PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hazar Türkleri Neden museviliği seçti 6



LaFontaine
22.02.2010, 21:16
http://www.thewallpapers.us/data/media/770/Hazar_Hakanl.png

1170-1185 yılları arasında Doğu Avrupa’yı ve Anadolu’yu gezen bir Alman Yahudisi olan seyyah Rastibonlu Reb Petaşya, “Sibub Ha’olam / Dünya Çevresine Seyahat” adlı kitabında Kırım’ın kuzeyinde rastladığı Hazar Yahudilerinin Musevîliklerini eleştiriyor ve bunu onların heretik Karay inançlarına bağlıyordu.

Musevî kaynakların genelde çelişkili yaklaştıklarını gözlemliyoruz; XII. yüzyıldaki bir başka gezgin olan Toledolu Benjamin, İstanbul’da ve İskenderiye’de Hazar ileri gelenleriyle görüştüğünü, Halevî’nin çağdaşı İbrahim Ben Davut, Toledo’da Hazar kökenli öğrenciler gördüğünü aktarıyor. Büyük ilâhiyatçılardan biri olan Saadiyah Gaon (882-942) eserlerinde birçok kez Hazarlara değinir ve Mezopotamyalı bir Hiram’ın (Doğu Yahudiliğinde din adamları hiyerarşisinde Halife’ye yakın bir ünvan) Hazarların ülkesine yerleştiğinden söz eder. XI. yüzyıldaki kendisi de Karay olan bir başka Yahudi yazar, Yafet ibn Ali, Hazarlardan söz ederken aynı ırktan gelmedikleri için onlar hakkında “mamzer-melez veya piç” kelimesini kullanır. Çağdaşı Jacob ben Ruben ise Hazarlar için “Yahudi milletinin sürgündeki yegâne boyunduruk taşımayan ve kimseye haraç ödemeyen ulu cengâverleri” diye söz eder.

Gördüğümüz gibi Musevî kaynaklar Hazarların Yahudiliğini coşku, şüphe ve özellikle büyük bir hayretle karşılıyorlar. Neredeyse bu olayda kağanın kararı, Mesih’in gelmesinden çok daha sıradışı olarak yorumlanıyor.

Hıristiyan kaynak olarak da Westfalya’da Katolik bir keşiş olan Christian Druthmar d’Aquitaine’nin belirsiz bir tarihte (864’ten önce) yazmış olduğu “Exposito in Evangilium Mattei / Havari Mattehus’un İncil’inin açıklaması” adlı kitabının bir yerinde “Gökkubbenin altında, Hıristiyanların olmadığı uzak bir memlekette Hun soyundan olan Yecüc Mecüc adındaki halkların yaşadığı bir yerde, Gazariler diye bir millet vardır ki; onların hepsi sünnetlidirler ve de Yahudiliği tam olarak yerine getirirler” diye bir ibare vardır. Druthmar’ın Yahudi Hazarlar hakkındaki bilgisi bu kadarken Bizans İmparatoru çok tanınmış bir misyoneri onları Hıristiyanlaştırmak için görevlendirmişti. İlerde Slavların Havarisi olacak olan Selânikli Kiril, adını taşıyacak olan bir alfabeyi de hazırlayacaktı. Ağabeyi Metod’la birlikte Patrik Fotius’un(13) tavsiyesi üzerine İmparator III. Michael tarafından Hıristiyanlaştırma misyonuyla görevlendirilmişti.

Slavlar arasında başarıyla sonuçlanan bu misyon, tarihten öğrendiğimize göre Hazarlar arasında sonuçsuz kalıyor. Kiril’in Kırım üzerinden Hazar ülkesine giderken Kerson’da 6 ay kalıp İbranice öğrenip misyonunu hazırladığını, Don nehri ve Volga üzerinden İtil’e kadar uzanan Hazar yolundan geçip Kağan’ın huzuruna ulaştığını, Hazarların teolojik (alışık oldukları için) tartışmalara öyle kolaylıkla pabuç bırakmadıklarını, ancak birkaç kişiyi razı edip vaftiz edebildiğini ama Kağan’ın kendisini sevdiğini ve iyi niyet işareti olarak iki yüz Hıristiyan esirini serbest bıraktığını “Vita Konstantini / Konstantin’in yaşamı”(14)adlı kitabından öğreniyoruz.

