Foruminci.net

Teşekkür Teşekkür:  0
Beğeni Beğeni:  0
Beğenmedim Beğenmedim:  0
1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 1 2 3 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 32

Konu: Efsane/Destan/Hikaye

  1. #1
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart Efsane/Destan/Hikaye

    YUSUF İLE ZÜLEYHA

    Divan edebiyatında birçok şairin mesnevilerine de konu olan bu aşk öyküsü Kur'an-ı Kerim'de "öykülerin en güzeli "diye isim bulmuştur . Yusuf sûresinde 98 âyet (4-101) Yusuf Peygamber'in ibretli hayat hikâyesinden söz eder.

    Buna göre Yusuf Peygamber'in on bir erkek kardeşi vardır. Olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Hz.Yusuf babası tarafından çok sevilmektedir. Onu kıskanan kardeşleri gezinti için kıra götürürler ve kuyuya atarlar. Babalarına ise kanlı elbiselerini gösterip onu kurdun yediğini söylerler. Yoldan geçen bir kervan su çekerken Yusuf'u bulur ve Mısır'da Hazine Bakanı olan Azîz'e köle olarak satarlar.

    Sarayda ihtimamla yetişen Hz.Yusuf 'a Azîz'in karısı Züleyha aşık olur ve onu yasak ilişkiye çağırır.Hz.Yusuf ona şöyle cevap verir: "Allah'a sığınırım. Efendim bana iyi baktı. Doğrusu zulüm yapanlar kurtuluşa eremez." Yüce Allah o arada Hz.Yusuf'un da Züleyha'yı arzuladığını ancak ihlâslı bir kul olması yüzünden Yusuf'un bu kötülük ve fuhuştan korunduğunu belirtir.

    Eşinin haksız olduğunu tespit eden Azîz olayın hiç bir şey olmamış gibi kapanmasını istemişse de dedikodunun önü alınamamıştır. Bunun üzerine Züleyha dedikodu yapan hanımları yemeğe davet etmiş ve Yûsuf'u onların yanına çağırarak şaşkınlık içinde meyve bıçakları ile ellerini kestiklerini görmüştür. Bununla âşık olmakta haklı olduğunu göstermeye çalışan Züleyha Yusuf'un kendisine ilgi göstermemesi üzerine onun hapse atılmasını istemiştir.

    Güzel bir kadının cinsel isteklerine uymak yerine yıllarca hapiste kalmayı tercih eden Hz.Yusuf bu konuda şöyle dua etti: "Rabbim bana göre zindan bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum." Rabbi onun duasını kabul etti ve onların düzenlerini ondan savdı.

    Mısır hükümdarı bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Yorumcular bu rüyaya anlam veremediler. Bu arada zindanda bulunan Hz.Yusuf isabetli rüya yorumları ile ün yapmıştı. Kral onu yorum için saraya çağırdı. Ancak Yusuf Züleyha konusunda iftiraya uğradığını bu eski davanın görülerek sonuca bağlanmasını istedi. Böylece temize çıktıktan sonra rüyanın yorumunu yapabileceğini söyledi. Gerçekten sorguya çekilen Züleyha ve dedikoducu kadınlar doğruyu söylediler. Hz.Yusuf belge ve delillerle temize çıkınca rüyayı şöyle yorumladı:

    Yedi yıl çok bolluk ondan sonra da yedi yıl kıtlık yılları gelecek. Kral tedbir olarak ne yapmak gerektiğini sorunca Hz.Yûsuf ekonomik ve mali işlerin başına kendisi getirildiği takdirde bu kıtlık ve darlık yıllarına çare bulabileceğini söyledi.Bu göreve getirilen Hz.Yusuf ilk bolluk yıllarında halkı tasarrufa teşvik etti tüm fazla hububatı depolara yerleştirdi. Bu arada halk ellerindeki altın gümüş gibi değerli eşyasını da Hz.Yusuf 'un emanet depolarına teslim etmişti. Bunların eline emanet bıraktıkları şeylerin miktar ve niteliklerini belirten makbuzlar veriliyordu. İşte bu makbuzlar J. Dobretberger gibi iktisatçıların belirttiği gibi M. Ö. 1600 yıllarında Ortadoğu' da elden ele kâğıt para gibi dolaşmaya başlar.

