Filozof formel mantığı ve formelleştirilmiş mantığı küçümsemekle haksız düşer. Ama tersinden bakıldığında yani formelleştirilmiş mantık açısından soruna eğilindiğinde formelleştirilmemiş çıkarım yöntemlerinin ve bu arada tümüyle felsefi düşüncenin geçerliliğini tartışmak haklı mıdır?

Bu soruyu sorunlar modern mantığı herhangi bir felsefi pozisyon içinde görmektedirler. Modem mantıkçıların büyük çoğunluğu bilerek felsefe alanına saldırmaktan kaçınırlar. Felsefeye saldırmak yine mantıkçı empiristler adı verilen filozofların işi olmuştur. Çünkü onlar geleneksel anlamıyla felsefeyi anlamsız saymak için sık sık formelleştirilmiş mantığa sırtlarını dayamışlardır. Russell Wittgenstein’ın Tractatus’una yazdığı önsözde bu yadsımacılığın dayandığı önyargıya dikkatimizi çekmiştir. Wittgenstein’a göre bir dil sadece bir evren betimi ise yani bir dil sadece olgulara işaret ediyorsa uygun ve geçerlidir. Buna göre dil olguların betimini gerçekten de olguları sağın ve yetkin biçimde gösteriyorsa uygun ve geçerli olur. Bunun dışında herşey anlamsızdır çünkü “benim dilimin sınırları evrenimin sınırlarıdır”.

Tractatus’un ekstrem pozisyonu sadece rasyonel bir metafizik denemesinin anlamsız olduğunu göstermekle kalmaz; giderek her türlü formelleştirilmiş mantığın da anlamsız olacağını belirtir. Bu pozisyon artık günümüzde aşılmıştır. Carnap bu konuda bir “tolerans ilkesi” kabuleder. Buna göte formelleştirilmiş bir sisteme dönüştürülebilen her türlü kavrayış tarzı savunulabilir. Ne var ki yine de semantiğin ifade ve işaret arasındaki ilişki konusunda sadece nesneler evreni için geçerli olabileceğine dikkat etmek gerekir. Bu yüzden lingüistikçilerin dil çözümlemecilerinin tutumu Tractacusçulara göre pek az kategoriktir. Dil. çözümlemesinde bir ifadenin anlamı sadece olguların mantıksal bir zincir içinde çözümlenmesi amacına sahiptir ve mantıksal bir çözümlemenin yadsıdığı bir sav ancak pseudo-problem olarak ele alınabilir.

Önermeleri algılanabilir olgulara geri dönerek doğrulama konusundaki sert talebe karşılık empirist olmayan bir filozof ne denli betimsel kalırsa kalsın her dilin mutlaka belli bir telkin edici (suggestiv) değer taşıdığını bu yüzden irrasyonel bir felsefenin de subjektif bir kavrayışı izleyerek geçerli olabileceğini öne sürebilir. Modern mantık açısından bu konuda söylenecek bir şey yoktur. Modern mantığın denetlemek istediği şey daha çok şudur: Formelleştirilmiş mantığın kesin düşünmenin tekeline sahip olup olamayacağı formelleşmemiş mantığın bulanık tasarımlar ve görüntü problemleri içerip içermediği. Başka bir deyişle formelleştirmeye başvurulmadan dedüksiyonlar ortaya konabilir ve bu dedüksiyonların kesinlik taşıdıkları ileri sürülebilir mi?

Biz bu soruları yanıtlamak için bir dilin koşullarını araştırmayı denemeyeceğiz. Wittgenstein’ın ideali olan şeyi yani olguların yapısını olduğu gibi yansıttığı ileri sürülen temel mantıksal önermeleri bulup ortaya çıkarmak gibi bir amacımız yok. Biz sadece kesin bir dedüksiyonun minimal koşullarını arıyoruz. Bu koşullar bize göre şunlardır Tanımlanabilirlik ve çıkarsanabilirlik . Bir objenin kendisine ait olup olmadığını saptamanın olanaklı olduğu sınıfa definit denir. Definit kullanılabilirliği belli bir durum içinde anlaşılabilen bir kuraldır. Kurallar bir dedüksiyon zinciri içinde kullanılabiliyorlarsa bu olanağa çıkarsanabilirlik denir. İşte çıkarsanabilirlik koşulları sağın kurallara dayalı kesin simgesel kurgularla yapılan bir formelleştirme çalışması ile daha da yetkin biçimde belirlenebilir Ama bu formelleştirmenin olayların akışı hakkında kullanıldığında ne türlü gelişmelere yol açılacağı önceden görülemez. Bu yüzden her durum için formelleştirmeyi ve dolayısıyla dediksiyonu sağlam kılacak özel araçlara gereksinim vardır.

Sonuç olarak Leibniz’in evrensel “kalkül” ünün de bir Ütopya olarak kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Mantıksal kesinlik ideali insanın kesin bilgi elde etme özleminin bir dışavurumu olarak her zaman etkili olacaktır.