiteler nitelikli kişilerin çalışma alanı olacaktır.
Akademik aşama olarak kabul edilen doktora sonrası unvanlar bugün en çok tartışılan konuları oluşturmaktadır. Objektivitizmden çok dil barajı ve sübjektivizmin ağır bastığı akademik aşama yapma anlayışı artık dejenere olmuştur. Son 20 yılın bilânçosu üniversitenin bünyesine yerleşmiş üretkenliği düşük vizyonu ve dünyaya açılma cesareti olmayan ve yerel ölçekte düşünen hatırı sayılır öğretim üyesi ordusu oluşmuştur.
Bütün dünyada üniversite öğretim üyeleri ilanla ve kendi gurubunun en iyileri kendi üniversitesi dışında aranırken ülkemizde herkes kendi yetiştirdiği elemanını (inbreeding) almayı tercih etmektedir. Böylece çeşitlilik ve insan motivasyonu olmadığı gibi aşağıdan gelen nesil yukarıdakileri geçememektedir. Geleceğin kadrolarının oluşturulmasında etkin bir yöntem olarak bütün dünyada benimsenen ‘proje asistanlığı’ ve ‘post-doktor’ uygulaması ülkemizde işletilmediği için çekirdekten yetişme ve kendini ispatlamış öğretim elemanı yetişmemektedir. Öğretim üyesinin yetişmesi birlikte çalıştığı hocanın bilimsel aktivitesiyle paralel yürümektedir.
Toplumun en örgütlü ve ilkeli kurumları olması beklenen üniversitelerin her konuda bir çıtasının olması ve ilkeli davranması kurumların toplum neznindeki saygınlığının korunması için büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş üniversitelerin çıtalarını yüksek tutarak kaliteyi yükseltmeleri bir zorunluluktur.
YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla öğretim elemanı yetiştirmek amacıyla yurt dışına gönderilen öğrencilerin bir kısmının sonradan tarikatlarla ilişkisi olması ve bir kısmının başarısız ve bir kısmının da bulundukları ülkede kalmayı tercih etmeleri nedeniyle istedikleri başarıyı yakalayamamıştır. Öğrenimlerini tamamlayıp geri gelenlerin çoğunluğu yeni kurulan taşra üniversitelere gönderilmişlerdir. Yeni üniversitelerde maddî ve manevi olanaksızlıklar yanında kendilerine alt yapı olanaklarının sunulmaması çalışma ortamı yaratmak için proje yapacak kurum bulamaması gibi sorunlardan dolayı çoğu gençler bugün yalnızca ders vermekten öteye geçememişlerdir.
Ayrıca ileriki sayılarda aşağıdaki sıraladığım sorunları irdeleyeceğim.
3. Üniversitelerin Yönetim Sorunu
4. Araştırma Fonu Sorunu
5. Yayın Kalitesi Sorunu
6. Altyapı Sorunu
7. Nitelikli Öğrenci Bulma Sorunu
8. Yüksek lisans Doktora Eğitimi ve Sorunları
9. Bilgiye Erişim Sorunu
10. İletişim ve Haberleşme Sorunu
11. Kongrelere ve Sempozyumlara Katılma ve Bunları Düzenleme Sorunu
12. Yabancı Dil Sorunu
13. Öğretim Üyelerinin Özlük Hakları Sorunu
14. Öğretim Elemanlarının Örgütlenme Sorunu
15. Öğrencilerin Örgütlenme Sorunu
Özet: İyi bir tornada iyi bir usta şaheser yaratabilir fakat kötü bir usta niteliksiz mal üretir. Bu bakımdan üniversiteler iyi bir torna ve hocalar ise birer iyi usta olmak zorundadır. Bugün torna bakımsız ustalar ilgisizlikten ve yetersiz kaynaklarla boğuşmaktan yorgun ve bitkinse tabii üretilen ürünün kalitesi o ölçüde düşük ve piyasada hakkettiği değeri görememektedir.
Kanım o dur ki üniversite mensuplarının çoğunluğu (öğretim üyesi öğrenci ve çalışanları) üniversite bilinci ve üniversite yaşam biçimi hakkında pek de geniş bilgi sahibi değildirler. Çoğu kişi üniversiteyi sabah 8 akşam 5 mesaisi içinde bir işyeri olarak görmektedir. İl üniversitesi düzeyinde faaliyet yürüten taşra üniversitelerinde bu durum daha da vahim durumdadır. Üniversitelilik bilinci oluşmadığı için stratejileri ve vizyonları da kısır olmaktadır. Hal böyle olunca yukarıda sıralanan ciddi sorunlar oluşmakta ve o noktadan itibaren de üniversiteler bilim üreten ve öğreten kurumlar olmaktan çıkar duruma gelmektedirler. Her şeyden önce üniversitelerin kendi duruş noktalarını belirlemeli ve kendi misyonunu yerine getirmesi için kendilerini yeniden şekillendirmesi gerekmektedir.
Bugün gelinen noktada toplumun önü tıkanmış ve bu tıkanıklık kendisini yansıma prensiplerine uygun olarak üniversitelerde de hissettirmektedir. Toplumun önünün açılması kendi sorunlarına ve toplumun sorunlarına sahip çıkan bir üniversite anlayışı ile olacaktır.
Paylaş