    Rivayete göre Mısır Melik'i Hz. Yusuf'a taç giydirmiş kılıç kuşatmış ve inci ile yakut işlemeli bir taht yaptırmıştır. Ancak Hz.Yusuf son ikisini kabul etmekle birlikte taç giymeyi kendisinin ve atalarının giydiklerinden olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Ülke kısa sürede Hz.Yusuf 'un adaletli yönetimi ile onun nüfuz ve iktidar alanına girmiştir. Bu arada Hazine Bakanı Aziz vefat etmiş eşi Rail diğer adı ile Züleyha Melik tarafından Yusuf'la evlendirilmiştir. Bir mucize olarak gençleşen Züleyha kocası iktidarsız olduğu için kız olarak Yusuf'la gerdeğe girmiştir. Bunun üzerine Yusuf Züleyha'ya "Bu şekilde meşru olarak evlenmemiz senin haram olarak istediğinden daha iyi değil mi?" diyerek helal ile haram arasındaki farka dikkat çekmiştir. Züleyha'nın Yusuf'tan Efrâim ve Menşa adlarında iki oğlunun dünyaya geldiği nakledilir...

  2. #2
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    FERHAT İLE ŞİRİN

    Efsaneye göre Ferhat Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun yeğeni Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat Sultan'a haber salarak Şirin'i istetir. Sultanyeğenini vermek istemez. Ferhat'ı oyalamak için dağı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat zekası teknik bilgisi bilek gücü aşktan aldığı kuvvetle dağı deler.

    Mehmene Banu dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat bu acı haber üzerine elinde tuttuğu külüngü havaya atar düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat orada ölür. Ferhat'ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir.Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak orada can verir. Her iki sevgiliyi can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.

    Bu aşk öyküsünün Karagöz oyunlarındaki işlenişi ise şöyle :

    Hacıvat tarafına Şirin’in köşkü Karagöz tarafına ise dağ kurulur. Hacıvat’ın tegannîsinden sonra perdeye gelen Karagöz Hacıvat’a “Kendi tarafına köşk benim tarafa ise moloz yığını koymuşsun” diye sitem eder. Bunun üzerine Hacıvat Ferhat ile Şirin öyküsünü anlatmaya başlar. Bu sırada Karagöz ile Hacıvat çekilirler ve olay canlanır.

    Ferhat ile Şirin birbirlerini çok severler. Fakat Şirin’in annesi Şirin’i Ferhat’a vermek istemez. Hacıvat’ın araya girmesi sonucu Şirin’in annesi bir şart koşar. Amasya şehrinde su yoktur eğer Ferhat Elmadağı'nı kazması ile yarıp şehre su getirirse Şirin’i vermeye razı olacaktır.

    Ferhat Hacıvat’tan bir külünk bulmasını ister. Hacıvat Karagöz’e giderek bir külünk ısmarlar. Külüngü zamanında yetiştiremeyen Karagöz evden kendi kazmasını getirir. Ferhat dağı kazma ile yararak şehre su getirmesine rağmen Şirin’in annesi Şirin’i vermeye razı olmaz büyücü bir kadın bularak onları ayırmak ister. Büyücü kadın Ferhat’a gelerek Şirin’in öldüğünü söyler. Ferhat büyücü kadını öldürür tam kendi canına da kıymak üzeredir ki Karagöz gelerek Şirin’in ölmediğini söyler ve iki sevgiliyi birbirine kavuşturur ...

  3. #3
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    LEYLA İLE MECNUN

    Leyla ile Mecnun'un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır . Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli ( Leyla ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk serüveni anlatılmaktadır .

    Söylentiye göre Kays ile Leyla kardeş çocuklarıdır .Küçük yaşta birbirlerini severler . Kays'ın Leyla için söylediği şiirler dillerde dolaşır .Leyla'nın babası adını dillere düşürdüğü için kızının Kays'la evlenmesini önler .Leyla başka biriyle evlendirilir .Kays çöllere düşer .Mecnun (deli ) diye anılmaya başlar .Ayrılık acısına dayanamayan Leyla kederinden ölür . Mecnun bunu duyunca onun mezarının başına koşar ve o da orada can verir .

    Bu efsane Arap edebiyatında X. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir .Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir . Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli'nin yapıtıdır ( 1535)

    Aşağıda okuyacağınız küçük hikaye Fuzuli`nin Leyla vü Mecnun adlı mesnevisinden alınmıştır.