Hazarların sonu

Altın çağını gördüğümüz gibi VIII. yüzyılda yaşayan Hazarlar’ın(15), Halife ordularına karşı kazandıkları kesin zaferden sonra güney sınırlarının artık güvence altına girdiğini, Araplarla ilişkilerinin neredeyse karşılıklı bir saldırmazlık paktına dönüştüğünü, Bizans’la olan ilişkilerininse çok daha dostane bir seviyede olduğunu görüyoruz.

830 veya 833 tarihinde Kağanın ve Bekin Bizans imparatoru Teodosius’a bir heyet gönderip ondan, aşağı Don havzasında bir kale yapımı için gerekli mimar ve teknik eleman istemesi bize Hazarlar’ın yeni bir tehlikeden kuşkulandıklarını gösteriyor. İmparator olumlu cevap verir ve derhal Karadeniz’e bir donanma gönderir. Bizanslılar Azak Denizi’nden Don nehrine girip oradan kuzeye Hazarlar’ın istediği sratejik mevkiye kadar ilerler ve Hazarlar’ın belirlediği yerde bir kale inşa eder. Böylece Sarkel şehri(16) de kurulmuş olur. Hazar-Bizans ittifakının bu ortaklaşa çabası, yeni bir tehlikeye işaret eder; bu, batıda Normanlar veya Vikingler diye anılan, doğuda ise Varegler veya Rûslar olarak adlandırılan savaşçı kuzey barbarlarının istilâ tehlikesidir(17).
A. Toynbee “Constantine Porphyrogenitus and his world” adlı eserinde “IX. yüzyıl, Doğu Roma ve Hazar İmparatorlukları için, sürekli olarak Rûslar’ın topraklarını ele geçirdikleri bir yüzyıl olmuştur. Skandinavların yağmaladıkları, fethettikleri ve kolonize ettikleri alan en sonunda güney doğu Amerika kıyılarından Hazar Denizi’ne kadar uzanan muazzam bir çember oluşturdu” diyor. Üstelik bu ejderhâ başlı küçük gemileriyle nehirlerden gelen Viking tehlikesine karşı koyma çabalarında Hazarlar’a şükran borcu olanların sadece Bizanslılar olmadığını yine kral Josef’in Hasday ibn Çiprut’a yazdığı mektuptan öğreniyoruz: “Yüce Tanrı’nın yardımıyla nehirlerin ağzını kolluyorum ve kayıklarıyla gelen Rûslar’ın, Arap topraklarını istilâsına izin vermiyorum... Onlara karşı çok çetin mücedeleler veriyorum”.

Bizanslıların Rûs adını verdikleri, Arap kronikçilerin Vareg olarak adlandırdıkları Viking kabileleri, Toynbee’ye göre İsveçce kürekçi anlamına gelen Rodher kelimesinden türemiş, Arapların kullandığı Vareg ismini de Rûs kronikçiler aynı zamanda Skandinavlar için kullanıyorlar; Baltık Denizi’nin o zamanki Rusça adı Varegler deniziydi. Bu Rûs-Varegler Vikinglerden bile daha gariptiler, aynı zamanda korsan, haydut ve ahlâksız tacirdiler, ticareti bile kılıç ve balta zoruyla yaparlardı. Altın karşılığında kürk ve amber satarlardı ama esas işleri Slav köle ticaretiydi. McEvedy’nin bu konuda kanısı şöyle; “Varegler garantili alışverişten hoşlanmazlar, ancak karşısındakileri yenemedikleri zaman düzgün ticarete tenezzül ederlerdi, bu kuzeyli kahramanlar kan dökerek elde ettikleri altını tercih ederlerdi.” Güneye doğru yelken açtıklarında Rûs-Vareg ticaret filoları aynı zamanda da askerî filoydular onların geldiklerini görenler bu tacirlerin ne zaman savaşçıya dönüşeceklerini kestiremezdi. El-Masudî 912-913’te Hazar Denizi üzerinden gelen bir istilâda her biri yüzer kişi taşıyan en az 500 geminin olduğunu belirtiyor. Abartma payı olsa bile yine de sayılar akla yakın zira Rûslar Karadeniz’e ilk defa inip (860) İstanbul’u kuşattıklarında 200-300 gemiyle gelmişlerdi.

