PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hazar Türkleri Neden museviliği seçti 3



LaFontaine
22.02.2010, 21:08
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/c/cd/477px-Hazar_Askerleri.gif

Sovyet arkeologların yaptıkları araştırmalarda elde ettikleri bulgulara göre Hazarlar, Hunlar’dan daha farklı olarak çok ileri bir medeniyet seviyesine erişmişlerdi. Kilometrelerce alanlara yayılan geniş köy veya kasabalar, son derece geniş ağıl ve ahırlara galerilerle bağlı olan evler bulundu. Bulunan at arabaları, gündelik eşyalar, kemer tokaları, eyer ve koşum parçaları gelişmiş bir zanaatkârlığın izlerini taşıyordu. Arkeologlar geç devirdeki dört köşe yapılardan daha alt seviyelerde ise yuvarlak ev tipleriyle karşılaştılar bu da çadırdan geçişin bir işaretiydi. O devirlerdeki Arap kaynakları, Hazarlar’ın yarı göçebe bir hayat yaşadıklarını, başkent İtil’de bile sadece kış aylarında yaşadıklarını belirtiyorlar. Baharla birlikte bozkırlara, ovalara gidiyorlar, belki de sadece şehir dışındaki bağ ve bahçelerinde kurdukları çadırlara yerleşiyorlardı.

Bu kazılarda elde edilen diğer çok önemli bulgular da bize VIII. yüzyıldan itibaren Hazarların kuzey sınırlarını korumak için karmaşık yapıda seri kalelerden oluşan bir sur sistemi oluşturduklarını gösteriyor. Bu ilginç sistemin tamamı bir yay şekli oluşturuyor ve geri savunma dayanağının Kırım üzerine yaslandığını görüyoruz. Böylece Donetz ve Don nehirlerinin havzalarını geçip Volga’ya kadar uzanan bu savunma düzeninin en güneyinde yer alan Kafkas dağlarının da doğal bir duvar oluşturduğunu ve batıda Karadeniz, doğuda da “Hazarların Denizi”yle bu savunma sistemini tamamladığı ortaya çıkıyor. Anlaşılan bu tarihlerden itibaren Hazarlar açısından tehlike oluşturan esas askerî tehdit, güneyden çok kuzeyden gelmeye başlıyor(3).

Sovyet arkeoloğu M. I. Artamanov’a göre; “Hazarlar IX. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinde, buralardaki bozkırlarda ve Dinyeper nehrinin geniş ormanlık bölgelerinde rakipsiz bir üstünlüğe sahiptiler. Yaklaşık bir buçuk asır boyunca Doğu Avrupa’nın güney yarısını hakimiyetleri altına almışlardı ve Asya ile Avrupa arasındaki en önemli doğal geçitlerden biri olan Ural Hazar hattını tamamen denetimleri altında tutuyorlardı. Bu dönemde doğudan gelen göçebe kabilelerin de tüm akınlarını durdurdular.”

Hazarlar üzerine olan kaynakların çoğunluğunun onları düşman olarak gören ülke tarihçileri tarafından yazılmış olması nedeniyle, özellikle de o devirdeki Arap, Gürcü veya Ermeni tarihçilerin eserlerine temkinle yaklaşılması gerekir; Hazarlar üzerine yazan Arap tarihçilerin eserlerinde gerek İbn Sait el Magrebî’nin gerek aynı zamanda bir seyyah olan İbn Fazlan’ın kitaplarında düşmanca ve yukardan bakan bir hava hakimdir. Sadece coğrafyacı Istakri eserinde AkHazar’ların çarpıcı güzelliğinden söz eder. İbn Said al Magrebi yaşanan toprakların en kuzeyinde, yedinci iklimde yaşayan Hazarların ülkesinin soğuk ve rutubetli olduğunu ve bunun sonucu olarak insanların uzun boylu, beyaz tenli, mavi gözlü, uzun ve genellikle kızıl saçlı ve soğuk tabiatlı olduklarını yazıyor ve kısaca vahşî bir görünüşe sahip oldukları sonucunu çıkartıyor. Doğal olarak bir asır süren ve Araplar için başarısızlıkla biten savaşların ardından, bir Arap tarihçisinden sevecen bir yaklaşım beklenmez herhalde. Bir Gürcü vakanüvis Hazarların kutsal kitaplarda sözü edilen Yecüc ve Mecüc’ler(4) olduğunu iddia ederek onların çirkin, kan içici, vahşî hayvan sürülerinden farksız olduklarını yazıyor. Bir Ermeni yazar ise; tiksindirici derece çirkin suratları, kirpiksiz gözleri ve kadınlar gibi omuzlarına inen kızıl saçları olan korkunç Hazar sürülerinden söz ediyor.