    Kays bilinen adıyla Mecnun Leyla`nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer. Derviş hemen namazını selamlayıp Mecnun'a "Namaz kılan birinin önünden geçilmez bunu bilmiyor musun?" diye çıkışır. Mecnun cevap verir "Ben Leyla'nın aşkından öyle bir hale geldim ki senin burada namaz kıldığını görmedim bile sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?"

    Leyla ve Mecnun'un hikayesi Türk Halk edebiyatının da etkilemiş ve Leyla ile Mecnun adıyla bir Karagöz oyunu haline getirilmiştir .

    Karagöz oyunlarında işlenen Leyla ile Mecnun hikayesi ise şöyle :

    Oyunun başında Leyla ile Mecnun birbirlerine olan sevgilerini şiirlerle dile getirirler. Aralarında bir gül ağacı vardır. Zebani gelerek gül ağacını alır ve yerine karaçalı koyar. Karagöz bu karaçalıyı almak isterken zebani Karagöz’ü kaldırıp baş aşağı kara çalının üzerine atar. Hacıvat gelerek Karagöz’e Leyla ile Mecnun’un hikayesini anlatarak Zebani’nin kara çalıyı onları ayırmak için koyduğunu söyler.

    Perdeye içinde Leyla’nın babası ve annesinin olduğu bir kervan gelir. Hacıvat onlara bir ev bulur. Daha sonra Mecnun’un babası olan Halepli Haşim gelir. Hacıvat Leyla’nın anne ve babasının olduğu yere ergeç Mecnun’un da geleceğini söyler. Mecnun gelip Leyla’ya olan aşkını Hacıvat’a anlatır ve ondan yardım ister. Bu esnada bir aslan gelip Karagöz’ün köpeğini yutar. Leyla’nın babası kızını Mecnun’a istemeye gelen Hacıvat’ı kovar. Hacıvat Karagöz’ün ninesi olan Cazu’dan yardım ister. Cazu nine Leyla’nın babasına giderek eğer kızlarını Mecnun’a vermezlerse Leyla’nın öleceğini söyler.

    Bunun üzerine Leyla’nın babası kızını Mecnun’a vermek için üç şart koşar. Birincisi Mecnun çok sevdiği dişi ahuyu öldürecektir. İkincisi aslan ile boğuşup onu da öldürmesi. Üçüncüsü ise yedi başlı ejderhayı öldürmesi. Karagöz Mecnun’a bir bıçak verir. Mecnun kendi isteğiyle ahuyu öldürür. Daha sonra aslan ile ejderhayı da öldürür ve koşulları yerine getirmiş olur. Zebani iki sevgilinin kavuşmasını engellemek amacıyla araya yine kara çalı koyarsa da Mecnun bıçağı ile karaçalıyı kesip atar.
    Sevgililer birbirlerine kavuşurlar ve kervanla memleketlerine dönerler ...

  4. #4
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    KEREM İLE ASLI

    Bu aşk hikayesinin Aşık Kerem ya da Kerem Dede diye anılan Azerbaycan yöresi halk şairinin aşk serüvenini konu eden şiirleri halk arasında yayıldıktan sonra adı bilinmeyen halk hikayecileri tarafından bu şiirler çerçevesinde oluşturulduğu ileri sürülür .( XVII. yy. )

    İsfahan Padişahı'nın oğlu Kerem keşiş kızı Aslı'ya gönül verir .Ancak din ayrılığı yüzünden onunla evlenmesi mümkün olmaz . İlden ile göçen keşişle kızı Aslı'nın ardından uzun yolculuklar yapan delikanlı Halep Paşası'nın emri üzerine Aslı'yla evlendirilir .Ancak düğün gecesi keşişin kızına giydirdiği gömleğin düğmeleri bir türlü çözülmeyince Kerem ah edip yanarak ölür . Onun külleri arasında kalmış kıvılcımla Aslı'da saçlarından tutuşup can verir .

    Hikaye boyunca Kerem arkadaşı Sofu'yla birlikte uzun yollar aşar . Anadolu'nun birçok yerini gezer Hanlarda kahvelerde şiirler söyler yollara dağlara akarsulara hayvanlara Aslı'ya benzettiği güzellere şiirler söyleyerek derdini anlatır .Aslı'yı yakından görebilmek için kızın annesine bütün dişlerini çektirir .