Sarkel kalesinin yapımından sonra bir buçuk asır boyunca ticaret anlaşmaları, karşılıklı elçi göndermeler ve son derece kanlı savaşlar birbirini takip etti. Zamanla bu kuzeyliler yerleşik düzene girdiler, idareleri altına aldıkları Slavlarla karıştılar, Bizans’ın misyoner faaliyetleri sonucu Hıristiyanlaştılar ve giderek tamamen Slavlaştılar. X. yüzyılın sonlarında Rûslar, Rus olmuşlardı. Soylular Slavlaşmış Skandinav isimleri kullanıyordu; Hrörekr, Rurik olmuştu, Helgi ise Oleg, Helga Olga’ya dönmüştü, Ingvar’sa Igor’a vs... Bu isimleri 945’te Bizans’la bir ticaret anlaşması imzalayan Prens Ingvar-Igor’un yanındaki katılanlar listesinden öğreniyoruz. Prens Ingvar’la Prenses Helga’nın oğullarının adı ise Svyatoslav gibi artık tamamen Slav hale geliyor. Varegler de böylece zaman içerisinde kuzeyli özelliklerini iyice kaybedip Rus tarihinde eriyip kayboluyorlar.

Arap tarihçiler bu Varegleri o kadar garip ve vahşi buluyorlar ki onları tasvir ederlerken bile bir sayfa sonra çelişkiye düşüyorlar. Ancak kimi daha çok vahşiliklerini, kimi de pisliklerini ön plana çıkarıyor. Savaşçılıklarında ise hepsi hemfikir; İbn Rusta “Bu iri yarı ve cesaretli adamlar açıklık bir alanda saldırırsa kimse ellerinden kurtulamaz.” diyordu.

Hazarlar Sarkel’in yapımını tam zamanında öngörmüşlerdi. Rûsların ilk ortaya çıkmalarından sonra bir asır boyunca, özelikle Bizans’a yöneldiklerini Hazarlarla daha çok ticarî ilişkide olduklarını görüyoruz. Arada sırada sürtüşmeler küçük çarpışmalar olsa bile Hazarlar yolları denetim altında tutup gelen geçen mallardan da %10’luk gümrük vergilerini almaya devam ediyorlar. Bu arada bütün vahşilikleriyle beraber karşılaştıkları bütün halklardan işlerine yarayan bilgileri aldıkları ve safça etkilendiklerini de görüyoruz. İtil’de Rûs tacirlerin oturduğu bir mahalle olduğu gibi Kiev’de de bir Hazar mahallesi vardı. İbn Rusta Novgorod’u anlatırken krallarını Rûs Kağanı diye adlandırdıklarını, Rûs Kağanın da ordunun başına kendisini temsil etmek üzere bir komutan tayin ettiğini yazıyor. Böyle bir adet kesinlikle ne Slavlarda ne de Vikinglerde hiç raslanmayan bir durum olduğundan bunun tek açıklaması Hazarlar’ın iki başlı yönetimini model almaları olabilir.

Hazarlar’la Varegler arasındaki ticari ve kültürel ilişkilerin yoğunluğu Varegler’in Hazarların topraklarına doğru yayılmalarını engellemedi. Sarkel’in yapımından 25 sene sonra, Rûs kronikleri 859 yılında Baltık’la Urallar arasında kalan Slav boylarının Varegler’le Hazarlar arasında yarı yarıya paylaşıldığını belirtiyor. Hazarlar’a bağlı olan, Dinyeper üzerinde bir kilit oluşturan Kiev ise üç yıl sonra Varegler’in eline geçiyor. Kısa bir süre sonra da Kiev, Novgorod’u gölgede bırakıp, Varegler’in başkenti olur ve “Rûs şehirlerinin anası” olarak anılacak olan ilk Rûs devletine de adını verir. Josef’in mektubunda kendisine bağlı yerleri sıralarken Kiev’in adı geçmiyordu. Ancak şehirde ve bölgede hatırı sayılır bir Yahudi Hazar topluluğu yaşıyordu. Hazar devletinin ortadan kalkmasından sonra yeni göçlerle bu Yahudilerin sayıları da gitgide artar. Rûs kroniklerinde birçok defa “Zemlya Jidovskaya”dan (“Yahudi ülkesi”nden) Kiev’e gelen kahramanlardan söz edilir.