Türk adı belli bir etnik grubu belirlemese de V. yüzyıldan itibaren batıya doğru göç eden Ural-Altay dil gurubuna dahil çeşitli etnik gurupları ortak olarak “Türk” diye adlandırmak adet oldu. Bu adı takan Çinliler, bir ırktan çok, belli bir dili tanımlıyorlardı. Bu noktadan hareketle, Hunları ve Hazarları da Türk olarak tanımlayabiliriz. Hazarların konuştuğu lehçenin bugünkü Çuvaşların diline yakın olduğu sanılıyor. Çuvaşlar kendilerinin Hazarlara çok yakın bir dil konuşan eski Bulgarlardan geldiklerini iddia ediyorlar. Hazar kelimesiyse Türkçe gazar; gezer yani göçebe kelimesinden geliyor(5).

Hazarlar ile ilgili ayrıntılı ciddi belgeler nadir ve çoğunlukla ikinci elden yani aktarma bilgilerden oluşuyor. İki büyük istisnayı, Abbasi döneminde diplomatik bir misyona katılan İbn Fazlan’ın eseriyle, Endülüs Emevileri devrinde Halife III. Abdürrahman’ın dışişleri bakanı konumundaki Hasday İbn Çiprut’la Hazar kralı Jozef arasındaki yazışma oluşturuyor.

İbn Fazlan’ın eseri Hazarlar üzerine cılız bilgiler vermekle birlikte o zamanki Hazarlar ve onların hakimiyetindeki diğer Türk toplulukları konusunda eşi bulunmayan ayrıntılara sahip. Bulgarlar ve Oğuzlar başta olmak üzere çeşitli kavimler ve coğrafyalar üzerine, ayrıntılı bilgi ediniyoruz. Komşularına göre Hazarların çok daha modern bir yaşamları olduğunu öğreniyoruz. Hazarlar’ın sulama kanalları açtıklarını ve daha ılıman iklimden gelen Araplar’da bile hayranlık yaratacak derecede geniş ve verimli tarım, bağ ve bahçecilik yaptıklarını İbn Fazlan’dan başka el-İstarkî, el-Masudî ve İbn Havkâl da kaydediyor.

Ancak ana zenginlik kaynağının yine de dış ticaret olduğunu, beş bin kişilik, üç bin hayvanlık kervanlardan söz edilmesinden anlıyoruz. Hazarların denetimleri altında tuttukları ve geçen bütün mallardan, köleler de dahil olmak üzere %10 vergi aldıkları yollar hem Urallar üzerinden Orta Asya’yı Volga ile güneye, Karadeniz’e bağlıyor, hem de Kafkasya üzerinden Ermenistan, Gürcistan ve Bizans’a giden yollarla birleşerek bir kavşak oluşturuyor. Ayrıca Hazarların Macarlar, Bulgarlar, Oğuzlar gibi kendilerine tabi olanlardan aldıkları vergileri de eklersek ne derece önemli bir gelire sahip olduklarını kestirmek pek güç olmaz. Ek olarak, bu zenginlikleri koruyabilmek için gerekli olan, o ölçüde güçlü ve hatırı sayılır bir askerî güce ve yetenekli vergi tahsildarlarına, gümrükçülere sahip oldukları sonucunu çıkartabiliriz.

Ctrl
22.02.2010, 21:15
tşk ilniç bir konu gerçekten