    Hikayeye olağanüstü ögeler de karışmıştır .İki sevgilinin doğumları bir dervişin verdiği sihirli elmayla olmuştur .Zorda kalan Kerem'i Hızır kurtarır .Dağlar ırmaklar o şiir söyleyince geçit verir .

    Sevgilisine kavuşma yolunda çileler çeken ve onun uğrunda yanan Kerem modern edebiyatta bir ülküye bağlanıp can verebilen kahramanın simgesi sayılmıştır .

    Ala gözlerine kurban olduğum
    Hep senin derdinden yanar ağlarım
    Kime arzedeyim garip halimi
    Ellerin yanında görür ağlarım ..

    Benden kaçar sevdiğim gayrden kaçmaz
    Dahi pek küçüktür aşıkın bilmez
    Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez
    Yüzümü yerlere sürer ağlarım ..

    Yine düşt'ayrılık vücut şehrine
    Yürek mi dayanır dilber cevrine
    Sürülünce insan mahşer yerine
    Hak'kın divanına durur ağlarım ..

    Kerem der bu firkatla yanarsam
    Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem
    Bu hasretle kıyamete kalırsam
    Kefenim boynuma sarar ağlarım ...

    Aşık Kerem

  5. #5
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    BOŞKA İLE ADMİRA

    Boşka ve Admira Yugoslavya parçalanmadan önce Saraybosna'
    da yaşayan iki genç. Admira Müslüman Boşka ise Sırp bir aileden. Ama ikisi de Saraybosnalı. Çocuklukları aynı mahallede geçer. Lise yıllarında bu iki genç birbirlerine aşık olup nişanlanırlar. 1992 yılının ilkbaharında Boşka ve Admira evlilik planları yaparken Bosna'da savaş başlar.

    Bu tarihten itibaren bu iki insanın hayatlarına anlam kazandıran birçok şey savaşın acımasız ellerinde bir bir yok olup gider. Önce Sırp ordusunun Bosna'yı talan edip masum ve savunmasız insanları toplama kamplarında katletmelerini seyrederler. Sonra birlikte büyüdükleri insanların birbirlerine düşman oluşuna oynadıkları sokakların yaşadıkları evlerin yıkılışına şahit olurlar. Bütün bu karmaşanın içinde Boşka ve Admira'nın sarılıp tutundukları iki şey vardır: birbirlerine olan sevgileri ve Saraybosna'ya tutkunlukları.

    Birçok Saraybosnalı gibi Boşka ve Admira da hazırlıksız ve savunmasız yakalanırlar Sırp kuşatmasına. Yine de şehri terketmezler. Bu arada Boşka'nın birçok arkadaşı Saraybosna'yı çevreleyen Sırp çetelerine katılırlar ve Boşka'nın da katılması için baskıda bulunurlar. Boşka her seferinde reddeder.

    Admira ile birlikte Saraybosna'da kalıp şehirdeki yaşlı ve düşkünlere yardım ederler. Onlar için yiyecek kuyruklarında beklerler. Kışın evlerine odun taşırlar. Kuşatma çemberi gün geçtikçe daha da daralır. Yaşam daha da zorlaşır. Bunun üzerine yaşadıkları yeri terkedip şehrin merkezine yerleşirler. Bu arada Boşka'nin ailesi Sırbistan'a göçer.

    Boşka ve Admira'nın Saraybosna'da verdikleri yaşam mücadelesi iki yıl sürer. Bu arada evlenirler de. 1994 ilkbaharında Sırbistan'a Boşka'nin ailesinin yanına gitmeye karar verirler. Saraybosna'nın giriş-çıkışlarını tutan Sırp askerlerinden ve şehri savunan direniş gruplarından izin alırlar.

    Geçiş günü gelir. Boşka ve Admira önce Admira'nın ailesini ziyaret edip onlarla vedalaşırlar. Sonra askerlerin onlara söylediği geçis noktasına doğru yürürler. İkisi elele kilit noktasındaki köprüyü geçerler. Köprüden sonra bir iki adım attıkları sırada birkaç el silah sesi duyulur. Boşka ve Admira yere düşerler.