860 yılının Haziran ayında İmparator III. Michael ordusuyla Araplara karşı sefere çıktığı sırada, İstanbul’dan aldığı garip haberler üzerine yarı yoldan dönmek zorunda kalır. İki yüz gemiyle Karadeniz’den Boğaz’a giren bir Rûs donanması çevredeki köyleri, manastırları, yağmaladıktan sonra Adalar’a yerleşmişlerdi, üstelik Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Akdeniz’den gelen Vikingler’le birleşince Bizans’ı büyük bir tehlikeye düşürmüşlerdi. Tarihçiler batıdan gelenlerin başındaki Jutland’lı Rurik’le Karadeniz’den gelenlerin lideri Novgorod’lu Rurik’in aynı kişi olduğunda görüş birliği içindeler. A.Toynbee’ye göre tarih boyunca Ruslar İstanbul’u ele geçirme imkânına hiçbir zaman bu kadar yaklaşamayacaklardı. İstanbul’un çevresindeki tüm garnizonlar imparatorun seferine katıldığından şehirdeki halk moral çöküntüsüne uğramış ve dehşete düşmüştü. İmparatorun son anda yetişmesi İstanbul’u Vikinglerin eline düşmekten kurtardı.

Bizans diplomasisi Hazarların bu yeni rakipleri karşısında kısa zamanda ikili oynama taktiğine girdi ve ancak kaçınılmaz olduğunda savaş yoluna başvurdu. Genelde yumuşak davranarak ve günün birinde bu barbarları Hıristiyanlaştırmak umudunu yitirmeden sabırla bekledi. İki yüzyıl Bizans-Rûs ilişkilerinde birbirini izleyen savaş ya da dostluk anlaşmalarıyla geçti(18). Polaklar, Macarlar, Skandinavlar, hattâ o en uzaktaki İzlandalıların bile Hıristiyanlaştıkları dönemde Rûslar da Hıristiyanlığı kabul edip İstanbul Patrikhanesi’nin dümen suyuna girdiler.

Ortaya çıkan bu yeni tablo karşısında Hazarlar birden bire marjinal bir durumda kaldılar. İstanbul’la Kiev’in giderek yakınlaşması İtil’in önemini azaltıyordu. Hazarlar’ın Bizans-Rûs ticaret yollarındaki varlığı ve aldıkları %10 gümrük resmi, gitgide artan ticaret hacmi de göz önünde bulundurulursa Hazarlar artık hem Bizans hazinesine hem de Rûs cengâver tacirlerine gitgide rahatsızlık vermeye başlamıştı.

Bizans’ın eski müttefiklerine karşı olan tutumlarındaki değişimin ilk işareti Kırım’daki Kerson limanını Bizanslılar’ın Hazarlar’a sormadan Rûslar’a bırakması oldu. Yüzyıllar boyu Hazarlar ve Bizanslılar bu önemli limanı elde tutabilmek için birlikte savaşmışlardı. Prens Vladmir 987’de Kerson’a el koyduğunda Bizans protesto bile etmedi. Bury’e göre artık büyük bir güç olmaya başlayan Rûs devleti ile barış ve dostluğun karşılığında bu bedel Bizans için fazla pahalı görülmüyordu.

Bu limanın kurban edilmesi belki savunulabilirdi ancak ardından Hazarlar’la olan ittifakın da kurban edilmesi, kısa vadeli kısır bir politikanın eseriydi(19). İlerleyen tarih Rûslar’a olduğu kadar Bizans’a da bunun bedelini acı bir şekilde ödetti ancak en ağır ve en acımasız son, Bizanslılar’ınki oldu.

Ctrl
22.02.2010, 21:22
tşk sürükleyici birşey ara larını okuyorum ama gerçekten ilginç bir konu politik ve siyasi dengeyi koruma adına yapılanlar..