PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : İclal Aydın- Tembel



Güℓüмѕє
24.02.2011, 23:02
Aslında ailenin tembeli bendim... Gördüğüm her şeyi okumak dışında pek bir şey yapmak istemezdim. Kitap okumaya başlayınca kulağımın dibinde top patlatsalar oralı olmazdım. Odam, çekmecem, çantam pek de derli toplu olmazdı. Dersler eğer ilgimi çekerse can kulağıyla dinler, çekmezse kendime başka meşguliyetler bulurdum. Kulağıma dolanlar yeterdi bana. Nasılsa sınavdan önce hızlıca daha önce yapılanları okuyup idare ederim diye düşünürdüm. Ama eğer ders kitabı hoşuma giderse sene başında bütün kitabı okuyup bitirirdim. Matematikle bu yüzden hiç işim olmadı. Sınıfta kalmayacak kadar bir mücadele verirdim, o kadar. Keyfimi bozmazdım yani... Okuduğum kitaba çabucak dönmek için ödev yapardım... Yağmur yağdığında, güneşli havalarda, bakkal tezgâhında, kese kâğıdında ne varsa okurdum... Annem bu “tembelliğimden” dolayı çok endişeliydi. Anadolu lisesi sınavlarını kazandığımda “genel kültürü geniş çocuğun, çok okumaktan tabii” diyerek bir açıklama bulmuşlardı bu beklenmedik başarıma...

Başarı bazı insanlara bendeki gibi, “beklenmedik” gelir... Sadece ailesinden, yakın çevresinden değil, kişinin kendi içinden bile durmaksızın açıklamalar yükselir... Siz de onlardan biriyseniz bilirsiniz aslında, en çok kendisi ikna olmaya çalışır insan bu duruma...

Başarı... Sanırım hayatın bir çeşit şakası...

***


Ne işe yaradığından ciddi şüpheye düştüğüm geçmiş ve tozlu “başarılarımın” rehavetiyle pazar günümü çalışma odasında kitap okuyarak geçirdim. Top patlasa duymazdım, eskisi gibi. Bir ara kızımın kulağımın dibindeki cıvıldayışını duyunca başımı kaldırdım. Her insanın bir zaafı var işte... Benimki de çocuğumun sesi... Bıcır bıcır anlattı bir şeyler... “Çantan düzenli mi, defterlerini çantana yerleştirdin mi, dolabını topladın mı, dişini fırçaladın mı, otuz sayfa kitap okudun mu” diye arka arkaya sorularımı sıraladım.

Böylelikle annelik görevlerimden birini yerine getirmiş oldum yani...

Çocuğumun başarısını “şakaya” bırakmayayım diye... Ama yine de önce Tanrı sonra kendi bilir... Başarı... Neyse işte...

***


“Başarı” dediğimiz o kavram üzerine düşünüyorum birkaç gündür...

Çok yakın bir arkadaşımla konuşuyorduk... “Kırk yaşına gelmeden yaptığım onca başarılı işimin eğer bankada milyon dolarlarım yoksa bir anlamı yokmuş... Acı be bunu bu yaşamak” dedi...

Evet... Saygınlık dediğin bankadaki paran kadar ne yazık ki...

Ayşe Kulin’in son kitabı Hayat’ı bitirdim şimdi devamı olan Hüzün’ü okuyorum. Babasını ve ailesini anlatırken söz ettiği değerlerin biz büyürken de bir anlamı vardı diye düşündüm. Türkiye için hakikaten somut başarılara imza atmış bir mühendisin kızı Ayşe Kulin... Satır aralarındaki kimi sitemleri hiç yabancı değil bize...

Dertleştiğim arkadaşım iyi eğitim almış, dil bilen, eli kalem tutan, insanlar eğitmiş, şirketler yönetmiş, çok güzel, toplum içinde sevilen, yerli ve yabancı pek çok “özel” isimle hatırı sayılır diyaloğu olan bir kadın... O da idealist bir mühendis babanın kızı...

Ama gel gör ki omzunu bankadaki milyonlarına dayamıyorsan ve bunu herkese duyurmuyorsan o hayatın bir “geçer”i yok...

Dirseğini somut başarına, çocuğunun belli bir değerler bütünüyle büyümesine dayamanın bir anlamı yok...

***


Beklenmedik başarım pek de beklenmedik değildi aslında. Piyangodan çıkan bir ikramiye değildi mesela. Matematikle değilse de yazıyla, tarihle, sanatla biçimlenmiş bir kazançtı. Onu kaybetmemek için çok ama çok çalışmam gerekti. Sonra birden işte kendi kendime sorar oldum... Ne için çabalıyorum ben yahu?

Şimdi sormuyor musunuz siz kendinize? Ne başardım? Ne kaldı elimde?


İclal Aydın

Düşes*
25.02.2011, 12:02
Şimdi sormuyor musunuz siz kendinize? Ne başardım? Ne kaldı elimde?


Hıc bİşey şu an da...