    O anda mı ölürler yoksa daha sonra mı bilinmez. Fakat ölümde bile rahat bırakmaz savaş Boşka ile Admira'yı. Kimse yanaşamaz yanlarına on gün boyunca. Ailelerin girişimleri sonuçsuz kalır. Ne şehri savunan direniş grupları ne de Sırp askerleri kimseyi yaklaştırmazlar yanlarına. Boşka ve Admira kurtlara köpeklere yem olurlar. Olay büyür televizyona gazetelere yansır. On gün sonra Boşka ve Admira'dan geriye kalanlar aileler tarafından alınıp gömülür. Kurşunlari hangi tarafın ateşlediği bulunamaz. İki taraf da birbirlerini suçlarlar ..

  6. #6
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    TAHİR İLE ZÜHRE

    Padişah kızı Zühre ile Vezir oğlu Tahir'in ölümle biten aşk serüvenini anlatan bir Türk halk hikayesidir. Sevgililerin birleşmesini Zühre'nin annesi var gücüyle engelller . Sürgüne gönderilen Tahir sevgilisi başkasıyla evlendirileceği sırada gizlice döner .Ama delikanlı öldürülür . Tahirin öldürüldüğünü duyan Zühre'de kendini öldürür .

    Tahir ile Zühre'nin Karagöz oyununda anlatılışı da şöyle :

    Zühre’nin babası Hacıvat’a bir kahya aradığını söyler Hacıvat da Karagöz’ün bu işi yapabileceğini söyler. Karagöz eve kahya olarak girer. Tahir ile Zühre birbirlerini çok sevmektedirler. Zühre’nin babasının yanında kahya olan Tahir’in babası ölürken Tahir ile Zühre’nin evlenmelerini vasiyet etmiştir. Zühre’nin babası da evlenmelerini istemektedir. Tahir ile Zühre’yi yanına çağırarak bu fikrini onlara da söyler. Karısının da onayını almak için durumu ona da anlatır. Bu fikri kabul etmeyen Zühre’nin üvey annesi sonradan kabullenmiş gibi görünür. Odasına gittikten sonra Karagöz’ü odasına çağırarak Tahir’i kendisinin sevdiğini söyler.

    Zühre ile evlenmesine engel olması için kocasına büyü yaptırır Karagöz’e para vererek büyüyü kocasının sarığının içine koymasını ister. Karagöz Zühre’nin babası uyurken büyüyü sarığının içine koyar. Zühre’nin babası uyandığında evlenme işinden vazgeçtiğini söyler. Tahir bu sevdadan vazgeçmeyeceğini söyleyince Zühre’nin babası seymenleri çağırarak Tahir’i Mardin’e sürgüne gönderir. Bir süre sonra Tahir kaçıp geri gelir ve Karagöz’e bu işi düzeltmesi için yalvarır. Karagöz bir punduna getirip Zühre’nin babasının sarığından büyüyü çıkarır. Birden kendine gelen Zühre’nin babası kızını Tahir’e vereceğini söyler. Olan biteni Zühre’nin babasına anlatan Karagöz iki sevgilinin kavuşmasını sağlar...

  7. #7
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    ARZU İLE KANBER

    Birbirlerini kardeş sanarak büyüyen iki gencin asklarini anlatan ve 17. yüzyilda ortaya çiktigi sanilan Türk halk öyküsü. Konusu söyledir: Bir kervan yolda eskiya baskinina ugrar. Baskindan yalniz küçük bir erkek çocugu sag olarak kurtulur. Bir aile tarafindan evlatlik olarak alinan çocuga Kanber adi verilir. Bir süre sonra bu ailenin bir kiz çocugu olur adini Arzu koyarlar. Iki çocuk birbirlerini kardeş sanarak büyürler. Bir süre sonra aralarında ilgi veyakınlık başlar. Kardeş olmadiklarını ögrenince de evlenmek isterler. Arzu"nun annesi bu evlilige karsi çıkar ve kızını zengin bir tüccarla evlendirir. Ama adam kisa bir süre sonra ölür.Arzu ile kanber evlenmek için yeniden uığrasırlarsa da anne engel olur. Asıklar bir rastlantı sonucu birbirlerini bulurlar. Kavusmanin heyecaniyla ikisi de bayilir. Sürekli olarak kızını izleyen kötü yürekli anne onlari gene ayırmak ister ama gençlerin çevresi su ile kaplandigindan yanlarina ulasamaz. Az sonra iki sevgilinin gögüslerinden birer güvercin çikarak uçar ve böylece ikisi de orada can verirler

  8. #8
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    Sevgililer Günü Efsanesi

    Aziz Valentine'ın öyküsü III. Yüzyıl'dan gelir. O dönemde Roma tahtında İmparator II. Claudius vardı "Zalim" adıyla tanımlanan Claudius aşırı savaş ve askerlik tutkunuydu her yetişmiş erkeğin muhakkak asker olmasını istiyor ve kimseye göz açtırmıyordu.

