Her insan ara sıra endişelenir ancak bazılarımız için bu çile ömür törpüleyen düzeydedir: Her ne kadar nankörlük etmek ya da tuhaflaşmak istemesek de aşağı yukarı her an kaygılı hissederiz.

İşleri biz kaygılılar için bu kadar zorlaştıran; nesnel olarak dehşet duygusunu hak eden şeyle dehşet duygusunu otomatik olarak tetikleyen şey arasında ayrım yapamayışımızdır. O anda sormamız gereken yatıştırıcı soruyu sormak – ‘Burada gerçekten de korkulacak bir şey var mı?’ demek – aklımıza bile gelmez. Bu soruya olumlu cevap verme ihtimalimiz bile anlamsızdır.




Kolayca dehşete düşen insanlar aptal değildir; hatta bu kimselerin en zekilerden olduklarını söyleyebiliriz. Yalnızca geçmişlerinde bir yerde görece tehlikeler arasında mantıklı bir ayrım yapmak için tasarlanmış zihinsel donanımları yok edilmiştir. Bir noktada o denli büyük bir korku yaşamışlardır ki neredeyse her şey korkutucu hale gelmiştir. Göz korkutan en ufak bir zorluk sonun geldiğinin habercisi gibidir. Kimsenin kimseyi tanımadığı bir parti temsilcilere yapılacak konuşma iş yerindeki zahmetli bir sunum… Bunların her biri bütün varoluşun sorgulanmasına yol açar. Aşağı yukarı her gün bir krize dönüşür.

Bir benzetmeyle anlamaya çalışalım: Kaygılı kişilerin adamakıllı hazırlıksız yakalandığı ve gelişim açısından şekillendirici bir anda bir ayı ile karşılaştıklarını hayal edin. Ayı dehşet verici olmaktan da ötedir. Öfkelenir tepinir ezer. Her şeyi yok etmekle tehdit eder: Akıl almaz ölçüde korkunçtur. Bunun sonucunda da kaygılı kişinin içsel alarmı açık halde takılı kalır ve o adan itibaren de susmak bilmez. Bu kişiye o anda etrafta ayı olmadığını bu mevsimin ayılara uygun olmadığını ayıların çoğunun iyi huylu olduğunu veya kampçıların onlara nadiren rastladıklarını söylemek faydasızdır: sizin için bunu söylemek kolaydır; dişlerini gösterip pençelerini öldürmeye hazır şekilde açmış halde tepenizde dikilen bir boz ayı tarafından uyandırılan siz değilsiniz!




Ayıyla bu karşılaşmanın sonucu bilinç dışında yıkıcı bir genellemeye bağlanmaktır; kaygılı kişi hem tüm ayılardan hem de köpeklerden tavşanlardan farelerden ve sincaplardan ayrıca tüm kamp alanlarından güneşli günlerde ve hatta bunlarla ilişkili olan rüzgarda sallanan ağaçlardan çayırlardan ya da ayı ortaya çıkmadan biraz önce yapılmış olan kahvenin kokusundan korkmaya başlar. Kaygılı kişi mantıklı ayrımlar yapamaz: tehlikeleri farklı kutulara koyamaz.

Biz kaygılıların kendimizi endişe batağından çıkarmaya başlamak için sezgilerimize her zaman güvenmemeyi öğrenmemiz gerekir. Genellikle hayatımız için muhteşem bir rehber olan sezgilerimiz aynı zamanda yanlış okumalar yapıp hayatlarımızı tehlikeye atabilen son derece güvenilmez araçlar da olabilirler. Hislerimiz ve gerçeklik arasına sağlam bir ayrım koymamız; bir izlenimin tahminden farklı olduğunu ve korkunun bir hakikat olmadığını kavramamız gerekir.

Zihnin bir yanı diğerine nazik bir şüphecilikle yaklaşmalıdır: Dışarıda bir ayı olduğundan emin olduğunuzu biliyorum. Peki gerçekten var mı? Gerçekten? Duygu kişinin hayatı buna bağlıymışçasına “evet” diye bağıracaktır. Çare paniğin açığa çıkmasını izleyip onun görünüşteki kesinliğine dahil olmayı reddetmekte yatar.




Yoğun siste otopilotta yere inmeye çalışan karmaşık bir uçağın pilotu gibi olmalıyız: Sezgisi ona korkunç bir çarpışmanın an meselesi olduğunu söylese de mantığı hesapların doğru yapıldığını karanlığa ve korkunç titreşimlere rağmen yumuşak bir inişin gerçekleşmek üzere olduğunu bilir.

İyileşmek için yani her yerde ayılar yüzünden dehşete düşmekten kurtulmak için o ayı üzerine daha fazla düşünmeye ihtiyacımız var. Dürtülerimiz her zaman gelecek korkusuna odaklanmaktan yanadır. Oysa zihnimizi geçmişe çevirmemiz ve bize zarar vermiş sahneleri şefkatle incelikle yeniden ziyaret etmemiz gerekir. Bizi korkutmuş olan şeyin detaylarını bilmemenin sonuçlarından biri gelecekte her şeyden korkmaktır. Ne tür bir ayıydı o bize ne yaptı nasıl hissettik? Ayının yerini yeniden tespit etmemiz ve onu ait olduğu yere iade etmemiz gerekir ki bize her yerde her zaman musallat olmaktan vazgeçsin.