    EVLİLİĞİ YASAKLADI
    Öylesine ileri gitmişti ki askerliğe engel oluyor düşüncesiyle evlenmeyi dahi yasakladı. Gençler şaşkındı kimse sevdiği ile beraber olamıyor Roma kenti sayısı gittikçe artan ve uzak ülkelerde ölen sevgililerinin ardından ağlayan kadınlar ve kızlarla dolmuştu. Kısacası aşk yasaklanmıştı. Bu sıralarda İmparator tüm Romalılar'ın 12 tanrıya tapmalarını aksi şekilde davrananların ve özellikle de Hıristiyanlar'la ilişkiye girenlerin ölümle cezalandırılacaklarını emretti.

    Bu emre uymayanların arasında Aziz olarak kabul edilen filozof Valentinus'da vardı gezerek dinsel vaazlar veriyor ve İmparator'un hatalı olduğunu anlatıyordu. Sonunda yakalandı ve hapse atıldı. Valentinus'un hapiste olduğu günlerde yaşananlar efsaneye dönüşerek günümüze kadar ulaşmıştır.

    GÜZEL JULİA VALENTİNUS'A GİDER
    Hapishaneyi korumakla görevli gardiyanın kızkardeşi Julia'nın gözleri doğuştan görmemektedir gardiyan Valentinus'un anlattığı İsa ilgili öykülerin arasında körlerin gözlerinin açıldığını öğrenince kardeşini gizlice Valentinus'un yanına getirir. Julia çok güzel ve zeki bir kızdır. Günlerce beraber olurlar Valentinus ona Roma tarihini doğanın yapısını aritmetiği ve Tanrı'ya yönelmeyi öğretir. Julia dünyayı Valentinus'un anlattıklarıyla görür onun bilgeliği ile aydınlanır güçlenir ve teselli bulur.

    Bir gün sorar;
    - "Valentinus Tanrı gerçekten dualarımızı duyar mı?"
    Aziz gülümser;
    - "Evet herbirini."
    Julia;
    - "Her sabah ve her gece ne için dua ettiğimi biliyormusun? Görebilmek için dua ediyorum senin bana anlattıklarını görmeyi çok istiyorum."
    Valentinus;
    - "Tanrı bizim için en iyi olanı yapar yeter ki buna inanalım."
    Julia yere diz çöker ve;
    - "Böylesine inanmak istiyorum yardım et."
    Beraberce duaya başlarlar. Birden hücrenin içersi altın renkli bir ışıkla aydınlanır ve Julia haykırır;
    - "Valentinus görüyorum görüyorum."

    14 ŞUBAT'TA ÖLDÜRÜLÜR
    Valentinus duaya devam etmesini söyler. Ertesi gün Valentinus'un ölüm emri gelir Aziz Julia'ya son bir not yazar Tanrı'ya hep yakın olmasını öğütler ve notun altını "Senin Valentine'ından" diye imzalar. Mektup ertesi gün Julia'ya ulaşır o günün tarihi 14 Şubat 270'dir. Valentinus sonradan Papa I. Julius tarafından "Porta Valentini" adı verilen bir kemer kapısının altına gömülür (Şimdi orada yani Roma'da Praxedes Kilisesi vardır.)

    Julia mezarın yanına pembe çiçekler açan bir badem ağacı diker. Günümüzde sevginin ve dostluğun simgesinin badem ağacı olması buradan kaynaklanır.

    GENÇLERİN İLK CİNSEL DENEYİMİ
    İşin aslına bakılırsa 15 Şubat tarihi Roma tanrıçalarından Februata Juno adına yapılan kutsama töreninin günüdür; birbirleriyle ilk kez cinsel ilişkiye girecek gençlerin adlarının yazıldığı parşömenler o gün tanrıçaya sunulurdu. Papalık daha sonra yasaklanan bu geleneğin yerine azizlerin adlarının yazılı olduğu listeleri sergilemeye başladı.

    Biz yine Roma'ya dönelim. 15 Şubat'ta kutlanan gençlerin aşk festivalinin özgün adı Lupercalia'dır geleneksel olarak hediyeler verilirdi. Kuşların çiftleşme döneminin başlangıcı kabul edilen Şubat ayı döneminde gençler de onları örnek alarak eşleşirlerdi. Hıristiyanlığın güçlenmesinden sonra Pagan inançları yasaklandı veya yerlerine Hıristiyan versiyonlar getirilmeye başlandı. Aziz Valentine Hıristiyanlığın simgesi olan sevgi ve evlilik kuramı ile kişiselleştirildi onun Lupercalia Festivali'nin arifesinde öldürülmüş olması iyi bir raslantıydı böylece Roma'nın bereketlilik ve döllenme kutsamalarıyla Hıristiyanlığın evlilik ve çoğalma ilkesi bütünleştirilmiş oldu. Amaca ulaşılmıştı.

    Günümüzdeki yorumuyla "St Valentine" yani Sevgililer Günü Roma'daki gibi sevenlerin birbirlerine sevgilerini Valentinus'un son mesajında olduğu gibi küçük kartlar ve hediyelerle sunmaları şeklinde kutlanmaktadır. Aslında kökende yine birleşme bütünleşme ve çoğalma güdüsü yani bereketlilik vardır. Aynı zamanda da Tanrısal aşkla dünyasal aşkın birleştiği yer Julia'nın öyküsünde olduğu gibi birleştirilir. Ama ilginçtir ki aşkı yasaklayan bir despotun binlerce yıllık anısı Kozmik Şakacı'nın oyunuyla artık aşk yüzünden akla gelmektedir.

  9. #9
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    "Yılan Hikayesi" Efsanesi


    Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten sonra sakallı ihtiyar

    "Galiba sizin meyveniz yok" demiş.

    Padişah hemen atılmış

    "Her meyveden var ne istersiniz?" demiş.

    "Yok" demiş ihtiyar "onu söylemiyorum galiba sizin çocuğunuz yok onu söylemek istiyorum."

    Padişahla karısının gözleri dolmuş

    "Çok istedik ama olmadı" demişler.

    "Peki" demiş ihtiyar "ben size bir yol göstereceğim dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var. Baharın yaza bağlandığı gece tam sabah olurken mehtap batmadan güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra 'hayırlısı neyse olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız."

    Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş. Padişahla karısı büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar. Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. Padişahın karısı

    "Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver" demiş.

    O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Kentte babasıyla ve üveyannesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli üveyanne saraya gidip

    "Benim bir üvey kızım var. Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur" demiş.

    Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini anlamış doğru annesinin mezarına gitmiş annesinden akıl sormuş:

    "Anneciğim ben ne yapacağım hiç bir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar. Benim de kellemi kesecekler."

    Tam o sırada ak sakallı bir ihtiyar peydah olmuş mezarın yanında

    "Ağlama kızım" demiş "ben sana ne yapacağını anlatacağım dediklerimi yaparsan kelleni kurtarırsın." Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. "Sultan benim dediklerimi tutmadı hayırlısını isteyeceğine ne olursa olsun dedi bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi sen saraya gidince hemen bir kazan süt isteyeceksin sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak."

  10. #10
    Banned
    Üyelik tarihi
    06.09.2010
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    163
    Post Thanks / Like
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tecrübe Puanı
    0

    Standart

    Omega Saat Efsanesi

    Bi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama istepne de patlakmış maalesef. Adam "Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. İyisi mi ben sizi evinize bırakayım yarın bir çaresine bakarız" demiş. Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev bi apartmanın 7. katında hoş bi daireymiş. İstepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin "Kahve hazır" diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş. Kızların sohbeti çok keyifliymiş. Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş "İyi bari kızları tekrar görmek için bahane olur" diye düşünmüş. Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer. Şu an da adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış "Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim" demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne götürmüş. Adam çok meraklanmış tabii. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş..

1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 1 2 3 ... SonuncuSonuncu

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

  • Şikayet, Telif hakları ve Yasal bildirimler için tıklayın.
  • .

    İletişim: [email protected]